En çok ihmal ettiğimiz ahlak bileşenlerinden birisinin emanet ahlakı olduğunu düşünüyorum.
İhmal ediyoruz çünkü içini boşalttığımız ya da sınırlarını doğru çizemediğimiz bir kavram, emanet.
Aslında sahip olduğumuz her şey bizim için birer emanet. Varlığın asıl sahibi belirli amaçlarla ve belirli süre için kullanmak üzere mülkünden dağıtmıştır. Bu nedenle tasavvufta “hiç” büyük bir anlam ifade ederdi. Ederdi diyorum çünkü günümüzdeki tasavvuf ekollerinin bir kısmının iktidara, güce ve paraya sahip olmaya doğru evrildiklerine şahit oluyoruz. Dolayısıyla tasavvuftaki hiçlik anlayışının yerini benlik kavramının almaya başladığı söylenebilir.
Mutasavvıf kardeşlerimizin bu sözlerimizi doğru anlamaya çalışma yerine reddetme yolunu tutacaklarını tahmin etmek güç değil. Fakat kendilerine dışarıdan bakabilseler, diğergam olabilseler bu evrilmeye başladıkları yeri tespit edebilirlerdi.
Elbette insan doğası gereği sahip olduklarını ya da daha doğrusu kendisine emanet bırakılanları özümsemek ve korumak ister. Sonsuza kadar sahip olma ve sahip olduklarından vazgeçmeme içsel bir dürtüdür. İşte ‘hayat imtihandır’ sözünün gereğine bu hususlarda rastlıyoruz.
Ancak kapitalizm ve modernizmle beraber ‘sahip olma’ anlayışı ‘metayla’ ya da ‘gözle görülür fiziksel nesnelerle’ ilişkilendirilmeye başladığı için olsa gerektir, ahlak, vicdan, merhamet gibi kavramların emanet anlayışı ile ilişkisini doğru kuramaz hâle geldik.
O halde canımız, malımız, ailemiz, dünyamız ve her şey bize emanet olduğu gibi ahlak, vicdan, merhamet gibi değerler de bize birer emanettir.
Ailemizin, kültürümüzün veya doğrudan Rabbimizin bize emanet verdiği şeylerdir ki bunları korumak insan olmaklığımızın en temel gereklerinden biridir. Söz gelimi vicdan dediğimiz kavram -ki daha önceki yazılarımızdan birinde irdelemiştik- Rabbimizin biz doğmadan önce yüreğimize koyduğu değerlerden biridir. Aile ve toplum eğer bunu doğru işleyebilirse şüphesiz insanın bunu kaybetmesi söz konusu olmayacaktır. Merhamet de bu kabilden bir değerdir.
Bugün genelde insanlık özelde toplum olarak kaybettiğimiz güzel ahlak da şüpheniz olmasın bize emanettir. Üstelik bu bize ‘güzel ahlakı tamamlamak üzere’ gönderilen kutlu peygamberimin emanetidir.
Daha önce Bedevilik diye ifade etmeye çalıştığımız şey bir yönüyle tam olarak güzel ahlakın zıddı davranışlardır. Nitekim güzel ahlakı özümsemiş bir insanın söz gelimi görgüsüzlük yapması, diğer canlılara rahatsızlık vermesi, kendini onlardan üstün görmesi vs mümkün değildir.
Diğer taraftan kamu yararına çalışan ya da çalıştığını iddia eden vakıf ve dernekleri de birer emanet olarak görmek icap etmektedir. Bunlar ise burada bulunan insanlara vakfın veya derneğin tüzüğünde yazdığı amaçları gerçekleştirmek üzere milletin verdiği emanetlerdir. Dolayısıyla topluma, insanlara veya doğaya karşı mesuldürler. Ancak ne yazık ki modern zamanlardaki Bedevi kültürünün buralara da sirayet etmesi üzerinde özenle durmamız gereken bir vakıdır.
Bu vakıf ve derneklere halisane niyetle, samimiyetle katılanlar büyük kazançta iken amacı dışında kendine ikbal maksadıyla gidenler ne büyük yanılgıdadır!
Unutmayalım emanete sahip olamamanın bedeli ağırdır…
Bâki selam ederim.