Bir önceki yazımızda toplumsal manada kalkınmanın yollarından olan Milli Savunma, Milli Gıda ve Milli İlaç uygulamalarının öneminden ve toplumsal kalkınmamıza sağlayacağı önemden bahsetmiştik. Bugün de Milli Eğitimin öneminden ve bu konuda acil olarak yapılaması gereken hususlardan bir kaçından bahsetmeye çalışacağız.
Müsteşriklerin (İslâmî konularda araştırma yapan Batılı ilim adamları) şöyle bir sözü var: Bir milleti yok etmek istiyorsanız şu üç şeyi yapın:
1. Aile yapısını tahrip edin, bozun.
2. Eğitim yapısını tahrip edin. Hocanın önemini düşürün.
3. Örnek aldıkları kimseleri küçümseyin, gözlerinden düşürün.
Aile ile eğitim birbirinden ayrılmaz bir bütünün iki parçaları gibidirler. Birinin sağlam olması diğerinin sağlam olması, birinin bozulması diğerinin de bozulması demektir. Hem aile hem de eğitim bakımından birtakım yanlışların içerisinde olduğumuz gözükmektedir. Bir şeyin kalitesi ortaya koyduğu ürünün kalitesine göre belirlenir. 30 yıldır eğitim hayatının içerisindeyim. Bu sürenin 16 yılı Milli Eğitime bağlı farklı okullarda gerçekleşirken 14 yılı da farklı üniversitelerde geçti. Halen de üniversitedeki görevime devam ediyorum. Bu süre içerisinde neslimizin sürekli olarak bir bozulmaya doğru gittiğini ve her geçen gün durumun daha da üzücü hal aldığını gözlemledim. “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” anlayış ve düşüncesinden uzaklaşarak “Bana bir şey öğretmeye kalkanın canını okurum” noktasına doğru hızla ilerliyoruz. Öğretmenin saygınlığı kaybolmuş ve öğrenci için rol model olma özelliğini kaybolmuştur. Öğrenci, öğretmenin karşısında her türlü saygısızlığı yapmaktan çekinmemekte ve bu saygısız davranışlarından dolayı da en ufak bir karşılık görmemektedir.
Yaşadığımız bu sorunların nedenleri tek taraflı değildir. Bunların kişisel, ailevi ve toplumsal boyutları olduğu gibi eğitim sisteminden kaynaklanan sebepleri de vardır. Bu sebeplerden bazılarını ve yapılabilecek hususları şu şekilde zikredebiliriz:
1. 12 yıla çıkarılan zorunlu eğitim anlayışından biran önce vazgeçilmelidir. Bir dönem siyasi gerekçelerle bu millete dayatılan zorunlu eğitim sistemi faydadan çok zarar getirmektedir. Zorunlu eğitim sayesinde mesleki eğitim bitirme noktasına gelmiştir. 12 yıl zorunlu eğitime tabi tutulan kişi mezun olduğunda, belli bir yaşa ulaşmış ve dönüşü olmayan bir yola girmiş olmaktadır. O yaştan sonra bir meslek öğrenme imkânı da pek kalmamaktadır. Kendini mecburen bir üniversiteye girmek zorunda hissediyor ve bir şekilde de üniversiteli olabiliyor. Ama gelinen noktada pek az üniversitenin iş garantisi var. Çoğu üniversite mezunlarının kendi alanlarıyla ilgili iş bulma imkânı yok denecek kadar azalmıştır. Kendi alanlarında iş bulamadıkları için başka alanlarda iş bulmaya çalışmaktadırlar.
Bir toplumda herkesin lise okuması veya üniversite okuması gerekmiyor. Toplumun iç gücüne ve meslek sahibi kimselere de ihtiyacı vardır. Fırıncıya, marangoza, tesisatçıya, inşaat ustasına, sıvacıya, boyacıya da ihtiyacı vardır. Herkesin okumaya zorlandığı bir toplumda bu meslekleri kimler icra edecek? Temel eğitim verilsin ondan sonra eğitim işi tercihe bırakılsın. Okuyabilecek ve istekli olanlar eğitimine devam etsin. Okumaya meyli olmayan kimseler de bir an önce hayatlarını devam ettirebilecekleri meslek seçimine yönlendirilsin.
2. Ailelerin bilinçlendirilmesi esastır. Eğitim denince sadece bir bilgisayara bilgi yüklemek gibi çocuğa bilgi yüklemek anlaşılmamalı. Çocuklar üzerinde olumlu davranış değişikliğine sebep olabilecek değerler de öğretilmelidir. Çocuklarımızın sadece deneme sınavlarında gösterdikleri performansa ve ortaya koydukları netlere odaklanmamalı. Onların ahlaki anlamda yetişmelerine katkı sağlayacak yollara başvurulmalıdır.
Milli Eğitim’de çalışırken “Veliler Toplantısı” olurdu ve her branş öğretmeni bir sınıfa bulunurdu. Çocuğunun Matematik dersindeki durumunu merak eden Matematik hocasının bulunduğu sınıfa gider, Fizik dersini merak eden Fizik hocasının sınıfına giderdi. Hangi sınıfa baksan içeride en az 15-20 kişi öğretmen ile görüşmek için sıraya girmiş kimseleri görürken Din Dersi öğretmenin bulunduğu sınıflar ya boş olurdu ya da bir iki kişiyi geçmezdi. Bu da toplumsal mamada dine ve çocuklarımızın din ile ilişkisine bakışımızı göstermektedir.
3. Eğitime en fazla zarar veren şeylerden birisi de bazı filim ve dizilerdir. “Hababam Sınıfı” ile başlayan bu süreç farklı şekillerde devam etti. Sırf birilerini güldürmek adına oynatılan bu tür filimler, öğrenci ve öğretmenler üzerinden olumsuz bir etki bıraktı. Öğrenci o sahnelerde gördüğü kişilikleri kendi sınıfında ve kendi öğretmenine karşı sergilemeye başladı. Dini ve milli değerler aşağılandı. Dini değerlerimizden olan ve “Üç Aylar” olarak isimlendirilen Recep, Şaban ve Ramazan ayları vardır. Bu üç isim “İnek Şaban, Güdük Ramazan ve Recep İvedik” modelleriyle adeta alay konusu haline getirildi.
Filim ve dizilerin kişiler ve toplumlar üzerinde etkisini düşündüğümüz de bu tür yayınlar konusunda ne kadar hassas olunması gerektiği anlaşılmaktadır. Değerlerimizi ayakaltı edebilecek yayınlara asla izin verilmemelidir. Tam tersi yayınlar tercih edilmelidir. Öğretmenin saygınlığını artırıcı, değerlerimizi hatırlatıcı yayınlar, filimler, diziler yapılmalıdır.
4. Sosyal Medya kullanımına bir sınırlama ve düzenleme getirilmelidir. Sosyal medyada bir şeyler paylaşmak ve yapmış olduğu paylaşımın daha fazla beğeni almasını isteyen gençler akla hayale gelmedik işlere kalkışmaktadırlar. Öğretmenlerini ve dersini bu tür eylemleri için birer aracı olarak görmektedirler.
5. Öğretmenlerin daha fazla özverili olması. Öğretmen-öğrenci ilişkisi sadece sınıfta ve ders ortamında olmamalı. Öğretmen bu ilişkiyi sınıf dışına da taşıya bilmelidir. Dışarı da öğrencisini gördüğünde halini hatırını sorabilmeli, ona gerektiğinde bir yemek veya çay ısmarlayabilmeli, sıkıntılı hallerinde sıkıntısını paylaşabilmeli, hastalandığında ziyaret edebilmelidir.