Anadolu Selçuklu Beyleri’nin her birinin kendi boylarının ve bulundukları coğrafyaya bağlı belli hedeflerinin arkasında yatan temel amaç, Moğollar tarafından paramparça edilen Anadolu Selçuklu Devleti’nin yeniden ihyası düşüncesi olduğu görülür. Özellikle İzzeddin Keykâvus (1211-1220) ve Alaeddin Keykubad (1220-1237) dönemindeki Anadolu’nun siyasi, iktisadi ve içtimaî düzeni, güveni ve dillere destan bayındırlık hizmetlerinin eşi ve benzeri yaşanmadığı Osman Turan’ın Selçuklular Zamanında Türkiye isimli kitabında belirtilir.
Her bey, kendisinin, gücü var ya da yok, yönetim deneyimine sahip olduğuna inansın ya da inanmasın, kardeşlerin en büyüğü ya da en küçüğü olsun, eğer bey oğlu olarak doğmuşsa beylik için mücadele etmek onun boynunun borcu ya da beyliğe yargılı olduğu düşüncesi hakimdir. Anadolu Selçuklu Beylerinin doğuştan gelen bir yönetme psikolojisine sahip olduklarından yönetme içgüdüleri en üst düzeyde olduğu görülür. Hatta mizacen yönetmeye yatkın olmasa bile çevresi onu liderliğe hararetli bir şekilde teşvik eder. Ülke, yönetenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece yönetene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Önceleri yanılan atalarımız, sağlıklarında devletin topraklarını oğulları ve kardeşleri arasında bölüştürdüler. Bunun içindir ki, Anadolu Selçuklu Beyliklerinin uzun yaşayamadıkları, yaşatamadıkları belirtilir. On altı devlet bunun için kurulup yıkıldığı söylenir.
Osmanlının, Edebâli gibi ufuk sahibi bir şeyhe sahip olmasıyla fert ile devletin birbiri için ne denli hayati olduğu anlayışını topluma ve yöneticilere özümsetmiştir. Edebâlî, eleştirisinde haklı, çünkü otorite parçalanma kabul etmez. Yine, yurt toprakları hükümdar ailesinin tapulu malı değildir ki, miras olarak tereke sahipleri hisselerine düşen mülklerine sahip çıksınlar. Ancak Ebebâlî’nin ileri sürdüğü tez irdelenmeye muhtaçtır. Çünkü ifade kapalı olduğu için açıklanması gerekir. Yönetenin yönetime geliş biçimi nasıl olmalıdır? Kaba kuvvete başvurarak mı? Temel insan haklarını yok ederek mi? Hile ve desiselere yeltenerek mi? Amacına ulaşmak için her vasıtayı meşru sayan Makyavelist yaklaşımla mı? Kadere rıza gösterip tarihi talihin kendisine dönmesini bekleyerek mi?
Türk devlet geleneği, başlangıçta yanlış bir tezden hareket edildiğinden hükümdarların ömrü uzun olsa da devletlerinin uzun yaşama şansı olmamıştır. Padişahların ölümlerine yakın zamanlarda kendilerinden sonra tahta çıkması muhtemel şehzadelerin küçük kardeşlerini öldürmelerini önlemek için onları Bizans İmparatoru’nun yanına gönderilmesi hem şehzadelerin Hıristiyan terbiyesi altında yetiştirilmeleri hem de imparator tarafından koz olarak kullanılmaları açısından sakıncalıydı. Ancak Padişahlar da imparatoru, çocuklarını kullanarak Bizans’ın tepkisini azaltma amacını gütmekteydiler.
