Düşünce Odaklı Çalışma Ve Bilişsel Davranışçı Terapi

Çoğunlukla ben başarısızım ve yapamam gibi cümleleri siz de duymuşsunuzdur. Düşünce içeriği olarak incelendiğinde bilişsel davranışçı terapi ben başarısızım cümlesi üzerinde alternatif düşünce üreterek çalışmalarda bulunmaktadır. Düşünceyi işleme konusunda başarısızlık  yaşadığınızda bu düşünceye yönelik alternatif ne ve nasıl? Düşünce üretirimi düşünürüz. İnsan zihni birçok düşünce üretmektedir. Ne sıklıkla ve ne yoğunlukla işlevsel olmayan düşüncelere sahibiz? Ben yapamam ve ben başarısızım cümlesini ne kanıtlayabilir? Olay ile karşılaşıyorsak birden çok olay sonucunda başarıszıklık yaşamamız gerekmez mi?

Tek bir olaya dönük başarısızım ya da yapamam cümlesi otomatik düşünce olarak adlandırılır. Düşünceyi ele aldığımızda ben yapamam ya da başarısızım tipik otomatik düşüncesi sizde yoğun olarak hissedilir ölçüde sıkıntı ya da kaygıya neden olacaktır. İşlevsel olmayan düşünceler kişide yoğun kaygı ve depresif eğilimlere yol açar. Düşünce, duygu, davranış üçgeni içerisinde davranışsal kaçınmalara; örneğin sınav öncesi rahatsızlanma, işe başlama isteğinin azlığı nedeni ile çalışmama ve ders çalışmama gibi kişiye kayıp yaratacak ve işlevselliğini bozacak ölçüde negatif seyirli davranışlara ve kayıplara neden olmaktadır. Otomatik düşünceler kaçınma nedeniyle ya da kişiye yönelik olarak davranışsal bozukluklar ya da kişinin psikomotor gelişimine zarar verici düzeyde işlevselliğini bozmaktadır. Kaçınma nedir? Bir davranışı yapmama o davranışa yönelik istikrarlı bir şekilde ondan uzak durma ya da uzak durma çabası olarak söylenilebilir. Herhangi bir vakada kaçınma davranışı sosyal fobi, başarısızlık korkusu, obsesif kompulsif bozukluk gibi bozukluklarda gözlenebilir.

Biz başarısızlılık düşünceleri ile karşı karşıya kaldığımızda çocuğumuz, ailemizden biri ya da bir arkadaşımız için nedenini anlayamadığımız düzeylerde sorun kaynağı olabilir? Kişinin neden başarısız olduğu ile ilgili düşüncelerini alternatif düşünce üreterek üstesinden gelmeye çalışırız. Kendisini bir arkadaşının yerine koyarak yerinde o olsaydı sen ona nasıl tavisyelerde bulunurdun cümlesini ona sorarız. Tipik kaygı, obsesif kompulsif bozukluk, tekrarlayıcı ve işlevsel olmayan düşüncelere sahip kişilerde yoğun kaygı ve stres nedeni ile uzun süreli gözlemlerimize dayanarak o kişiye vaka formülasyonu uygulanır. İşlevsel olmayan düşünceleri üzerinde durarak kişide kaygı ve strese yönelik düşüncelerinin ne olduğu ile ilgili olarak temel düşünce, temel inanç bulunur. Kişi çevresinde olan olaylara yönelik rahatsızlık duyabilir ya da çevresindeki kişiler onun rahatsızlığı ile ilgili olarak farkındalık kazanabilirler.

