Yeryüzündeki çekişmelerin-güçlülerin tepişmelerinin- tozu dumanına kapılan insanlar, zannediyorlar ki hep güçlüler kazanır.
Müslümanların başı dertten kurtulmuyor. Y a diğer ümmetler bizi kırıyor, ya biz bizi kırıyoruz. İslam coğrafyası, açlık, çaresizlik, şiddet, dehşet ve katliamlarla kırılıp gidiyor. Kanımızın akmadığı, ahımızın feryada dönüşmediği gün yok.
Rabbim, “yeryüzü Salihlerin (Yani iyilikten ve barıştan yana olanların) mirasıdır” buyuruyor ama biz kendi yurtlarımızda bile kendi mülkümüze sahip olamıyoruz. Kendi yurtlarımızda bile başkasının hizmetinde çalışıyoruz.
Ve yazık ki bunu hep maddi sebeplerde arıyor, nefsimizi ıslah etmeyi hiç düşürmüyor, gerçekten barış ve huzuru hak edip etmediğimize bakmıyoruz…
Ve Rabbimiz and içiyor ve diyor ki “Yemin olsun, zikirden (Tevrat’tan) sonra (Davut’a verdiğimiz) Zebur'da şunu yazmıştık: “Yeryüzü Salih kullara miras kalacaktır” (Enbiya, 105)
Bu ayet, tabii ki öncelikle Davat (as) ile Talut arasındaki mücadeleye bakıyor. Daha doğrusu kimin hak kimin batıl olduğunun zahiren belli olmadığı tüm mücadelelere ve kavgalara bakıyor. Ve galibiyetin kimin hakkı olacağının ölçüsünü koyuyor.
O yüzden de bu ayeti günümüz meselelerine tatbik edebiliriz. İnanıyorum ki bu ayet belki Hz. Davut ile Talut mücadelesine doğrudan bakıyor amma tarih ve mana itibarıyla bizim çağımıza ve Türkiye’ye daha ciddi bakıyor… Hatta belki de öncelikle Türkiye’de devam etmekte olan‘dip’ mücadelelere bakıyor. Siyaset içindeki çekişmelere, millet ile terör örgütleri arasındaki mücadelelere ve en geniş manasıyla da Müslümanlarla dünyanın tüm kaynaklarını ele geçirmiş Siyonist zındıka komitesi arasında süren çok yünlü mücadelelere bakıyor.
Evet, bu ayetin ilk haliyle inişi Zebur’la olmuştur. Zebur, Davut Aleyhisselama gelen ayet ve ilhamları ihtiva etmektedir. Talut ile Davut arasında en çetin mücadelelerin devam ettiği,Talut’un Davut’u yok etmek için sürekli tuzak kurduğu ve Davut’un da kavga olmasın diye diyar diyar kaçtığı bir anda Hz. Davut’a bildirilmiş bir vahiydir:
“Önünde sonunda dünya Salihlere miras kalır”
“Barıştan Yana Olan Kazanır”
Evet, dünya önünde sonunda Salihlerin, yanı hakiki manada barıştan yana olanların olacak. İkisi de güya ‘iyi’ tarafta yer alan, Talut ile Davut (as), bilindiği gibi Calut’un öldürülmesinden sonra iktidar kavgasına tutuşmuşlar, Calut düzeni yerine inşa edilecek yeni devletin yapılandırılması hususunda ihtilafa düşmüşlerdi. Talut, yalnızca kendisinin hükümran olmasını, her şeyin kendi istediği gibi olmasını istiyordu. Üstelik de ilahi desteğin Davut’tan yana geçtiğini bile bile. “Davut’a mal edilen başarı benim dehamın eseridir” diyordu. Bunu tüm ‘beni israil’e kabul ettirmek için, ilahi teyidin kendi hakkı olduğuna inanıyordu. Davut, ondan rol çalıyordu. O yüzden de onunla çetin bir mücadeleye girişmişti. İşte tam o esnada Cenab-ı Hak Davut (as)’a böyle seslenmişti:
“İnne’l- arda yerisuha ibâdiyye’s-sâlihûn” (Muhakkak ki mülke varis olacak olanlar Salihlerdir!)
Dolayısıyla emin olabilirsiniz ki Suriye’deki, İran’daki, Türkiye’deki çekişme ve siyasi kavgaların en son galibi Salihler olacaktır.
Ayette, Davut’a ‘sen galip geleceksin’ denmiyor. “Yeryüzü Salihlere miras kalacaktır” deniyor. Yani kim nefsini ıslah eder, kim hakiki manada imanın icaplarını yerine getirir ve ona uygun hareket ederse o kazanır diyor, ayet.
Nitekim Hz. Musa, Firavun ile çekişmenin en çok kızıştığı ve Firavun’un tüm güçleriyle İsrail kavminin üzerini çullanıp çocuklarını kestiği, her gün yüzlercesini öldürdüğü bir anda Hz. Musa kendi taraftarına şöyle sesleniyordu:
“Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Âkibet muttakilerindir (Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır)” (Araf, 128).
“Siz de orları öldürün, Vurun, kırın, sarın yarın, zarar verin” demedi.”İnançlı duruşunuzla, temiz ibadetinizle Allah’tan yardım isteyin” dedi. Nitekim Cenab-ı Hak da “Sabır ve Namaz ile Allah’ın yardımını isteyin” (Bakara, 45) buyuruyor.