Dulkadirli Beyliği yüz seksen yıllık ömrüyle Anadolu’da kurulan beyliklerin neredeyse en uzun ömürlü olanıdır. Suriye’den Anadolu’ya geçiş bölgesinde Memlukluların tabisi olarak kurulan Dulkadiroğulları; Osmanlılar, Akkoyunlular ve Safeviler gibi büyük devletlerin yanında, etraflarındaki Eratna, Kadı Burhaneddin, Karamanoğulları ve Ramazanoğulları beyliklerinin arasından sivrilip çıkabilmişlerdir. Dulkadirli beylerinin Süleyman Bey dışında itaati değil de adeta baş olmaya baş koyan bir ruh yapılarına sahip oldukları görülüyor. Ele avuca sığmaz, uslanmaz bir çocuk ya da iflah olmaz bir hasta veya kronik bir vaka gibidir Dulkadiroğlu beyleri. Tabileri olan Memlukluların içinde hafif bir karışıklık çıktığı anda Dulkadirli yağmacıları hemen Suriye’ye inmişlerdir, bile. Daha da ileri giderek bazen tabilerinin kentlerini, kalelerini ele geçirip topraklarına katarlar, bazen de tabilerine ödenmekte olan vergi ya da haracı kendileri almaya kalkışırlar. Bazen dara düşenlerin kendilerinden yardım talep ettiklerinde kendi beyliklerini tehlikeye düşürecek de olsa ölümüne destek verirler. Gerek Kadı Burhaneddin’e gerekse Çelebi Mehmed’e. Bazen iki rakip devletin -onların düşeceği nazik ortamdan yararlanma için- kapışması için olmadık gayret sarf ederler. Mısır’ı Osmanlıların, Osmanlı’yı Mısır’ın üzerine göndermek için çaba gösterirler. Bazen Memluklara, bazen de Osmanlılara tabi olurlar. Bu iki devletin sarayına kızlarını gelin olarak vererek onlarla akrabalık bağı kurup, komşuları olan beyliklerin ya da devletlerin topraklarına göz dikerler. Bazen de kendilerinde varlık ve güç gördüklerinde, kendilerinin Melik Kâhir ya da Melik Muzaffer olduklarını ilan ederler. Beylik topraklarının sorunlu ve cezbedici bir coğrafyada oluşu onların çok denklemli ve risk taşıyan bir beylik siyaseti izlemelerini gerektirmiştir. “Nasıreddin Mehmet Bey, Kadı Burhanettin’in kızıyla evlenmiş, Kadı Burhanettin de Süli Beyin kızıyla evlenmiştir. Yine Süli Bey’in öbür kızı Devlet Hatun, Yıldırım Beyazıt’la evlenerek Osmanlılarla kaynaşmışlar ve onların içinde adeta erimeye yüz tutmuşlardır. Bu yaklaşım ve kaynaşma Kadı Burhanettin’in öldürülmesinden sonra büsbütün çoğalmış Anadolu Birliği’nin Osmanlılarla birleşmek suretiyle gerçekleşebileceği olgusu anlaşılmıştır. Nitekim Nasırüddin Mehmet Bey, kızı Emine Hatun’u Çelebi Sultan Mehmet’e vermiştir. Memluk Sultanı Sultan Çakmak da Emine Hatun’un kız kardeşiyle evli bulunuyordu. Böylelikle Memluk etkisi beyliğin yakasını hiçbir zaman bırakmamıştır. Dulkadiroğulları da bu etkiden hiçbir zaman uzak kalamamışlardır. Dulkadiroğullarıyla Osmanlıların yakınlaşmaları bu kadarla da kalmamış Şehzade Mehmet (Fatih) Süleyman Beyin kızı Sitti Hatunla (1449) Edirne’de, Şehzade Beyazıt (Beyazıt II) da bu akrabalığı perçinleşmişler Alaüddevle Bozkurt Beyin kızı Ayşe Hatun’la (1460) evlenmiştir. Bu evlilikten Yavuz Sultan Selim dünyaya gelmiştir.
Bu tarihi gelişim içinde Dulkadir Beyliği Suriye Memlukları Osmanlı Devleti arasında köprü görevi görmüş her iki devletin menfaat ve iradeleri doğrultusunda hareket etmişlerdir.
1515 Yılında Dulkadir Beyliğini yıkıp mülkünü Osmanlı topraklarına katan Yavuz Sultan Selim annesinin amcazadesi Şehsuvaroğlu Ali Beyi Dulkadiriye Vilayetine Vali tayin ederek 1522 yılına kadar kendi kanunlarıyla yaşamasına izin vermiştir.