Karanlık bir sokakta yankılanan uğultu, sadece bir ses mi, yoksa derinlere gömülü bir hikâyenin yankısı mı? Mustafa Alyaz, Yasin Mortaş üzerinden bu sorunun peşine düşüyor.
Şiir, bir yankıdır; insan ruhunun en derin dehlizlerinden yükselen, zamana ve mekâna yayılan bir ses. Yasin Mortaş’ın Uğultu şiiri de işte tam bu yankıyı taşıyor. Şair, kendi iç dünyasının kasvetli koridorlarında dolaşırken, okuru da zihnin en ıssız köşelerine çekiyor. Uğultu, bir ses olmanın ötesinde, bireyin varoluşsal sancılarının bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Uğultu, modern Türk şiirinde bireysel buhranların, toplumsal kirliliğin ve içsel yankılanışların simgesel bir yansımasıdır diyebiliriz.
Mortaş’ın şiiri, duyularımızı altüst eden yoğun imgelerle örülü.
Şair, şiirin açılışında hayal ile gerçeğin birbirine karıştığı bir atmosfer kuruyor:
“Elimde kalan son hayalle / şafağa doğru / düzgün bir ağaç çiziyorum”
Hayalin şafak vaktine taşınması, umut ile tükenişin iç içe geçmişliğini simgeler. “Düzgün bir ağaç çizmek” fiili, insanın kendi içindeki düzen arayışını, varoluş mücadelesini yansıtır. Ancak bu ağaç sıradan bir ağaç değildir; meyveleri çocuk yüzlerinden oluşur. Bu imgeler, insanın doğaya dönüş arzusunu, masumiyete duyulan özlemi ve çocukluk travmalarının ruh üzerindeki etkilerini barındırır.
Şair, bu büyülü doğa tasvirini aniden kan, çığlık ve bozulmayla bulandırır:
“Sonra ısırıyorum dudağımı / niçin dişim kanıyor bilmiyorum”
Şairin içsel acısının bilinçaltında nasıl yankılandığını gösteren dizeler. Kan, burada hem fiziksel hem de metafizik bir yara olarak belirir. Kendi kendini yaralama farkındalığın ötesinde bir boyuta geçmiştir; dişin kanaması anlamlandırılamayan bir acının dışavurumudur. Bu, insanın kendi sancılarını anlamlandıramadığı yine de derinden hissettiği varoluşsal bir çığlıktır.
Şairin iç dünyasındaki çatışma, bireysel bir durum olmanın ötesine geçerek toplumsal bir eleştiriye dönüşür:
“Kanlı oluklardan dökülüyor çağ / kirlendiğimizi kimseye anlatamıyorum”
Bireysel acı toplumsal bir boyut kazanır. “Kanlı oluklar” ifadesi çağın yozlaşmasını, bireyin ve toplumun günahlarla kirlenişini, savaşları, baskıları ve kaybolan insanlığı simgeler. Şair, bu kirlenişi anlatmak ister ancak bir anlatamama haliyle karşı karşıyadır. Burası, modern bireyin en büyük çıkmazlarından biridir: Görmek, hissetmek, fakat dile getirememek.
Şiirin finali, adeta bir metafizik çöküşü simgeler:
Ah / uykularım çürük bir ağaç gibi / rüzgârında uğulduyor sesimin
Uyku, bilinç ve bilinçaltı arasında bir geçiş noktasıdır. Burada uyku, dinginlik ve huzur değil çürümüşlük ve çöküş ile eşleştirilir. Çürük bir ağaç gibi sallanan uykular, zihnin sağlam bir temel üzerine inşa edilmediğini geçmişin yüküyle ezildiğini gösterir. Rüzgârda uğuldayan ses ise, bir tür kayboluşu, silinişi ve yok oluşu simgeler. Bu noktada şiir, bireyin kendi iç sesiyle baş başa kaldığı bir felsefi sorgulamaya dönüşür.
Uğultu şiiri, bireysel sancı ile toplumsal çöküşü harmanlayan derin bir eser. Şair, melankoliyi estetik bir biçimde dokuyarak okuru hem kendi içsel dünyasına hem de dış dünyanın kirlenmişliğine bir ayna tutmaya davet eder. Metaforlar, imgeler ve içsel çatışmalar, bu şiiri sadece bir duygu aktarımı olmaktan çıkarıp, bir varoluş manifestosuna dönüştürür.
Belki de şiirin en çarpıcı yanı budur: Hepimizin içinde uğuldayan, ama kelimelere dökülemeyen o içsel çığlığı duyulur kılması.
Bir şairi, sohbetiyle değil şiirlerinden tanırsınız. Yasin Mortaş’ın düzene karşı bir manifestosunu muhabbetinde değil şiirlerinde yaşarsınız. Sohbet ederken sevecen yüreğinin elleriyle avuç içine alır sizi, huzur sunar. Şiirleri ise bir haykırıştır, hissetmek isteyenlere…
Uğultu – Yasin Mortaş
elimde kalan son hayalle
şafağa doğru
düzgün bir ağaç çiziyorum
çocuk yüzü oluyor meyveler
sonra ısırıyorum dudağımı
niçin dişim kanıyor bilmiyorum
çocuk çığlıkları topluyorum
o ağacın gölgesinde
akşama takılmış çocuk bakışlarını
taşkın bir nehir yapıyorum sonra
kanlı oluklardan dökülüyor çağ
kirlendiğimizi kimseye anlatamıyorum
ah
uykularım çürük bir ağaç gibi
rüzgârında uğulduyor sesimin