Bizim kültürümüzde 'dört tarafında alım-satım yeri' anlamındaki 'çarşı' sözcüğü, Farsça 'çehar' (dört) ve Arapça 'suk' (alım-satım pazaryeri sözcüklerinin kaynaşmasından 'çarsu' değişerek 'çarşı' olmuştur. Farsça-Türkçe Burhan-ı Katı sözlüğünde, 'çarsu'dan bozma 'çarşı' için dört köşeli demek olup dört taraftan girilip çıkılan ticaret yeri anlamındadır. (Necdet Sakaoğlu, Osmanlı Çarşıları Atlası) "Çarşılarda işyeri birimi dükkândır. Benzer üretim veya pazarlamaların yapıldığı dükkân ve işlerlerinin karşılıkla sıralandığı çarşı sokaklarına 'arasta' denirdi. Eski esnaf ahlakı gereği dükkânların önünde müşteri celbedecek 'mostra' bulundurmak ayıp hatta günah sayılırdı. Dükkânlarda tabela adetinin nihayet 150 yıllık bir geçmişinden söz edilebilir. Arasta yapılanmalarında 13 ve 14. yüzyıllarda Anadolu'daki güçlü Ahilik, fütüvvet geleneklerinin etkili olduğu kesindir. Türk çarşılarının, cuma camisi -ki buna cami-i kebir, ulu cami deniyordu- ile bedesteni merkeze alarak gelişmesi, yöresel organizasyon, gereksinim, tüketim koşullarıyla doğrudan ilişkiliydi. Kent çarşılarında her esnaf kesiminin geleneğine, çalışma ve gedik düzenine göre organize olan, bir veya birkaç sokağı sağlı sollu işgal eden; aynı üretimin yapıldığı veya aynı türden malların satıldığı işyerleri kuruluyordu. Bütün kentlerde en yoğun iş kolu kavaflık, yani ayakkabıcılık olduğundan Edirne'de Selimiye Camii dış avlusuna bağlı kavaflar (ayakkabıcılar) arastası gibi, anayollar üzerindeki işlek kentlerde bir büyük çarşı hacminde kavaflar, yemeniciler, çarıkçılar arastası olur; her tezgahın ustaları kalfaları, adeta geceli gündüzlü çalışır; ürettiklerini dükkanlarının içine dışına hevenk hevenk asarlardı.Ham deri işleyen ve akarsuya yakın olması gereken debbağlarla; demirciler, bakırcılar gibi gürültülü, ateşli, isli paslı işkolu arastaları çarşının uç ve uzak noktalarında yer alırdı. Terziler, kumaş satıcıları arasında kebapçı bulunmasını yasaklayan fetvalar vardır. Kavaflar, köşkerler, yemeniciler, saraçlar, semerciler, nalbantlar bir arastada; kasaplar, kebapçılar, aşçılar başka, manifaturacılar, yorgancılar, takkeciler, yağlıkçılar, terziler, kürkçüler, kapamacı dükkanları, yün, pamuk, iplik satıcıları bir başka arastada faaliyet gösterirdi.(Necdet Sakaoğlu, Osmanlı Çarşıları Atlası) "Anadolu Selçukluları zamanında dini ve iktisadi örgütlenmenin adı fütüvvet'dir. Müritler hacat-ı asliyeleri toplayıp tekkedeki şeyhe getirir, şeyh de ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı." (İsmail Çetin, Yozgat/Sarıkaya, 1956 doğ. Tarih Öğr., Kayseri).
