“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir...”
Bu güzel Yunus dizelerine, farklı derinliklerine ilişkin tekrar değineceğim. Fakat bugün, hakikat arayışımızda insanın haddini bilmesinin önemi üzerinde durmak istiyorum.
Bilme veya öğrenme ihtiyacı insanın en temel gereksinimlerinden birisidir. Dünyaya yeni gelmiş bebekten, piri fani olmuş yaşlıya kadar her insan bu gereksinimini bir şekilde karşılar. Belli bir yaşa kadar tecrübî fiiler üzerinden öğrenme eylemi gerçekleşirken daha sonra bu, farklı bir format kazanmaktadır.
Yani okumayı öğrendiğimizden itibaren öğrenme araçlarımız da değişmektedir. Formal ve informal ortamlarda bu bir devinim şeklinde devam eder gider.
‘Bilgi’ kelimesinin anlamı üzerinden bu değerlendirmeyi yaptığımı söylemeliyim. Yani ehlince malum olmakla birlikte her bilgi bilimsel bilgi değildir. Dolayısıyla öğrenme eylemini sadece bilimsel bilgi bağlamında kullanmadığımıza dikkatinizi çekmek isterim ki söylemek istediklerim daha iyi anlaşılsın.
Şüphesiz yapılan bazı hayvan deneyleri hayvanlarda da öğrenme eyleminin gerçekleştiğini gösteriyor. Pavlov’un köpeklerle yaptığı deneyleri bilmeyen yoktur diye düşünüyorum.
Diğer taraftan -öğrenme dışında- yaratılmış her varlığın belirli bir görevi ve kendi türünü diğerlerinden ayıran bir takım farklılıkları vardır, ve olmak durumundadır ki tüm canlılar kendi fonksiyonlarını yerine getirebilsinler...
Lafı fazla dolandırdığımın farkındayım ama bunlara değinmek zorundaydım.
Buna göre her varlığın ister bilinçli ister bilinçdışı olsun bir öğrenme alanı veya hareket alanı/sınırı vardır ve olmalıdır. Nitekim var oluşun tabiatı da bunu gerektirmektedir.
Bilgi ve öğrenmeye ilişkin tespitlerimiz burada dursun haddini bilmenin kelime anlamından devam edelim. TDK sözlüğünde “sınır, uç, insanın yetki ve değeri...” olarak geçmektedir.
Buna göre kendine çizilmiş sınır dahilinde her varlığın bir fonksiyonu vardır. Bu fonksiyonun dışına çıkması, o varlığın haddini yani sınırını aştığını göstermektedir. Bu ise kuşkusuz önceki yazılarda ifade etmeye çalıştığım hakikat yolundan sapmalara yol açacaktır. Yani fıtratı zorlayan ve dışına çıkılan şeyler aynı zamanda insanı hakikatten uzaklaştıran unsurlardır.
Aslında çıktığımız yolda aradığımız şey ‘hakikat’; adaletin ve diğer erdemli davranışların bizi hakikate götüreceğini düşündüğümüz ve bunun argümanlarını ortaya koyduğumuz için kavramı ilişkili olduğu kavramlarla izah etmeye çalışıyorum.
Doğrusu sınırları -haddi- çizilmemiş bir adalet -hakikat- vaki olamaz. O halde hakikate ulaşmak isteyen ademoğlu haddini bilmeli ki hakikati kavrayabilsin...
Peki haddini bilmek ne demektir ve hakikat ile haddini bilmek arasındaki ilişkiyi nasıl görmeliyiz?
Devam edeceğiz.
Bâki selam ederim.