Danışana yönelik çalışmalarda bulunduğumuzda danışan düşüncelerle ilgili direnç gösteriyor olabilir. Ya da düşüncelerinin mantıklı olduğu görüşünü taşıyabilir. Danışana iç görü kazandırmak terapi başlangıcında kazandırılmaya çalışan ya da hedeflenen terapide danışanın beklentisini ve terapi sonrasında yaşanabilecek faydaları göz önünde bulundurmak gerekir. Terapi sonrasında danışan hedeflenen işleve sahip mi ya da eski duruma tekrar dönme söz konusu mu? Ya da kişi işlevselliğini kaybettiğinde bu düşünceler üzerinde durmakla ilgili önemli ölçüde çalışmalar yapılabilir. Direnç kavramının kökeni psikodinamik geleneğe dayanır (Mitchell & Black, 1995; Watson, 2006). Freud’un psikodinamik terapi uygularken fark ettiği ilk şeylerden biri danışanda tekrarlayıcı biçimde ortaya çıkan ve psikoterapi çalışmasına karşı duran bir gücün varlığıdır (Yalom, 1980). Direnci tanımlamak ise kolay bir iş değildir; çünkü yapacağımız tanım, teorik yaklaşımımıza sıkı şekilde bağlıdır (Newman, 2002; Turkat & Meyer, 1982). Örnek olarak, davranışçı yaklaşımla çalışan bir terapist direnci yönergelere uymama şeklinde tanımlayabilecekken (Leahy, 2003), psikodinamik bakış açısıyla direnç, aktarıma yönelik bir savunma anlamına gelebilir (Schlesinger, 1982). Bunun yanında, direnç terapist olarak danışandan beklentilerimizin neler olduğu ile de oldukça ilintilidir (Leahy, 2003). Beklentilerimize bağlı olarak (ki bunlar da teorik yaklaşımımızla şekillenir), bir psikoterapi sürecinde direnç olarak görülen bir davranış (örn., duygular hakkında az konuşmak), başka bir tedavi kapsamında direnç olarak kabul edilmeyebilir (Leahy, 2003; Turkat & Meyer, 1982).

Teorik farklılıklara rağmen, çoğumuz dirençle ne kast edildiğini biliriz. Bunun sebebi büyük ölçüde, yaklaşımımız ne olursa olsun direncin terapide var olduğu gerçeği ile ilgilidir. Bariz örnekler arasında danışanın uzun süren sessizliği veya seanslara gelmemesi sayılabilir. Basitçe direnç, “değişime karşı koymak”tır (Basch, 1982, s. 3). Aslında direnç tedaviyi bölen bir olay olmaktan çok, terapi boyunca devam eden bir süreç olarak görülür (Schlesinger, 1982; Wachtel, 1982). Diyebiliriz ki psikoterapide direnç hep vardır (Patterson, 2000) ve danışandan çeşitli beklentileri olan bir terapist var olduğu sürece, direncin var olması kaçınılmazdır (King, 1992). Danışanla ilgili direnç ile karşı karşıya kaldıysak ve ona yönelik çalışmalarda düşünce üzerine gidebiliriz. 1900ler’in başında direnç kavramını ilk olarak kullanan psikanalitik model (Watson, 2006), danışanları terapiye getiren yüzeydeki sorunların esas sorunlar değil, danışanın içsel çatışmalarının bir temsili olduğunu öne sürmüş ve bu çatışmalar ilkel biçimde ortaya çıktığı takdirde danışana fazlaca yoğun ve kaygı uyandırıcı geleceğini söylemiştir (Leahy, 2003).Davranışçılar ise genellikle direnci ödevleri veya seanslar arasındaki görevleri tamamlamama gibi biçimlerde görülen tedaviye uyum göstermeme olarak ele alırlar (Leahy, 2003; Turkat & Meyer, 1982). Söz konusu uyum göstermeme öğrenme ve pekiştirme modellerini kullanarak açıklanır. Bu bakış açısına göre dirence sıkça katkıda bulunan faktörler danışanın beceri eksikliği, pekiştireç koşulları (örn., uygun olmayan pekiştireçler) ve terapist ile danışan arasındaki hedef uyuşmazlığıdır (Turkat & Meyer, 1982).

Tedaviye uyumu arttırmak için kullanılan pek çok tekniğe örnek olarak şekillendirme (shaping) verilebilir. Örneğin terapiye uyum göstermeme, hedefleri çok yüksek tutmaktan kaynaklanıyorsa küçük davranışsal hedefler planlanarak her adım uygun pekiştireçlerle ödüllendirilebilir (Leahy, 2003). Son olarak bilişsel yaklaşım, irrasyonel inançları direncin kaynağı olarak görür (Burns, 1999; Ellis, 2002; Leahy, 2003). Danışanların terapi ve değişimin nasıl gerçekleşeceği ile ilgili atıfları direnci belirleyen en önemli faktörlerdir (Meichenbaum & Gilmore, 1982). Buna göre, tedaviye uyum dirence değil, danışanın direnç konusundaki düşüncelerine bağlıdır (Meichen-baum & Gilmore, 1982). Danışanların “değişmek çok zor” benzeri inançları işlevsel olmasa da, bu tür düşünceleri değiştirmeleri kolay değildir (Ellis, 2002). Bilişsel terapi uygulayan terapistler danışanı terapiye daha iyi adapte edebilmek için psikoeğitim, irrasyonel düşüncelerin sorgulanması, işbirliğini arttırma, değişimin getiri ve götürülerinin belirlenmesi gibi yöntemlerden yararlanırlar (Newman, 2002).

Kaynak: Haber Merkezi