Yine eksiliyoruz bir yanımızdan….Yel vurdu döşümüze aldı tahir babayı
Hüzünle çalan bir telefonla alıyorum tahir babanın ölüm haberini. Gurbette daha bir acı oluyor ölüm haberleri. Şairin dediği gibi “ Eskiden sadece ince hastalıktan ölünür bilirdim. Şimdi anladımki gurbetten de ölünürmüş”
Baydılı çeşmesinin asi çocuğu, Zekeriya emminin bir tanesi, anasının gözünden sakındığı, sevenlerin BABA sı TAHİR BABA gitti. Tahir baba azıtıp gitti bizi. Arkasına bakmadan, yel vurmadan döşüne ,hayallerine ve düşlerine kanmadan, kardan bir çay demlemeden, Baba olamadan gitti TAHİR BABA.
Acı oğul veriyor içimizde
Eksiliyoruz yine bir yandan.
Ağlamak ,haykırmak için atlas dağına
Kanmak için sohbetine, Bir çay deminde.
Geçen yılda sarı sefayı vermiştik toprağa. Yol arkadaşımı. İki yıl birlikte Elbistan’a birlikte gidip gelmiş, hoş sohbetler yapıp, türkü dinlemiştik. Bir sabah onu almak için gittiğim çay ocağında öğrenmiştim ölüm haberini… can paresi üç yetim goncayı boynu bükük koyup gittin. öfkeyle….. acıyla….hüzünle.
Yalnızlık bir bıçak gibi…ne yana dönsen, ordan batıyor..
Sen bakışlarını oradan sal yeter.
Afşin’in sosyal yaşamında iz bırakan nev-i şahsına münhasır insanları vardır hiç unutulmayan, unutulmayacak.70 li yıllardan Efendi belli, 80 li yıllardan Harun, sarı sefa, Tahir baba, ali baba,eşref,yücel,devrim, yılmaz vs. Afşinin uslanmaz özgün,örgütsüz ve ödünsüz mahallelerinin bıçkın delikanlıları ,bekcağızın, kındıralığın, kuzbahçenin,değirmenbaşının hafsa’nın kısacası yarpuzun yoksul ama onurlu,sapına kadar temiz ve saf çocukları…memleketimin nawruz kokan çocukları. Atlasın , ekizin,payamcanın,armutludedenin,koyundaşın sürgün çocukları.
Şimdi kalkıp bir çay verecekmiş gibi geliyor bana tahir baba. Hani tertemiz bir gülüşü vardı ya, yine öylesine bir gülümseyerek çay verecek…Afşinde birazcık okuma yazması bulunan herkesin uğrak yeri, sığındığı bir liman, soğuk kış gecelerinde hem çayı, hem sohbeti ile insanların içini ısıtan bir ağabey, farklı mizacı ile kimi zaman bir düşünür, kimi zaman bir komedyen, kimi zaman bir felsefeci, kimi zamanda tahir babamızdı.
90 lı yıllarda o küçücük barakadan bozma çay ocağında duvar gazetesi çıkartır,çayını demlerken elinde eflatundan, aristodan yada ahmet arif ten bir kitap eksik etmezdi.Fanatik bir galatasaraylı idi.takımı yendiği zaman keyfine doyum olmazdı. Afşinin delilerini başına toplar çay ikram ederdi.(sanki çocuk başı deli omardın)
Umutlarına, hayallerine, düşlerine kavuşmadan gittin… azıtlayıp gittin. Sevenlerinin yüreğini delip gittin. Çay vermeden gittin. Türkümüzü söylemeden gittin.
Önden bizi azıtıp giden tüm yapuz çocuklarının anısına
Kuz bahçe’nin çocukları!
Onlar kuz bahçe’nin çocuklarıydı...
Onların şimdikiler gibi hiç oyuncakları olmadı.
Akülü arabaları, vitesli bisikletleri, barbi bebekleri, lastik topları, tuttuğu takımın formaları, şık şık ayakkabıları, sandaletleri, pabuçları, kısa pantolonları olmadı.
Onların sinema, televizyon, radyo gibi eğlenceleride olmadı. Lunapark, park panayır da görmedi. Dönme dolaplar, atlıkarıncalar, çarpışan otomobillere de binmedi.
onlar bir istek de bulunup anasına, babasına cibelemedi (şımaramadı) Özel günleri de olmadı, yaş günlerinde partiler de düzenlenmedi.
Onlar öylesine dünya ya geldi, getirildi. Doğdu Allah verdi dediler, hastalandı, hastane doktor da görmedi, öldü Allah aldı dediler.
