Afşin İlçe Sağlık Müdürlüğü tarafından “Gerçekten ACİL hastası mıyım?” adlı bir bilgilendirme metni yayımlandı.
“Gerçekten ACİL Hastası Mıyım?”
Acil servisler; kaza, travma ve hayati tehlike içeren hastalıklardan mağdur olan kişilere hemen tıbbi ve cerrahi müdahale ile bu hastaların izlenmesi amacıyla düzenlenmişlerdir. Kritik sağlık hizmetleri için oluşturulan bu ortamlar, kronik veya aciliyeti olmayan şikayeti olan kişiler için uygun yerler değildir.
Ne Kadar Sık ACİL’e Gidiyoruz?
Gelişmiş ülkelerde % 5-8 olan acil servise başvuru oranı, ülkemizde % 28-30 dolayında gerçekleşmektedir;
320 milyon nüfuslu ABD’de acil servise başvuruların sayısı yıllık 130 milyon,53 milyonluk İngiltere’de bu rakam yılda 23-25 milyon civarında,Türkiye’de acil servise başvuru sayısı nüfusun üzerinde olduğu görülmekte, 2011 yılında acile başvuru sayısı yaklaşık 95 milyon iken,2015 yılında 111 milyon, 2018 yaklaşık 139 milyon.
Acil servislere başvuran hastaların önemli bir bölümünün, gerçekten acil sağlık hizmeti alması gerekmediği, bu hastaların yarattığı yoğunluk nedeni ile acil hizmet verilmesi gereken hastaların aldıkları hizmetin kalitesini de düşürebileceği sürekli tartışılan bir konudur. Acil servislerde olan bu yoğunluk sağlık hizmetlerinde aksaklıklara yol açmaktadır. Bu aksaklıklar;
Hastaların acil serviste daha uzun süre beklemeleri, sağlık durumu daha ciddi hastaların tedavilerinde gecikme, hasta memnuniyetinin azalması, hizmet kalitesinde düşme, güvenlik problemleri, personelde verim düşüklüğü
Neden Bu Kadar Sık ACİL’e Başvuruyoruz?
Acil servislerin kalabalık olmasının nedenlerine yönelik yapılan araştırmalara göre;
Randevu almadan ve sıra beklemeden hizmet almak istemek,Hizmete kolay erişebilmek ve Muayene sonucu istenen tetkiklerin kısa zamanda aynı gün sonuçlanması gibi nedenler olduğu görülmüştür.
Bu durum, hastaların “aciliyet” kavramını doğru bir biçimde algılamadığını ve acil servislerin kötüye kullanıma maruz kaldığını düşündürmektedir.
Aylık gelir durumu ve eğitim seviyesi düştükçe acil servislerin kullanım oranı artmaktadır. Yoksulluk seviyesinin altındaki hastaların daha yüksek acil sağlık hizmetleri kullanım oranları olduğu görülmüştür.
Acil servisi sık kullananların acil servise başvurma şikâyetlerini acil olarak algıladıkları ve genel olarak stresli hayat şartlarına sahip oldukları sonucuna ulaşılmıştır
Yetersiz sağlık okuryazarlığı düzeyi nedeni ile sağlık hizmetleri kullanımında en fazla sorun yaşayan gruplar arasında yaşlılar, göçmenler, etnik kökeni farklı olanlar, işsizler, eğitim ve gelir düzeyi düşük olanlardır.
En Sık ACİL’e Başvuru Sebepleri Neler?
Hastaların en sık acil başvuru yakınmasının soğuk algınlığı ve halsizlik olduğu ve hastaların bu durumun acil olmadığını bildikleri halde acil servise başvurmayı tercih ettikleri görülmüştür. Acil sağlık hizmetlerine ulaşımın kolay olmasının bu sonucu doğurduğu görülmüştür. Acil serviste konulan tanılara baktığımızda viral enfeksiyon, üst solunum yolu ve alt solunum yolu enfeksiyonu gibi birinci basamakta tedavi edilmeleri gereken sağlık sorunlarının olduğu görülmektedir. Bu tür bir kullanım acil servislerin gereksiz kullanımı sonucu kalabalıklaşması nedeniyle acil servislerin etkinliğini azaltabilmektedir.