1237-1238 yılından beri karye (köy) olduğu bilinen Efsus'un bedestenli bir çarşıya sahip olması oldukça anlamlıdır. 1237 ve 1238 senelerinde iki defa Kayseri'ye, Sultan II. GıyaseddinKeyhüsrev nezdine, elçilik ve vazifesi ile gönderilmiş olan Halep Eyyubi Devleti veziri müverrih Kemaleddin el Adîm, bu seyahatlerinde Elbistan'dan geçmiş ve Efsus'a uğramış ve bize her iki kasaba hakkında malumat vermiştir… Efsus'a uğrayan ve Eshab-ı Kehf'in mağarasını ziyaret eden İbn el-Adim, bu kasabanın harap bir halde olduğunu, surlarının enkazının ve duvarlarının bir kısmının mevcut bulunduğunu, harap şehir yerinde bir mamur köy mevcut olduğunu yazmaktadır. (Mükrimin Halil Yinanç,İslam Ansiklopedisi)
Efsus, köy hayatı yaşadığı halde şehir kültürünü yaşatan küçücük de olsa bir çarşısı -manifaturacıları, köşkerleri, çuhacıları, demircileri ve terzileriyle- olan bir köydür. Deriden çarık, yemeni, papuç, kelik, çizme, filar ve terlik çeşitlerini diken zenaat erbabına köşker, bu işe de köşkerlik denir. Dulkadiroğullarına başkentlik yapmış bir kent olan Elbistan'ın yakınında (25 km) ve nüfusu ancak bir köy kadar olan bir beldenin çarşı kültürünü yaşatmasının nedenleri ancak, geçmişteki büyük bir kent yaşantısının kültürel birikiminin izlerinde aranmalıdır. Çünkü, Afşin'in isim atası olan Arabissos, tarihte Asur, Roma ve Bizanslılar döneminde yolların kavşağında MÖ: 8. asır (725-705) dan beri ayakta kalan geçmişiyle Kayseri, Sivas ve Maraş üçgenini içine alan Roma'nın "Kapadokya Eyaletinin Kataonia bölgesinin askeri merkezi ve ordusunun da karargâhı" (Ramsay, Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası) olduğundan şehir kültürünü yaşatması tabiidir. Ayrıca, Ashab-ı Kehf Külliyesinin içinde, müderrislerin ders verdiği bir büyük medresenin bulunmasından ve külliyenin yöneticilerine Selçuklu ve Osmanlı sultanlarının hanedanlık payesi vermesini de göz ardı etmemek gerekir. Bunun somut örneği EfsusHanedanlarının ve Ashabı Kehf Külliyesi Hazinedarlarının yaptırdığı 350 yıllık eski taş binanın -Ömer Ağanın oğlu Kemal Akkaya'ya ait iken Vakıflar Müdürlüğü Milli Kültür Varlıkları içine alarak Afşin Belediye Başkanlığınca Konak olarak onarımı yaptırılmıştır. Taş binanın 1. Katındaki tavan döşemesi ve merteklerin fotoğrafını inceleyen C.U. Fen Edebiyat Fakültesi İslam Sanatları Tarihi Öğr. Üyesi Doç. Dr. Erdal Eser, 17. ve 18. Yüzyıl Osmanlı tavan döşemeciliğinin eşsiz örneklerinden biri olduğunu belirtmişti.
Afşin'in şirin çarşısıyla özdeşleşen Şadırvanın yapılmazdan (1936) önce yerinde bedesten denilen tek katlı karşılıklı dükkânların bulunduğu üzeri tahtalarla örtülü kapalı bir çarşı vardı.(Mehmet Demir, 1923, Afşin doğ.)Ticaret yapılan bu tür dükkânlara Osmanlı şehir kültüründe 'arasta' ismi verilir. (Sanat Ansiklopedisi, 'Arasta' maddesi).
Bir de Büyük Han denilen Köşker Çarşısı vardı. Ayrıca Bedesten'in dışında Demirci dükkânları da vardı. Babamın -Süllü İbrahim'in- dükkânı büyük handaydı.(Mehmet Demir), Efsus'un (1930-1940) arasında hatırlayabildiğim çarşısında (Bedesten), Müezzin Sadık Ali'nin, Gövahmetlerin Kazım Gök'ün, Pafkörüklerin Bayramın (Fırıncı İsmail Ertekin'in babası), Kulaksız Bekir Çavuş'un, Çapıtbaş'ın Hüseyin Efendinin, Darendeli Dişçi Mehmet Ali Çekici'nin, Cevlanlı Hacı Hüseyin (İbrahim Özdemir'in amcazadesi, Behzat, Cafer, Abdurrahman ve Hacı Mehmet Özdemir'in babaları)'in,Demicialilerden Mehmet Sönmez'in, Kanlı Ali'nin Velinin, FiniMemed'in ve Hacıkel İbrahim ve Hacıhasan'ın dükkânları vardı.(Mehmet Bardız, 1922 Afşin doğ.)