Onların dünya ya ne zaman geldiği de belli değildi. Ne zaman kuzladın sıpanı denildiğin de anaları; erikler çiçek açtığında, üzüme ben düştüğünde, dutlar yettiğinde, zemheride, kara kış da, Bilalın kışında, karların kalktığın da diye cevap verdiler. Daha dikkatli aileler, dedesi Kuran – ı Kerim’in arka sayfasına kaydetmişti derlerdi.
Kuz bahçe’nin çocukları, para da tanımazdı, bakkal, manav, market de bilmezdi. Cips, kraker, kremalı bisküvi, lolipop, magnum dondurma da yemedi.
Anne babaları gidip Mc Donald’sa, Bur ger King salonlarında hamburger, resteurantlar da yemek de yemedi.
Özel okullar da, kolejler de, süper liseler de okumadı. Dershanelere de gitmedi. Defter, kalem, kitapları da olmadı. Okuduğu okulda on bir dersin altısıda boş geçerdi. Olan derslere de; kaymakam, veteriner, öğretmen olmayan her kes girerdi.
Usta yanına konulurdu, babaları eti senin kemiği benim derdi. Ustalardan eşek sudan gelene kadar dayak yer, ağzı burnu kan revan içinde eve gelir, bir de evdekilerden dayak yerdi. Dayak cennetten çıkma idi. Terbiye yi dayakla yaparlardı.
Babaların, anaların bilcümle büyüklerin yanında konuşulmaz, rahat hareket edilmez, uzanılmaz, ayak ayak üzerine atılıp oturulmaz, sanat, spor, siyasette konuşulmazdı.
Su küçüğün sofra büyüğündü. Büyüklerden önce sofraya da oturulmazdı. Büyükler yer çocuklar sonra karınlarını doyururlar, su içme hakkı kendilerinde olmasına rağmen suyu da büyüklerden sonra içerlerdi..
Kuz bahçenin çocuklarının oyuncakları söğüt dalından at yapıp yarışmaktı. Kuz ark da çimer, payamca da nevruz, kındıralıkta kındıra toplar, ellerinde saban bahçelerde kuş avlarlardı. Mine vara, saklambaç, gildik, birdir bir, çüş türüm çüş eşek, koskoç, sülenke oynarlardı.
Futbol da oynarlardı, bulabilirlerse gazete kağıdı veya çaput parçasını topaç hele getirir, iple iyice sararlar ve bunla futbol oynarlardı. Oyun sonunda da eve geldiklerin de ayakkabıyı eskitmissin, üstünü kirletmişsin diye güzel bir dayak yerlerdi..
En büyük eğlenceleri, yaz günleri sığırın önüne gidip, birer eşşeğe binip (koşturmak) kodurmaktı.
Bahar aylarında, bahçelerden kuşkuş, yemlik, teke sakalı, taze soğan toplayıp açık ekmek arası dürüm yapıp zevkle ve iştahla yemekti.
Küçük yaşta sigaraya başlar, gazete kağıdına sardıkları darı püsküllerinden, eşek fışkısından sigara yapar içerlerdi. Çarşıya ayağı alışanlar, adliye koridorunda vızzık toplar içerdi. Vızzığın adını da polis koymuşlardı.
Eline yirmi beş kuruş geçen, bisikletçi Hacı’nın çarkıt (derme, çatma) bisikletlerinden birini on beş dakikalığına kiralar, bir saatten önce de gelmezdi. Geldiğinde de mutlaka ya tekerini patlatır veya bisikletin başka kısmına hasarlar verirlerdi..
Onlar kuz bahçenin çocuklarıydı...
Onlar haçı kelin yazlık sınamasına beleş girebilmek için olmadık tehlikeli, akrobasi hareketler yapıp duvardan atlar girerlerdi... çoğunda da yakalanır, kıçına tekme yiyip arkasına bakmadan salya sümük ağlayarak kuz bahçeye kadar koşup giderlerdi. Ağlamaları dayak yemelerinden değil filmi izleyememenin ezikliğindendi.
Onlar; Hasan Salt’ın sahibi olduğu ve de Afşin’in tek jeepinin arkasına asılıp giderlerdi.
Onlar; Kadirlerin, Poluçların, kel hallerin, kodalakların, celvanların, gıdıomarların, zamanların, sakarcaların, maraşlıdurduların, Maraşlı hacıahmetlerin, tıraşların, dağluların, cemcilerin, hacitürkmenlerin, gavazların ve dahi bir çok bahçecilerin ele avuca sığmaz, zeki, haşarı, ve başarılı çocuklarıydı.