Tabii ki oturun, hiçbir şey yapmadan bekleyin demek değil bu. İbadet ve namaz ve tabii sabır “işlerin en azimidir. Topluma ve halka düşen budur. Nefsini düzelterek, kardeşini sevmeye kendisini alıştırarak, sıkıntılara sabrederek, ilahi lütfün kendisinden yana dönmesini sağlamak.
Aksi takdirde yaptıklarının ekseriyeti, İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek olur. Mamafih, şimdi hem Türkiye’de hem İran’da ve Suriye’de ve dahi Irak ve Katarda, emirliklerde herkes, derin bir ihtiras ile zalimlerin değirmenine su taşıyor.
Musibetlerin Sebebi Müslümanların Safdilliği!
Yeryüzündeki çekişmelerin - güçlülerin tepişmelerinin- tozu dumanına kapılan insanlar, zannediyorlar ki hep güçlüler kazanır. Mamafih zahirde ve kısa metrajda öyle olduğu da görülür. Bu yüzden de çoğu insan gibi bazen müminler de bu hayhuya kapılarak, bu mülkün asıl sahibinin Allah olduğunu unuturlar ve ye’se, karanlığa ve körlüğe düşüyorlar: Amerika şöyle yapmış, İsrail böyle istemiş, Rusya şöyle demiş, Çin aslında şöyle düşünüyormuş, İngiltere ve Almanya saman altından su yürütüyormuş vs. gibi ‘züğürt çenesine ot’ kabilinden, uluslararası dedikodulara kulak kabartarak, hem imanların zarar veriyorlar hem de, bu fısıltıları kasten yayanların işini kolaylaştırıyorlar….
Böylece hem yüreklerindeki azmi zaafa uğratıyorlar, hem de Allahın mülkünde bir takım fanileri‘müsebbib-i hakiki’ sanma gafletine düşerek şirk koşuyorlar.
Sakın sakın, sizi aklın icaplarını yapma yolunda atalete sevk ettiğimi sanmayın. Elbette her mümin üzerine düşen tüm gayretleri göstermek ve yapması gerekenleri yapmakla mükelleftir ve aksi düşünülemez. Ama mümin, Allah’tan başkasını vekil kabul etmez ve onun mülkünde hiçbir esbaba ciddi tesir hakkı tanımaz. Bilir ki başa gelenler bir hak ediştir. O hak edişten kurtulmak için yapması gerekeni yapar ve işlerin sonunu Allaha bırakır. Kendi aczinden dolayı düştüğü halleri, zalimlerin bir başarısı görmez.
Mesela bugün İslam âleminin içine düştüğü utançlı durum, düşmanlarının hakkaniyetinin ve çabalarının eseri değildir. Aksine, kendi ataletimiz ve kötü ahlakımız, Kuran’dan inhırafımız (Kura’nın emirlerini arkaya atmak) neticesinde gelip bizi bulan neticelerdir ki bizi zalimlerin insafsızlığına teslim etmiştir. Onlar da gelip bir yandan yurtlarımızı talan ediyorlar, bir yandan da bizi birbirimize kırdırıyorlar.
İslam birliği, İslam beraberliği deyip duruyoruz. Peki, hangi Sünni hakiki manada bir ‘Şiiyi’ veya Aleviyi bağrına basabiliyor veya tahammül edebiliyor. Saddam hiç yere İran’a saldırtıldığında, hangi Sünni, Saddam’ın yakasından tutup, ‘ayıp ediyorsun’ dedi.
Yahut hangi Alevi veya Şii, başka türlü davranma şansı varken, Sünni kardeşinin lehine tanıklık etti? Yahut Sünnilere gelen bir kırım karşısında irkildi?
Dediğim şu ki, İslam kardeşliği de İslam birlikteliği de henüz hak ettiğimiz şeyler değil. Ben birkaç yazımda ısrarla “Türkiye şu Suriye meselesinde yanına İran’ı mutlaka almalı. Almazsa, almayı başaramazsa tek başına hareket etmesin. Ederse bu İslam halkları arasına yeni husumetlerin başlamasına sebep olur” dedim durdum. Ve maalesef oldu işte. Kim haklı kim haksız artık ne fark eder. Artık hangi topa dokunsanız kan dökülecek!
Ve üstelik iş öyle bir noktaya geldi ki Türkiye’nin tüm hizmetleri Amerika hesabına, İran’ın tüm yaptıkları Rusya’nın ve Çinin menfaat hanesine yazılıyor. Kaybeden ise Müslümanlar oluyor maalesef!
Bediuzzaman; bu hali, Müslümanların dualarının kabul edilmemesinin sebebi sayıyor ve şöyle diyor:
"Bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne (küçücük bir menfaat karşılığında) affetmesi; ve bir tek haseneyi (iyiliği) , binler seyyiatı (günahı ve cinayetleri ) işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden (zalim) adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan (esasında çok az olan fasıklar ve zalimler), safdil taraftarla (aymaz Müslümanlar sayesinde) ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüp eden musibet-i âmmenin (çoğunluğun hataları sonucu başımıza gelen musibetlerin) devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler; “Biz buna müstehakız” derler." (Kastamonu Lahikası, 19. Mektup)
Rabbim bizi affetsin, affetmesine vesile olacak işlere sevk etsin ki biz de kurtuluş yüzü görelim. Ve Hz. Yakup gibi “Umulur ki rabbim hepsini bize getirir” (Yusuf, 83) diye dua edelim!
Belki Rabbim merhamet eder de İslam yurtlarının tüm acılarına bir anda son verir!
(İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Adem Baştürk hocamıza acil şifalar diliyorum. MAB.)