KAHRAMANMARAŞ (AA) - Kahramanmaraş Belediyesi tarafından bu yıl beşincisi düzenlenen "Uluslararası Kahramanmaraş Şiir ve Edebiyat Günleri" farklı coğrafyalarından şair, yazar ve fikir insanlarını edebiyatseverlerle buluşturdu.

Program kapsamında "İnsanın Anlam Arayışı ve Gerçeği Kurgulamak" başlıklı panelde, yazar Necip Tosun, Betül Nurata, Naime Erkovan ve İspanyol gazeteci ve yazar Fernando del Val Sanz konuşma yaptı.

Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen söyleşide yazar Tosun, büyük edebiyatçıların her zaman kriz döneminde ortaya çıktığını belirterek, "Hem İslam toplumlarında böyle olmuş hem de Batı'daki büyük anlatım, kriz döneminde ortaya çıkmış. Miguel de Cervantes, Don Kişot'u o dönemde yolculuğa çıkarırken aslında kutsaldan kopmuş modern hayattaki yalnızlığını anlatmaya çalışmış. Cervantes aslında modernizmin başlangıcını ilan etmiş." dedi.

- "Eğer edebiyat olmasaydı barbar bir dünyaya mahkum olacaktık"

Tosun, "Biggles" karakterinin de Londra'da sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan büyük krizin anlatıcısı olduğuna işaret ederek, "Balzac, Paris'i kapitalizmin hegemonyasındaki bir şehir olarak çizmiş. Tolstoy ve Dostoyevski de özellikle Batı'nın sekülerizminden sonra, 'artık Tanrı'ya ihtiyacımız yok' iddiasının ardından bir Tanrı krizine itiraz olarak çıkmışlar. Latin Amerika'daki büyülü gerçekçilik akımı, hiç kuşkusuz Post Kolonyal, emperyal dönemin bir itirazı olarak Gabriel Garcia Marquezlerle ortaya çıkmış." diye konuştu.

Doğu ve Batı karşılaştırmasında William Shakespeare ile Hz. Mevlana'yı çok önemsediğini dile getiren Tosun, şöyle devam etti:

"Kızlarıma da bu iki ismin bütün eserlerini hediye ettim. Çünkü Shakespeare, Batı'nın zihniyetini, işleyişini, yükseliş ve düşüşlerini, kaybedişlerini, iktidar mücadelelerini, kötülük ve iyiliğin doğasını çok güzel anlatır. Mevlana ise Mesnevi'de Doğu, İslam toplumlarının hayata, eşyaya bakışlarını yansıtır. Bu da Doğu zihniyetinin işleyişidir. Bunu en iyi Mevlana'da görüyoruz. Ama büyük fotoğrafta Doğu da Batı da benzer hikayeleri anlatıyorlar. Her iki medeniyet de iyiliğin ve kötülüğün doğasını anlamaya çalışıyor. Her iki toplum da ezen ve ezilenlerin dünyasını anlama çabasıyla yoksulluk ve zenginliği, zalimlik ve masumiyeti, şefkati anlatıyor. Aslında biraz daha fotoğrafı genişletirsek insanlık iyi, güzel ve doğrunun peşinde ve bunu en iyi edebi eserler ortaya koyuyor. Eğer edebiyat olmasaydı barbar bir dünyaya mahkum olacaktık. İyi ki edebiyat var."

- "Edebiyatta en güzel diye bir şey yoktur, daha güzel vardır"

Yazarlığın yanı sıra çeviri çalışmalarına da imza atan Naime Erkovan, hikaye ile insanların bağının çok ilginç olduğundan bahsederek, "Yaratılış itibariyle bize hikaye olarak anlatılan her şeyi aklımızda tutmak imkanı verilmiştir. O yüzden kutsal metinlerde bile büyük oranda hikayeler, peygamber kıssaları anlatılır. Evet öğütler, emirler yasaklar bildirilir ama büyük oranda bu metinlerde hikaye vardır. Çünkü bizim anlama, kabul etme, açma kapımız hikayeyle oluyor." diye konuştu.

