Seksenli ve doksanlı yıllarda genç kız olmak, bugünün hızla akan dünyasında adeta bir masal gibiydi. Sabahın erken saatlerinde başlayan gün, sadece ev işlerinin telaşıyla değil, yaşanılan anların değerini bilmenin farkındalığıyla da doluydu. Saat on olmadan evin işleri bitmeli, herkes kendi düzenine dönmeliydi. Bu düzen, genç kızlar için genellikle dersler ve ev işleri arasında sıkışıp kalan ama hayallerle dolu bir dünyayı ifade ediyordu.

Televizyon izlemek bile boş oturmak sayılırdı; bu yüzden diziler, programlar elişi yaparken izlenirdi. Bu diziler, genç kızlar için sadece eğlence değil, aynı zamanda hayal kurdukları bir dünyaya açılan bir kapıydı. O dönemlerde özellikle "Dallas" ve "Küçük Ev" gibi diziler büyük ilgi görürdü. Çoğu kız, bu dizilerdeki karakterlere özenir, onların yaşamlarını kendi hayallerine taşırdı. Anlatılan her hikaye, aslında kendi hayatlarından bir parça bulmak için dikkatle izlenirdi.

Kış mevsimi, misafirliklerin en yoğun yaşandığı zamanlardı. Sobaların başında toplanmak, çaydanlığın üzerinde fokurdayan çayın buharıyla evde bir sıcaklık yaratmak büyük bir keyifti. Misafirler gelmeden önce evde bir hazırlık yapılmazdı; misafir çat kapı geldiğinde evde ne varsa onunla ağırlanırdı. Eğer misafirlik haberlendirilmişse, o zaman küçük bir çocuk önceden gönderilir, "Müsaitseniz oturmaya geleceğiz," denirdi. Bu kadar basit, bu kadar samimi...

Misafirliklerin en özel yanlarından biri, evde genç bir kız olmasıydı. Eğer misafirliğe gelen evde genç kız varsa, sohbetin seyri değişirdi. Anneler, salonun bir köşesinde çaylarını yudumlarken, genç kızlar mutfakta hem ikramlıkları hazırlar hem de kendi aralarında sohbet ederdi. Sohbet konuları, televizyon dizilerinden magazin haberlerine, kim kiminle evlenmişten kim nişanlanmışa kadar uzanırdı. Ancak en çok konuşulan konular dünürcüler ve evlilik hazırlıklarıydı. Kim, hangi eve gelin gitmiş, hangi aile kime kız vermiş; bu konular genç kızlar için büyük bir merak konusuydu.

O yıllarda aşk, bugünkü gibi aleni değildi. Genç kızların "sevgilisi" değil, "sevdikleri" olurdu. Bu sevda, elele tutuşmak ya da buluşmakla değil, uzaktan bakışmak ve gizlice yazılan mektuplarla yaşanırdı. Bu mektuplar özenle saklanır, defalarca okunur, her bir kelimesi ezberlenirdi. Ancak ne zaman ki anneler bu mektupları bulurdu, işte o zaman büyük bir fırtına kopardı. Kızlar, annelerinden gizledikleri bu mektuplar yüzünden cezalandırılır, çoğu zaman sevdiğine kavuşamadan başka birisiyle evlenmek zorunda kalırdı. O dönemin belki de en acı gerçeklerinden biriydi bu.

Seksenli yılların ikramlıkları da birer klasik olmuştu: kısır, kek, mozaik pasta, kurabiye ve bisküvili yaş pasta. Bu tarifler, o dönemin vazgeçilmezleriydi ve her evde mutlaka bir kek tenceresi bulunurdu. Davul fırınlarda yapılan kocaman kekler, tüm aileye ve komşulara yeterdi. Anneler börek çörek yaparken, genç kızlar daha çok pasta yapmayı severdi. Pasta tarifleri ise adeta bir devlet sırrı gibiydi; komşular, tariflerini paylaşmaz ya da eksik verirlerdi.

Doksanlara gelindiğinde ise her şey biraz daha değişmeye başladı. Özel televizyon kanalları ve gazete ekleri sayesinde tarifler daha erişilebilir hale geldi. Her hafta sonu gazetelerde verilen pasta ve kurabiye kitapçıkları, genç kızların mutfaktaki en büyük yardımcılarıydı. Bu kitapçıklara sahip olabilmek için erken kalkıp gazeteyi almak gerekirdi; yoksa tükenirdi. O yıllarda kakaolu ıslak kekler moda oldu ve bu keklere "karakız" ya da "kunta kinte" gibi isimler verildi. Yaş pasta çeşitleri, değişik kurabiyeler ve yeni çıkan pasta kalıplarıyla mutfakta geçirilen zaman daha da keyifli hale geldi. Elmalı kurabiye, çiçek kurabiye, tırtıl kurabiye gibi yeni tarifler, genç kızların ellerinde şekillendi.

Bu yıllarda sadece yemekler ve tarifler değişmedi; günlük hayatın ritmi de farklılaştı. Televizyonlar hayatın merkezine yerleşmeye başladı. "Süper Baba", "Bizimkiler", "Mahallenin Muhtarları" gibi diziler, ailecek izlenir, ertesi gün okulda ya da iş yerinde en çok konuşulan konular olurdu. Herkesin hayatı bu dizilerle şekillenirdi; hatta çoğu zaman karakterlerin hayatına özenilirdi. Televizyon, genç kızlar için de bir nevi kaçış noktasıydı. Okuldan sonra dizilerin başlamasını sabırsızlıkla bekler, o dünyaya dalıp giderlerdi.

Müzik de bu yıllarda genç kızların hayatında önemli bir yer tuttu. Walkman’ler popüler olmuştu ve herkes sevdiği kaseti alıp, sokaklarda dolaşırken müzik dinlerdi. Sezen Aksu, Tarkan, Barış Manço, Ajda Pekkan gibi sanatçılar, genç kızların dünyasında ayrıcalıklı bir yere sahipti. Şarkı sözleri ezberlenir, arkadaşlarla bir araya gelindiğinde bu şarkılar hep bir ağızdan söylenirdi. Radyo programları ise gece saatlerinde dinlenir, belki de sevilen biri için istek parçalar yapılırdı.

Bütün bu yaşantılar, gösterişsiz ama derin bir insanlık barındırıyordu. Sunum çılgınlığı, alışveriş manyaklığı, sosyal medyada gösteriş yapma merakı yoktu. Ama insanlık, komşuluk, dostluk ve en önemlisi samimiyet vardı. Ne güzel günlerdi... O günlerin değeri, bugün geriye dönüp baktığımızda daha da anlamlı hale geliyor. Belki de o günlerde yaşanan her an, bugünkü karmaşanın içinde bir liman arayan ruhlar için bir hatıra, bir sığınak olarak kalacak.