Afşin'in İlk Caddeli ve Meydanlı Çarşısı (1943)
1960 ve öncesinde doğan Afşinliler, Belediye binasından Eski Garaj ve Dayı Oteline kadar uzanan her tarafı akasya ağaçlarıyla gölgelenen küçük ve sevimli caddesini hoş bir duyguyla hatırlar. Baharın gelip akasya çiçeklerinin açmasıyla, çarşıyı sanki bir gelinin boydan boya beyaz duvağına döndürmesinin yanında mis gibi bir doğal koku da yayılırdı. 1944'te ilçe olan nahiyemizi 1941 ve 1943'te iki kez ziyaret eden Elbistanlı hemşerimiz ve mebusumuz Hasan Reşit Tankut'a kulak verelim. "Şehrin göbeğinden Elbistan'a doğru götüren cadde üzerinde idik. Tatlı bir kalkınma, yapma gayreti ve hareketi görülüyordu. Hükümet binası, çatısına kadar yükselmiş, Halkevinin yeri çevrilmiş, dıvarlanmıştı. Bir şehirlilik ahlakıyla iç varlığı aydınlanmış olan sevgili Efsuslular körpe fidanlı yeni ve temiz caddelerinden bizi asrî hamamlarına doğru götürüyorlar." (Hasan Reşit Tankut, Maraş Yollarında). 1928'den 1950'ye kadar belediye başkanlığı yapan Cevlanlıoğlu İbrahim Özdemir'in döneminin ben ancak 1937-1950 yılları arasında kısmını hatırlıyorum. Belediye Encümenlerinden Fındık'ın oğlu Mehmet Güzel (Berber Fuat Güzel'in babası)'i, Çelebi Beşir (Kahir Kayran'ın babası)'i ve Hacıalilerin Mahmut Gönen'i hatırlıyorum. Kosçuların Hacı Ali Gönen de belediyede kâtip ve muhasebeciydi. Belediye Çavuşları (Zabıta memurları) ise, Ali Kâ (Mehmet Yaşarın babası)'yi, Hayrullah Yener (Mehmet Yener'in babası)'i hatırlıyorum. (Ömer Özsoy (1922)-İsmail Yanar (1923) .
Osmanlı döneminde Çarşı Çavuşlarının başkanları olan Çarşı Ağaları varmış. Bunlar şehirde yapılan ticaret işlerinden alınacak vergi narhı ve miktarını belirlermiş. Çarşı Ağalarının Osmanlının gerileme dönemlerinde her tür ticaret yapandan ve esnaftan vergi toplama usulünün karikatürize edilmiş bir öyküsü vardır. Gerileme Döneminden sonra yeni fetihlere çıkamayan, çıksa da yenilgiyle dönen Osmanlı Sultanları, çareyi yeni vergiler koyup tamtakır olan hazineyi denkleştirmeye çalışırlarmış.
"Tozmasın diye Şadıravan'dan doldurduğu elindeki su tenekesiyle çarşıyı sabah akşam iki kez sulayan ve geceleri çarşıyı aydınlatmak için köşe başlarında yakılan fanuslu gaz lambalarını yakma ve söndürme görevini yapan belediyenin temizlik görevlisi Kambur Mıstık'ı hatırlıyoruz.(Ömer Özsoy (1922)-İsmail Yanar (1923). 1954 yılında hizmete giren Hükümet Binası yapılmazdan önce yerinde lahana tarlası vardı. Çarşıdan tarafta ise Kamil Baba isimli muhacir kökenli bir amcanın bakımını yaptığı ve gül yetiştirdiği Millet Bahçesi vardı. Kendisi, ibriğinin ibiğine bir fıskiye takarak gülleri itinayla sular, biz çocuklara da koparttırmazdı (Yusuf Güven, Ömer Yazgan, Hüseyin Demir, Zekeriya Pıçak ve Ömer Tekin).
