Birçok yerde şu şikâyetleri duymaya/ okumaya başladık:
• “Neden ramazan topu atılmıyor?”
• “Ramazan davulu neden çalınmıyor, çalınıyorsa duymuyoruz.”
• “Neden iftar çadırı kaldırıldı?”
Bunlar sosyal medyada da soruldu ve eleştirildi, özel olarak gönderilen birkaç arkadaş da yazmamı böylece gündeme taşımamı istedi.
Vakti geldiğinde kaldırılan veya kendiliğinden kalkan bazı adetleri 50-60 ve daha yukarı yaştakilere de sorsaydık onlar da başka şeyler isteyebilirdi:
• Neden ramazan davulcuları mani söylemiyor?
• Ramazan davulcuları bahşiş toplarken aile reislerini neden “övmüyor?”
Özellikle ramazan davulu ve top atışı bir şeyin başladığını veya bittiğini haber vermek için -başka hızlı haberleşme aracı olmadığı devirlerden beri- gerekli görülen uygulamalardı. Yüksek tepelerde yakılan ateş ve duman ile ayna ile haberleşmeden tutun, ses (boru, top, çığlık…), davul, çan hatta ezan buna örnek olarak sayılabilir.
Çok önceleri bir yana, ellili, altmışlı, yetmişli yıllarda bile bir iki davulcu ekibi, sahura kaldırmak için mahalle aralarında gezerler ve bir saat sürmeden Elbistan’ı tamamlardı. Saat birde başlasalar iki gibi gezmedik sokak, cadde bırakmazlardı. Peki, bu uygulamaya neden ihtiyaç duyulurdu? Şundan: O yıllarda evlerin çoğunda kurmalı saati yoktu, radyo yoktu, hatta cep veya kol saatleri bile sınırlıydı. Halkımızın çok büyük bölümü telefonu ancak birkaç mağazada, bankada, bir iki okulda, PTT binalarında ve filimlerde görüyorlardı. Bu durumda sahur vaktinin geldiğini nasıl bileceklerdi? Birbirine nasıl haber vereceklerdi? Elbette sokaklarda gezen davulcunun çaldığı davulun sesi sayesinde… Buna rağmen uyanamayanlar olurdu da bitişikte veya yakınında oturan akraba, konu komşu yetişirdi imdada. Penceresine bakınca perdenin gerisinde lambalarının yanmadığı anlaşılan ve oruç tuttuğu bilinen komşu kapıları ya tıklatılarak ya da pencerelerine küçük bir taş atılarak uyandırılırdı. İmkanı olmayan aileler samimi olduğu komşusundan rica ederdi: “Bizim uyhumuz çok ağır anam, davılcıyı da duymuyok, zurnacıyı da.. Amman bizi de zöhüre galdırın heeri!”.
Peki, o vakitler günün orucunun bittiği nasıl anlaşılırdı? Damlarda, açılmış pencerelerde İFTAR TOPUNUN atılması ve atılır atılmaz da müezzinlerin ezana başlamasıyla… Top güm der demez ellerdeki lokmalar, su, zeytin, hurma vs besmeleyle ağızlara girerdi. Top duyulmayacak bir yerde yaşayanlar, damlardan, balkonlardan veya müsaitse pencerelerinden minarelere bakarlardı. Önceleri müezzinin şerefeye çıkıp elini kulağına götürerek okuyacağı ezan gözlenirdi. 60’lı yılların ortalarından itibaren -yani şehrimize elektrik gelince- tam iftar vaktinde minarelerin ışıklarının yanmasına bakılırdı. Bu ışıkları uzaktan Elbistan’ı gören köylerin halkı bile gözlerdi. Ellerde ‘Oruç açımlıkları’ olduğu halde beklenir, yansa da oruç açılmaz, müezzinin “Allahü ekber…” diyerek ezana başlaması beklenirdi.
Artık top atmanın bir anlamı kalmış mıdır?
Şunu da sorabiliriz: Her köyümüz, biz de top atılmasını isteriz, biz de davul çalınmasını isteriz derlerse haksız mı olurlar?
Bunların kaldırılmasına eleştirel yaklaşanlara şu soru da eklenebilir: Köylerde bu (ramazan davulcusu ve top atışı gibi) adetler neden hiç olmamış (ben böyle biliyorum, yanılıyorsam bilen bir dost lütfen düzeltsin) ve şimdi de olması istenmiyor?
Günümüzde çeşit çeşit saatler, akıllı akılsız telefonlar, radyolar ve televizyonlar neredeyse saniyesi saniyesine orucun ne zaman başlayacağını ve biteceğini belirtecek tekniğe sahip. İmsakiyeler de cabası…
Yani ikinci bir haberciye ihtiyaç kalmamıştır, hele de davulculara ve topa... Zaten eskisi gibi öve öve, maniler söyleye söyleye gezen uzun ramazan gecelerine neşe, eğlence katan davulcu da yok; onları bilen de yok, o şekilde gezmelerine ve şehri bitirmelerine imkân da yok… Başka bir deyişle davulcuların kültürel, geleneksel ve özlenecek hiçbir özelliği kalmamıştır. Ramazan topu da öyle. (Elbistan’da ramazan topu neydi, nasıldı; kimler atardı, nerelerden atılırdı gibi konuları işlediğim bir yazımı da haftaya paylaşmak isterim. A.B.)
İlle davulcu olsun isteyenlere şöyle bir telif yapabilirim: Mahalle ve köy muhtarları bir veya iki davulcu ile şu saatte başlamaları ve şu saatte kadar bitirmeleri kararlaştırılarak anlaşabilirler. O mahallede çalarlar, bilen davulcular mani de söyler, bahşiş alacakları ev sahiplerini de över, gelenek bir nebze yaşatılmış olur. Masrafları da mahalle halkıdan gönüllülerinin katkıları ile karşılanır.
İftar çadırının kaldırılmasının nedenini biraz araştırdım; bir yetkili şöyle cevap verdi: “Hocam, belediyemiz her zamankinden fazla yemekler pişiriyor, ekmeği ile birlikte araçlara yüklenerek fakir oldukları belirlenmiş ve istekte bulunan ailelere götürülüp iftardan önce evlerine ulaştırılıyor. Şehrimizde sokakta kalan insan hiç olmadığı gibi büyük şehirlerde yaşanan trafik yoğunluğundan dolayı iftar vaktinde evine ulaşamayan insan da olmaz. Dolayısıyla yemeği, evlerde, gerçekten ihtiyacı olan insanlara ulaştırmayı daha uygun bulduk...”
Davul ve top yerine biraz daha çağımıza uygun ramazan eğlenceleri olabilir miydi? Mümkündür. Ramazan ayının farklılığını yaşatacak eğlence veya sanat (müzik ve tiyatro gibi) gösterileri olabilir, olmalı da... Güzel bir planlama ile en azından haftada bir hatta birkaç gün (keşke her gün olsa) bir konser, bir tiyatro gösterisi, bir konferans, hatta -varsa, bulunabilirse- kaliteli bir orta oyunu neden olmasın; gündüzleri çocuklar için cambaz ve lunapark bile…
Ramazan ayının, oruç ve ibadetlerimizin kabulünü ve hayırlara vesile olmasını dilerim.