Erkovan, kurmaca metinlere dair de "Ben içimden geldiği gibi yazıyorum diyebilirsiniz. Fakat kurmaca için çok müthiş bir disiplin sağlamak, bir işçilik gerçekleştirmek zorundasınız. Çünkü bu bir insan eseri ve mutlaka çalışılmaya, güzelleştirilmeye ihtiyacı var. Öğrencilerime, 'edebiyatta en güzel diye bir şey yoktur, daha güzel vardır' derim. Ne kadar üzerinde çalışırsanız çok daha güzele dönüştürebilirsiniz." görüşünü paylaştı.

- "Hikayeler bize benzersiz deneyimler sunuyor, yeniden dönüşebilmeyi öğreniyoruz"

Senaryo çalışmalarını da sürdüren yazar Betül Nurata, her hikayenin kıymetli olduğunun altını çizerek, "İnsanoğlu var olduğundan beri hikayeler anlatılıyor. Dünya kuruldu kurulalı insan hikayesiz yaşamamış. Hikaye, şüphesiz hem kendimizi hem karşımızdakini hem de dünyayı anlama çabamız. Hikaye sadece eğlenmek için değil, çok kadim bir değerimiz. Kendimizi keşfetmek ve başkalarıyla bağ kurmak, bilgiyi kuşaktan kuşağa aktarmak için elimizdeki en değerli hazine." değerlendirmesinde bulundu.

Yaşanmışlıklardan bir delil çıkarabilmek için hikayelere ihtiyaç olduğunu söyleyen Nurata, şunları kaydetti:

"Hayatta bir sürü şey yaşıyoruz ve yaşanmışlık olarak kalıyor. Ancak yaşadıklarımızdan veya başkalarının yaşadıklarından sonuç çıkartabildiğimiz zaman deneyime dönüşüyor. Aksi takdirde aynı hataları ömrümüz boyunca yapıp duruyoruz. Mesela Yusuf ile Züleyha'yı bilmesek acaba biz, biz olur muyduk? Kabil'le Habil'i tanımasak kıskançlığı, sevgiyi, affetmeyi nasıl öğrenebilirdik. Hikayeler bize benzersiz deneyimler sunuyor, yeniden dönüşebilmeyi öğreniyoruz. Kendi hikayemiz çok kıymetli evet ama başkalarının hikayelerine de muhtacız. Biz o virajlı yolu almadan, o yolda kaza yapmadan da hayat sürecimize devam edebiliriz. Hikayeler bize yaşamadığımız halde bir bakış, bir görüş, deneyim armağan ediyor. O yüzden bizi biz yapıyor. Aynı zamanda bizden öncekileri bize katıyor."

Gazeteci ve yazar Fernando del Val Sanz ise dil ve gerçekliğin ayrı şeyler olduğunu belirterek, "Her ülkenin sözlüğüne baktığınız zaman, aslında kelimeler sokakta oluştuktan, insanlar kullanmaya başladıktan çok daha sonra ancak sözlüğe girebilir hale geliyor. Dolayısıyla dil, gerçekliğin arkasında kalıyor." dedi.

Sanz, şiir ve gerçeklik arasındaki ilişkiye dair şunları anlattı:

"İnsanların gerçekliği kabul etmemesinin, 'gerçeklik böyle değil' demesinin sebebi aslında çoğu zaman o gerçeklikten hoşlanmamalarından kaynaklanıyor. Böylece gerçekliği değiştirmek istiyorlar. Bu aslında şiirde de gördüğümüz bir şey. Şiirin ana fonksiyonu zevk vermesidir, bir estetiğe sahip olmasıdır. Ölüm, hastalık ya da ayrılık gibi problemler yaşadığınız zaman edebiyatla bunu aşabilecek bir güce ulaşabiliyorsunuz. İyi bir şiir, beni şaşırtıp tam olarak olduğum yerin değişime gitmesini sağlayan, dünya görüşümü tazeleyen şiirdir. Dönüştürücü olmasından öte bir şiirde benim için değerli olan şey, müzikalliğe, güzelliğe ve gizeme sahip olmasıdır."

Kaynak: AA