Bir diğer sorun genç yaş grubu olan 18-34 yaş grubunun acil servisi yüksek oranda kullanmasıdır. Genç yaş grubunun acil servisleri daha yüksek oranda kullanmaları bu grubun aktif olarak çalışan yaş grubu olması nedeni ile çalışma saatlerinde birinci basamak sağlık hizmetlerini kullanmak yerine, acil servisi kullanmayı tercih etmelerinden kaynaklanabilmektedir.
Acil servis başvurularının özellikle 08:00‐12:00 saatleri arasında olmak üzere sıklıkla mesai saatleri içinde gerçekleşmesi hastaların randevu almadan hızlı bir şekilde sağlık hizmeti almaya çalışmalarıyla ilişkili olabilir.
Hangi Durumlarda ACİL’e Başvurmalıyız?
Nefes darlığı, göğüs ağrısı, sıkışması, yaralanmalar, kazalar sonucu oluşmuş veya bireyin kronik hastalıklarından kaynaklı kanamala, jinekolojik aciller (vajinal kanama, doğum sancısı, gebelerde her türlü kuvvetli ve sebat eden ağrı, sancı, tansiyon yükselmesi/düşmesi)ateşlenme, bilinç kaybı veya bulanıklığı, travma sonucu incinme ve kırılmalar, motorlu araç kazaları, iş kazaları kafa ve boyun travmaları,her türlü ani gelişen hareket bozukluğu, his kaybı, inme, felç, ani gelişen konuşma bozukluğu, vücudun herhangi bir bölgesinde şiddetli ağrı gelişmesi ciddi bulantı, kusma, ağır ishal ve bunlara bağlı dehidratasyon (susuz kalma)kronik hastalıkların yol açtığı ataklar (psikotik atak, koah, astım, migren gibi)bebeklerde ciddi emme güçlüğü, durmayan ağlama, göz bebeklerinde boyut değişimi, aşırı hareketsizlik, psikiyatrik aciller (panik atak, psikotik krizler, saldırganlık artışı gibi)alerjik reaksiyonlar (nefes darlığı, ürtiker, ciltte ve yüzde şişme, kabarma, aşırı kaşıntı gibi)hayvan ısırıkları ve sokmaları, zehirlenme veya zehirlenme şüphesi.
Sağlık Okuryazarlığı Neden Önemli?
Sağlık okuryazarlık kavramı bir ülkenin kalkınma ve gelişmişlik düzeyinin belirlenmesinde oldukça etkilidir, aynı zamanda ülke gelişmişlik düzeyinden de etkilenir. Eğitim düzeyi, gelir düzeyi, sosyal çevre ve yaşam şartları açısından refah düzeyine ulaşmış bireylerin sağlık okur-yazarlık düzeyi daha yüksektir ve bu kişilerin; Sağlık hizmetlerini doğru kullanmaları, Tedaviye uyumları, Yapacakları davranış değişiklikleri ile hastalıktan korunma eğilimleri, Sağlık politikalarına uymaları ve değerlendirebilmelerDoğru yerde, doğru zamanda, doğru sağlık tutum ve davranışlarında bulunmaları ile ülkenin sağlık maaliyeti ve sağlık harcamalarını düşürerek ülke milli gelirine katkı sağlayacaktır. Bu durumun aksini ifade etmekte mümkündür.
Toplumların sağlık kaynaklarını verimli kullanabilmesi, belki de en önemli kişisel değer olan sağlıklı yaşamın en iyi şekilde sürdürülebilmesi için sağlık okuryazarlığının geliştirilmesi şarttır.
Sağlık okuryazarlığının geliştirilmesi için multi-sektör (eğitim sektörü, sivil toplum kuruluşları, akademik çevre, medya ve iletişim sektörü, iş dünyası gibi) işbirliği içinde çalışmasına ve sektörlerin sorumluluk almasına ihtiyaç vardır. Sağlık okuryazarlığı eğitimi erken çocukluk döneminden itibaren yapıldığı takdirde olumlu sonuçlar alınabilir.