1941 yılında Efsus'u ziyaretinden iki yıl sonra ilçedeki gelişmeleri görmek için gelen Maraş mebusu, Hasan Reşit Tankut'tan Afşin'de bu doğal güzelliğin nasıl oluşturulduğunu dinleyelim. "Aradan çok geçmedi. İki yıl sonra (1943'te) tekrar Efsus'a geldiğim zaman kasabının ortasını, iki yıl önceki sinek bulutundan sıyrılmış buldum. Ne mi yapmışlardı? Dağınık suları arklarda toplamışlar, pazaryerini temizlemişler, kasabanın üst ve alt geçelerinde genel ayakyoluyapmışlardı. Günümüzde hela'nınArapça'da boşluk, ıssız yer anlamından hareketle tuvalet anlamında kullanıldığını öğreniyoruz.
Bu ayakyolları geniş, temiz, her mevsime göre korunmuş rahat birer hacet giderme yerleri idi. Yakın yıllarda gezdiğim, küçük, büyük kasabalarımızın hiç birinde bu yolda ve bu kadar mükemmel (işe) hatta bir teşebbüse, bir başlangıca bile rast gelmedim. Yabancı gezginlerin bizde didikledikleri (tenkit, teşrih) konularından biri de bu ayakyolu konusudur. Her nereden ne sebeple olursa olsun kasabaya gelen bir kimse, bir genel ayakyolu bulamadığı için bazen sıkıntının en çatlatıcısını çeker. Ve çok kere gözü hiçbir şeyi görmeyecek kadar dönünce bir izbeyi, bir ören içini, bir duvar dibini abdesthane olarak kullanmak zorunda kalır. Pisliği, pis görünüşü, mikrop yuvalarını bir tarafa bırakın; bu izbeler, bu dıvar dipleri, bu ören içleri, karasinek bulutunun temelli kaynağı olur(Hasan Reşit Tankut, Maraş Yollarında).Vekilimize hak vermemek mümkün değil. Bir de ülkemizin 60-70 yıl sonra maddi medeniyet bağlamında ne denli atılımlar yaptığını fark etmemizin yanında manevi medeniyet (toplumsal ilişkilerin, nezaket, nezahet ve düzeyliliği) üzerinde de kafa yormamız gerektiğini düşünmek durumundayız.
Efsus Belediyesi yalnız bu düşünceden ve bu başarısından dolayı gönül dolusu şükre ve minnete hak kazanmıştı. Kasabayı geziyorduk: Çarşı meydanlanmış, dükkânlar kepenkleşmişti. Çarşıyı açmak, meydanlamak güç bir iş olmakla beraber bir belediye işidir. Fakat büyük merkezlerden uzakta, yol ve ulaşımda en acı bir anlamda yoksulu olan bu küçük nahiyede dükkânların birden bire kepenklenmesi; üzerinde durulacak önemli ve sosyal bir meseledir. Burada Efsus halkının doğal (cibilli) kabiliyetini görmek, öğrenmek sevmek, ona övgünün (medh), sevginin en içtenini ayırmak gerekir. Kepenklerin hepsi demirden ve aynı çeşittendi. Temiz ve temizliğe vurgun Efsuslular, Belediyenin iyi niyetli gayretini görür görmez söz ve el birliği ederek Belediyelerini arkalamışlar, emek ve mal fedakârlığında çok ileriye gidebilmişlerdir.Bu yıl, yani 1943'ün Ağustosunda geldiğimiz zaman Efsus'u medeni bir şehrin en başta edinmesi ve kazanması gerekli ana şartların başlıcalarını toplamış bulduk. Cadde döşenmiş, ağaçlanmıştı. Esnaf çarşının belli yerlerinde özel yerlerini almış, iş çeşidine göre bö1ümlenmişti. Sokakların başlıcalarıkaldırımlanmış, o kısımlarda toz, duman sönmüş silinmişti. Efsus için artık küçük bir şehir diyebiliriz. Çünkü temizlik, kıyafetleri düzeltmiş ve şehir konforu halkın durumunda, tutumunda ince, ayık, duyan, anlayan, bir derli topluluk yaratmıştı(Hasan Reşit Tankut, Maraş Yollarında).