Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergi Deniz Özsoy, genetik biliminin insanlarda biyolojik anlamda "ırk" kavramının var olmadığını ortaya koyduğunu belirterek, "Dünyanın neresine giderseniz gidin, herhangi bir insan toplumunda, insan türünün genetik zenginliğinin yaklaşık yüzde 90'ına rastlayabilirsiniz. Bu bulgular, daha sonra tek gen düzeyinde ve genom düzeyinde yapılan çalışmalarla defalarca doğrulandı. Tüm bu veriler, insanları genetik olarak keskin çizgilerle ayırmanın imkansız olduğunu gösteriyor." dedi.
Prof. Dr. Özsoy, AA muhabirine, genetik biliminin biyolojik ırklar üzerine çalışmalarını ve ırk kavramının tarihsel gelişimini değerlendirdi.
Irk kavramının biyolojik değil, ideolojik ve siyasal bir temele dayandığını vurgulayan Özsoy, bu kavramın bugün biyologlar tarafından kullanılmadığını söyledi. Özsoy, "Eğer her bir toplumu diğerlerinden kesin sınırlarla ayıran biyolojik gruplar olduğunu ve buna ırk adını verdiğimizi varsayarsak, genetik bilimi böyle bir şeyin var olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Biyolojik anlamda insanlarda ırk diye bir kategori yok." diye konuştu.
- Irk kavramı sömürgecilikle bağlantılı
Özsoy, ırk kavramının modern dönemde ortaya çıktığına dikkati çekerek, "Ne antik Yunan ne de Roma'da Afrikalıya ya da Etiyopyalıya bugünkü anlamda renk ve ırk ayrımıyla bakılmazdı." ifadesini kullandı.
Irk kavramının özellikle sömürgecilik dönemiyle bağlantılı olduğunu aktaran Özsoy, şöyle devam etti:
"Bu kavram, Rönesans ve reform dönemlerinde ticaret alanlarının genişlemesiyle ortaya çıktı. Sömürgeci ülkeler, farklı coğrafyalarda karşılaştıkları insanları 'öteki' olarak tanımlayıp kendi ideolojik yüklerini bu topluluklara yansıttı. İspanyol, İngiliz ya da Hollandalı biri denizaşırı keşfe gittiğinde kendisi gibi konuşmayan, kendisine benzemeyen insanlarla karşılaştı. Ten rengi ve diğer özellikler, kafasındaki ayrımlaşmaları yapmaya yardımcı oldu."
Özsoy, 1972 yılında Richard Lewontin tarafından yapılan çalışmalara atıfta bulunarak, insan türünün genetik çeşitliliğinin büyük ölçüde ortak olduğunu ortaya koyan bilimsel bulgulardan bahsetti. Özsoy, "Dünyanın neresine giderseniz gidin, herhangi bir insan toplumunda, insan türünün genetik zenginliğinin yaklaşık yüzde 90'ına rastlayabilirsiniz. Bu bulgular, daha sonra tek gen düzeyinde ve genom düzeyinde yapılan çalışmalarla defalarca doğrulandı. Tüm bu veriler, insanları genetik olarak keskin çizgilerle ayırmanın imkansız olduğunu gösteriyor." şeklinde konuştu.
İlk genetik çalışmaların az sayıda genle ve daha çok kan grupları üzerine odaklanarak yapıldığını aktaran Özsoy, coğrafi örneklem sayısı arttıkça genetik varyasyonun süreklilik gösterdiğinin anlaşıldığını ifade etti. Özsoy, bir coğrafyadan diğerine geçtikçe genetik özelliklerin süreklilik içinde yayıldığını ancak bu durumun hiçbir zaman toplumlar arasında keskin ayrımlara dönüşmediğini vurguladı.
- Biyolojik açıdan "saf kan" mümkün değil
Özsoy, hastalıkları coğrafi ya da toplumsal düzeyde sınıflandırmanın bilimsel açıdan doğru olmadığının altını çizerek, şu değerlendirmede bulundu:
"Hastalıklarla ilgili genetik sonuçlar, anlık ve bağlamsal bir durumu ifade eder. Genetik ve çevresel faktörler, bireysel tarih, beslenme, stres düzeyi ve sağlık hizmetlerinin kalitesi gibi unsurlarla birlikte düşünülmeli. Genler ve genetik ürünler arasındaki ilişki son derece karmaşık. Dolayısıyla modern tıp anlayışı, hastalıkları belirli toplumlara özgü kılarak kategorize etmeyi çok yaygın bir pratik olarak görmüyor."
Prof. Dr. Özsoy, 2010 yılında Fas'ın Agadir bölgesinde yapılan ve aynı soydan gelen ancak farklı yaşam koşullarında bulunan üç grubun incelendiği bir araştırmanın, genetik ifadelerdeki farklılıkların akrabalıktan çok çevresel koşullardan kaynaklandığını gösterdiğini kaydetti.
Biyolojik açıdan "saf kan" ya da "saf ırk" kavramlarının insan türü için mümkün olmadığına işaret eden Özsoy, insan türünün Afrika'dan birkaç bin kişi olarak çıktığını ve dünyaya yayıldığını, bu nedenle genetik olarak çok benzer olduğunu, bazı genetik varyasyonlar belirli coğrafyalara özgü olsa bile bu durumun biyolojik ayrım yapmaya yetmediğini dile getirdi.
Özsoy, insanların Afrika'da yoğun güneş ışığına uyum sağlayarak siyah ten rengine sahip olduğunu ancak Afrika'dan ayrılan grupların mutasyonlar ve çevresel adaptasyonlarla daha az güneş alan bölgelerde açık tenli hale geldiğini ifade etti.
- "Biyolojik olarak ırklar yok ama kültürel farklılıklar mevcut"
İnsan genetiği üzerine yapılan çalışmaların, kültürel farklılıkları açıklamaktan çok insanların biyolojik olarak büyük bir aile olduğunu ortaya koyduğunu belirten Özsoy, "Tarihsel süreçler boyunca farklı coğrafyalarda çeşitli kültürler kristalleşmiştir. Türkler ve Almanlar gibi etnik gruplar bu bağlamda tanımlanabilir ancak bu kültürel farklılıklar insanları çatışmaya veya ötekileştirmeye sürüklememeli. Her kültürün olağanüstü zenginlikleri ve derinlikleri var." görüşünü paylaştı.
Özsoy, biyolojik olarak ırkların var olmadığını bilmenin insan davranışları üzerindeki etkisini değerlendirerek, bilimsel bilginin insanların sosyal, tarihsel ve toplumsal kanaatlerini kolayca değiştirmediğini vurguladı.
Irk kavramından bağımsız olarak, Türkiye'nin birçok bölgesinde, aynı coğrafyada yer alan kasabalar arasında dahi hoşnutsuzlukların yaşandığına dikkati çeken Özsoy, bunun yalnızca Türkiye'ye özgü bir durum olmadığını, dünyanın her yerinde benzer örneklerin görüldüğünü ifade etti.
Bu durumu sosyo-kültürel bir mesele olarak tanımlayan Özsoy, sözlerini "Bu zengin coğrafyada, ister ırk, ister kasaba, köy ya da mahalle düzeyinde, hatta komşularımızla ilişkilerimizde olsun, kafamızdaki kategorileri ve ötekileştirme anlayışını bir kenara bırakarak, daha kapsayıcı bir akıl ve vicdana sahip olursak ve bu yaklaşımı bilimle desteklersek, zaten çok güzel ve son derece zengin olan ülkemizin potansiyelini daha da ileriye taşıyabileceğimizi düşünüyorum." şeklinde tamamladı.