Savaş söylentileri göç hareketlerini arttırabilir!

Son dönemde dünyadaki çatışma noktaları üzerinden savaş uyarıları yapılarak 3. Dünya Savaşı riskinin dile getirilmesini değerlendiren Sosyolog Dr. Berat Dağ, savaş söylentilerinin toplumsal yaşam üzerindeki olumsuz etkilerini ve bu tür söylentilere karşı alternatif toplumsal yaşam biçimleri oluşturmanın önemini vurguladı.

Savaş söylentilerinin, bireyler ve toplumlar üzerinde korku ve panik yarattığına vurgu yapan Arş. Gör. Dr. Berat Dağ, “Savaş söylentileri hem içsel hem de dışsal anlamda göç hareketlerini arttırabilir.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Arş. Gör. Dr. Berat Dağ, son dönemde dünyadaki çatışma noktaları üzerinden savaş uyarıları yapılarak 3. Dünya Savaşı riskinin dile getirilmesini değerlendirdi.

Savaş, toplumsal yaşamın parçalanması anlamına geliyor 

“Savaş söylentilerinin toplum üzerindeki etkisi, genel olarak olumsuzdur. Çünkü savaş, aynı zamanda insanların ölmesi, ekonominin çökmesi, siyasetin anlamsızlaşması ve toplumsal yaşamın parçalanması anlamına da gelmektedir.” diyen Dr. Dağ, tarihsel örnekler üzerinden düşünüldüğünde savaşın birey, toplum ve devlet açısından kapsamlı bir yıkıma neden olacağının açık olduğunu, dolayısıyla savaş söylentilerinin oluşan çok yönlü krizleri derinleştirmekten başka bir işlevi olmayacağını söyledi.

Savaş söylentileri nereden çıkıyor?

Savaş söylentilerinin, geçersiz ve güvenilmez haberlerden kaynağını alıyorsa mevcut krizin daha da büyüyebileceğinin altını çizen Dağ, “Zira ortada herhangi bir savaş gündemi yokken bu söylentilerin iletişim teknolojileri üzerinden yaygınlaştırılması, milyonlarca insanın korku ve panik içerisinde siyasal, ekonomik ve toplumsal düzenden kopma ihtimalini arttıracaktır.” dedi.

Savaş söylentisi göç hareketlerini artırabiliyor       

Savaş söylentilerinin hem içsel hem de dışsal anlamda göç hareketlerini arttırabileceğini de vurgulayan Dr. Berat Dağ, şöyle devam etti:

“Yani savaş ihtimaline karşı birey ve topluluklar, savaştan daha az etkilenebileceğini düşündüğü başka bölgeler veya ülkelere ulaşmaya çalışabilir. Özellikle yaşamının başında olan gençler için bu söylentilerin etkisinin daha olumsuz olacağını düşünmek söz konusudur. Gençlerin savaş söylentileri çerçevesinde geleceği belirsizleştiğinde daha sağlıklı, özgür ve müreffeh bir yaşam imkânı için harekete geçmesi muhtemeldir. Buradan hareketle bu ve buna benzer söylentilerin yaygınlaşması, bireysel, toplumsal ve siyasal bütünlüğün süreklileşmesi noktasında büyük bir engel teşkil etmektedir.”      

Savaş söylentileri, iktidarlar için kısa vadede işlevsel

“Savaş söylentileri, iktidarlar için kısa vadede işlevsel olabilir. Çünkü savaş söylentilerine bağlı olarak oluşan şovenizm, korku ve panik odaklı duygular, bir an için iktidarların neden olduğu krizlerin üzerini örtebilir.” şeklinde konuşan Dağ, görüşlerini şu şekilde paylaştı:

“Dünya tarihinde birey, topluluk ve toplumların kendi temel ihtiyaçlarından koparak iktidarların hâkimiyetine girmesi için savaş söylentilerinin kullanıldığı örnekler çoktur. Fakat toplumsal yapı ve değerlerin krize girmesi hasebiyle inşa edilen bu söylentilerin uzun vadede mevcut krizi derinleştireceği ortadadır. Zira savaş söylentilerine bağlı olarak bireyler, topluluklar ve toplumlar kendisi ve çevresine güvensizlik ve çıkarcılık dürtüleri üzerinden yaklaşarak kitleleşebilir. Bu nedenle savaş söylentilerinin başlattığı kaos ortamında dengeli bir biçimde düşünmek ve harekete geçmek zorlaşacaktır. Bu da toplumsal yapı ve değerleri temellendiren adil, eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmacı bir duygu, düşünce ve eylem biçiminin sürdürülmesi noktasında açık bir riske işaret etmektedir.”    

Bu tür söylentilere alternatif oluşturacak bir toplumsal yaşam biçimi mümkün mü?

Bu tür söylentilere alternatif oluşturacak bir toplumsal yaşam biçiminin yollarını aramanın son derece önemli olduğuna vurgu yapan Berat Dağ, “Bu bağlamda her bir çocuğun aile ve eğitim gibi kurumlar aracılığıyla belirli değerler üzerinden toplumsallaşmasının sağlanması oldukça anlamlıdır. Somut olarak eleştirel düşünme ve eleştirel medya okur yazarlığı eğitiminin kritik etkisi üzerinde durmak mümkündür. Bu eğitimlerle birlikte bireylerin gerçeklik ile provokasyonun arasındaki farkları soğukkanlı ve nesnel bir biçimde ayırt etmesi söz konusu olabilir. Buna ek olarak toplumsal kurumların barış, çokkültürlülük, eşitlik ve adalet gibi temel değerler üzerine bina edilmesi de son derece hayatidir. Böylelikle birey ve toplumların karşılaştığı her olumsuz sürece dengeli, eleştirel ve bütünlüklü bir biçimde yaklaşması ihtimali artacaktır. Yanlış, kurgusal ve güdüleyici söylentilerin etkisi azaltıldığında ise ekonomik, siyasal veya kimliksel açıdan ezilen halklarla birlikte sahici bir mücadele süreci örgütlemek gündeme gelebilecektir.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Kaynak: Bülten