İlhan Kuzdan
Kasım 2003
Hüzünle çalan bir telefonla alıyorum tahir babanın ölüm haberini. Gurbette daha bir acı oluyor ölüm haberleri. Şairin dediği gibi “ Eskiden sadece ince hastalıktan ölünür bilirdim. Şimdi anladımki gurbetten de ölünürmüş”
Baydılı çeşmesinin asi çocuğu, Zekeriya emminin bir tanesi, anasının gözünden sakındığı, sevenlerin BABA sı TAHİR BABA gitti. Tahir baba azıtıp gitti bizi. Arkasına bakmadan, yel vurmadan döşüne ,hayallerine ve düşlerine kanmadan, kardan bir çay demlemeden, Baba olamadan gitti TAHİR BABA.
Acı oğul veriyor içimizde
Eksiliyoruz yine bir yandan.
Ağlamak ,haykırmak için atlas dağına
Kanmak için sohbetine, Bir çay deminde.
Geçen yılda sarı sefayı vermiştik toprağa. Yol arkadaşımı. İki yıl birlikte Elbistan’a birlikte gidip gelmiş, hoş sohbetler yapıp, türkü dinlemiştik. Bir sabah onu almak için gittiğim çay ocağında öğrenmiştim ölüm haberini… can paresi üç yetim goncayı boynu bükük koyup gittin. öfkeyle….. acıyla….hüzünle.
Yalnızlık bir bıçak gibi…ne yana dönsen, ordan batıyor..
Sen bakışlarını oradan sal yeter.
Afşin’in sosyal yaşamında iz bırakan nev-i şahsına münhasır insanları vardır hiç unutulmayan, unutulmayacak.70 li yıllardan Efendi belli, 80 li yıllardan Harun, sarı sefa, Tahir baba, ali baba,eşref,yücel,devrim, yılmaz vs. Afşinin uslanmaz özgün,örgütsüz ve ödünsüz mahallelerinin bıçkın delikanlıları ,bekcağızın, kındıralığın, kuzbahçenin,değirmenbaşının hafsa’nın kısacası yarpuzun yoksul ama onurlu,sapına kadar temiz ve saf çocukları…memleketimin nawruz kokan çocukları. Atlasın , ekizin,payamcanın,armutludedenin,koyundaşın sürgün çocukları.
Şimdi kalkıp bir çay verecekmiş gibi geliyor bana tahir baba. Hani tertemiz bir gülüşü vardı ya, yine öylesine bir gülümseyerek çay verecek…Afşinde birazcık okuma yazması bulunan herkesin uğrak yeri, sığındığı bir liman, soğuk kış gecelerinde hem çayı, hem sohbeti ile insanların içini ısıtan bir ağabey, farklı mizacı ile kimi zaman bir düşünür, kimi zaman bir komedyen, kimi zaman bir felsefeci, kimi zamanda tahir babamızdı.
90 lı yıllarda o küçücük barakadan bozma çay ocağında duvar gazetesi çıkartır,çayını demlerken elinde eflatundan, aristodan yada ahmet arif ten bir kitap eksik etmezdi.Fanatik bir galatasaraylı idi.takımı yendiği zaman keyfine doyum olmazdı. Afşinin delilerini başına toplar çay ikram ederdi.(sanki çocuk başı deli omardın)
Umutlarına, hayallerine, düşlerine kavuşmadan gittin… azıtlayıp gittin. Sevenlerinin yüreğini delip gittin. Çay vermeden gittin. Türkümüzü söylemeden gittin.
Önden bizi azıtıp giden tüm yapuz çocuklarının anısına
Kuz bahçe’nin çocukları!
Onlar kuz bahçe’nin çocuklarıydı...
Onların şimdikiler gibi hiç oyuncakları olmadı.
Akülü arabaları, vitesli bisikletleri, barbi bebekleri, lastik topları, tuttuğu takımın formaları, şık şık ayakkabıları, sandaletleri, pabuçları, kısa pantolonları olmadı.
Onların sinema, televizyon, radyo gibi eğlenceleride olmadı. Lunapark, park panayır da görmedi. Dönme dolaplar, atlıkarıncalar, çarpışan otomobillere de binmedi.
onlar bir istek de bulunup anasına, babasına cibelemedi (şımaramadı) Özel günleri de olmadı, yaş günlerinde partiler de düzenlenmedi.
Onlar öylesine dünya ya geldi, getirildi. Doğdu Allah verdi dediler, hastalandı, hastane doktor da görmedi, öldü Allah aldı dediler.
Onların dünya ya ne zaman geldiği de belli değildi. Ne zaman kuzladın sıpanı denildiğin de anaları; erikler çiçek açtığında, üzüme ben düştüğünde, dutlar yettiğinde, zemheride, kara kış da, Bilalın kışında, karların kalktığın da diye cevap verdiler. Daha dikkatli aileler, dedesi Kuran – ı Kerim’in arka sayfasına kaydetmişti derlerdi.
Kuz bahçe’nin çocukları, para da tanımazdı, bakkal, manav, market de bilmezdi. Cips, kraker, kremalı bisküvi, lolipop, magnum dondurma da yemedi.
Anne babaları gidip Mc Donald’sa, Bur ger King salonlarında hamburger, resteurantlar da yemek de yemedi.
Özel okullar da, kolejler de, süper liseler de okumadı. Dershanelere de gitmedi. Defter, kalem, kitapları da olmadı. Okuduğu okulda on bir dersin altısıda boş geçerdi. Olan derslere de; kaymakam, veteriner, öğretmen olmayan her kes girerdi.
Usta yanına konulurdu, babaları eti senin kemiği benim derdi. Ustalardan eşek sudan gelene kadar dayak yer, ağzı burnu kan revan içinde eve gelir, bir de evdekilerden dayak yerdi. Dayak cennetten çıkma idi. Terbiye yi dayakla yaparlardı.
Babaların, anaların bilcümle büyüklerin yanında konuşulmaz, rahat hareket edilmez, uzanılmaz, ayak ayak üzerine atılıp oturulmaz, sanat, spor, siyasette konuşulmazdı.
Su küçüğün sofra büyüğündü. Büyüklerden önce sofraya da oturulmazdı. Büyükler yer çocuklar sonra karınlarını doyururlar, su içme hakkı kendilerinde olmasına rağmen suyu da büyüklerden sonra içerlerdi..
Kuz bahçenin çocuklarının oyuncakları söğüt dalından at yapıp yarışmaktı. Kuz ark da çimer, payamca da nevruz, kındıralıkta kındıra toplar, ellerinde saban bahçelerde kuş avlarlardı. Mine vara, saklambaç, gildik, birdir bir, çüş türüm çüş eşek, koskoç, sülenke oynarlardı.
Futbol da oynarlardı, bulabilirlerse gazete kağıdı veya çaput parçasını topaç hele getirir, iple iyice sararlar ve bunla futbol oynarlardı. Oyun sonunda da eve geldiklerin de ayakkabıyı eskitmissin, üstünü kirletmişsin diye güzel bir dayak yerlerdi..
En büyük eğlenceleri, yaz günleri sığırın önüne gidip, birer eşşeğe binip (koşturmak) kodurmaktı.
Bahar aylarında, bahçelerden kuşkuş, yemlik, teke sakalı, taze soğan toplayıp açık ekmek arası dürüm yapıp zevkle ve iştahla yemekti.
Küçük yaşta sigaraya başlar, gazete kağıdına sardıkları darı püsküllerinden, eşek fışkısından sigara yapar içerlerdi. Çarşıya ayağı alışanlar, adliye koridorunda vızzık toplar içerdi. Vızzığın adını da polis koymuşlardı.
Eline yirmi beş kuruş geçen, bisikletçi Hacı’nın çarkıt (derme, çatma) bisikletlerinden birini on beş dakikalığına kiralar, bir saatten önce de gelmezdi. Geldiğinde de mutlaka ya tekerini patlatır veya bisikletin başka kısmına hasarlar verirlerdi..
Onlar kuz bahçenin çocuklarıydı...
Onlar haçı kelin yazlık sınamasına beleş girebilmek için olmadık tehlikeli, akrobasi hareketler yapıp duvardan atlar girerlerdi... çoğunda da yakalanır, kıçına tekme yiyip arkasına bakmadan salya sümük ağlayarak kuz bahçeye kadar koşup giderlerdi. Ağlamaları dayak yemelerinden değil filmi izleyememenin ezikliğindendi.
Onlar; Hasan Salt’ın sahibi olduğu ve de Afşin’in tek jeepinin arkasına asılıp giderlerdi.
Onlar; Kadirlerin, Poluçların, kel hallerin, kodalakların, celvanların, gıdıomarların, zamanların, sakarcaların, maraşlıdurduların, Maraşlı hacıahmetlerin, tıraşların, dağluların, cemcilerin, hacitürkmenlerin, gavazların ve dahi bir çok bahçecilerin ele avuca sığmaz, zeki, haşarı, ve başarılı çocuklarıydı.
İlhan Kuzdan
Kasım 2003