Değerli hemşerilerim, Afşin üzerine yaptığım çalışmaları sizlerle paylaşmak bağlamında bu haftadan itibaren yöremizde öne çıkan din adamı hocalarımızın özgeçmişlerini doğum ve ölüm tarihleri dikkate alınarak kronolojik sıra içinde sizlerle paylaşmayı düşünüyorum.
1.Mustafa Sıdkı Efendi
1859 yılında Efsus kazası hanedanından ve Ashab-ı Kehf zaviyedarlarından Ağalardan Mustafa Sıdkı Efendi, Bursa veya Edirne ruusu ünvanı payesiyle ödüllendirildi. Aynı yılda başka bir belgede Efsus hanedanından ve Ashab-ı Kehf zaviyedarlarından Mustafa Sıdkı Efendi'nin Bursa veya Edirne ruusuyla kayırılması, denilmektedir.
Ruus, Osmanlı eğitim sisteminde medrese hocaları arasındaki yüksek dereceyi ifade eden bir rütbedir. Bu belgeden Afşin Ashab-ı Kehf Medresesinin en azından 1859 yılına kadar öğretimini sürdürdüğünü çıkartabiliriz. Ayrıca Mustafa Sıdkı Efendi isimli kişinin ilçemizde Ağalar olarak bilinen ve Afşin’in ilk belediye başkanı olan Mehmet Ağanın dedelerinden biri olması muhtemeldir.
Afşin’in geçmişinde eskiden beri kuşaktan kuşağa aktarılan şehir kültürünün, öncelikle Bizanslılar döneminde Sasanilere karşı Kapadokya eyaletinin Kataonia vilayetinin askeri garnizon kenti olmasında, Selçuklular, Dulkadırlılar ve Osmanlılar döneminde hem Ashab-ı Kehf Zaviyesinin Zaviyedarları ve hem de Efsus’un Hanedanları sayılan yöneticilerinin (İlçemizde Ağalar ismiyle bilinen sülale) bulunmasında ve bedestenli bir çarşıya sahip olmasında aramak gerekir. Emekli Ziraat Teknisyeni hemşerimiz Arif Taşkale ve başka bazı hemşerilerden öğrendiğim kadarıyla “Efsus’un eski Ağaları, hem veli hem de hanedandan kimseler olup içlerinde pişirdiği yemeği eliyle karıştıran veliler varmış. Ağalar Afşin’in yerlileri olmayıp ya Buhara ya da Belh şehrinden gelmişler. 1950’li yıllara kadar düğün alayı Ağaların çardağının altından geçerken davul çalınmazdı. Gelin velilerin hayır dualarını alsın diye mutlaka Ağaların örtmesinin altından geçirilirmiş.”
Mithat Berberoğlundan da, “Afşin’de de kişiler ya baba isimleriyle ya lakaplarıyla ya da mensup oldukları sülalenin ismiyle anılırdı. Afşin’de Ağalar olarak bilinen sülale bu kuralın dışında idi. Çünkü Ağalardan bir birey yetişkin olduktan sonra babasının ya da sülalesinin ismi değil de, isminin sonuna ağa sözcüğü eklenmesi onun Ağalardan olduğunu ortaya koyardı. Ağaların çocuklarına ya Ağa ya da Bey diye hitap edildiği görülür. Bu ayrımı tahsilli olanlara Bey tahsil yapmayanlarına da Ağa denildiğini öğreniyoruz”.
2.Melikir’li (Çobanbeyli Kasabası) Ömer Efendi
Doğum tarihi bilinmeyen Ömer Efendi, Melikir (Çobanbeyli Kasabası) de doğmuştur. Babası ve annesinin ismi bilinmemektedir. Çocukları: Molla Muhammed, onun çocuğu Hacı Hüdayi, onun da çocuğu Hamza Hocaoğlu’dur. Ölüm Tarihi: 1309/1893
Torunu 1926 Çobanbeyli 1926 doğ. Hamza Hocaoğlu’ndan öğrendiğimiz kadarıyla “Dedemiz Ömer Efendi II. Abdülhamid döneminde yörenin ileri gelen âlimlerindenmiş. Bir ara Elbistan kadılığına görevlendirmişler ama bu görevi pek istememiş ve ‘güle güle giderim ama ağlaya ağlaya geri dönerim, bakın’ demiş. Elbistan’a kadılık görevine başlayınca birden bire bu ilçede asırlardan beri birbirleriyle çekişen iki sülalenin -Nakipler ve Karabekirler- sürtüşmesinin içinde kendini bulmuş. Nakipler halka, Karabekirliler derebeylik tutumlarıyla yönetime daha yakın sülaleymiş. Karabekirler dedeme istediklerini yaptıramayınca hemen hedef alıp Meşihat Makamına (Osmanlıda en yüksek dini makam) şikayet etmişler. Karabekirlerin dilekçesi oldukça adi ve denice imiş. Nakipler dedeme sahip çıkmak isteyip, biz de karşı bir şikayet dilekçesi yazalım demişlerse de, dedem ‘ben onları şikayet edilecek yere şikayet ettim’, diyerek kadılık görevinden istifa etmiş. Ömer Efendi Elbistan halkıyla helalleştikten sonra Oğlu Molla Muhammed’e haber göndererek kendisini almalarını istemiş. Molla Muhammed iki atla Elbistan’a gidip kadılıktan istifa eden babasını ata bindirip Melikir’e doğru yol almaya başlamışlar. Ömer Efendi ve oğlu Molla Muhammed ağlaya ağlaya Melikir’e gelirler. Elbistan’da Karabekirliler sülalesinin bazı fertlerinin bu olaydan sonra iflah olmayışları halk tarafından dedem Ömer Efendiye attıkları iftira ile ilişkilendirilir”. “Elbistan’da Karabekirler ‘bizi Ömer Efendinin bedduası mahfetti, derler. Bu olayı ben Elbistan’lı Kanadıkırık Talat Efendiden duydum”.
Ömer Efendinin, yörede tanınan ve saygın bir kişiliğe sahip olduğu hemşerimiz Tanır’lı şair Hayati Vasfi Taşyürek’in babası Dede Efendice de malumdur. “Babam Hacı Hüdayi I. Dünya savaşına Osmanlı Ordusuna katılmak için Şam’a gider. Askerlerin gönderilecek cepheleri belirlenirken, Tanırlı Yüzbaşı Dede Efendi, Yemen’e gidecek askerlerin arasında “Melkirli Ömer Efendi oğlu Hacı Hüdayi” ismini görünce dosyayı ayırıp onu başka cepheye göndermiş ve böylelikle babam Yemen’e gitmekten kurtulmuş”.
3.Korkmazlı Abdullah Efendi
Kendisi Çerkez asıllıdır. Ataları Kafkasya’dan gelip Göksun Korkmaz’a yerleşmişlerdir. 1865 veya 1866 da, Göksun’a bağlı Korkmaz Köyü’nde doğdu. İlk dini bilgileri, Korkmaz Köyü’nde aldı. 13 yaşındayken, içine düşen ilim aşkını tatmin için Halep’e gitti. Medrese tahsilinin yanı sıra, Halep Rüştiyesi’ni de bitirdi. Sonra ailesinin ısrarına dayanamayıp, Korkmaz’a döndü. Atalarından kalan arazide, küçükbaş ve büyükbaş hayvancılıkla geçimini sağladığından herhangi bir resmi görev almak istemedi. Ancak tahsil ettiği dini ilim, onu köyün imamlığını yapmaya mecbur etti. Yirmili yaşlarda evlendi. Bu evliliğinden bir oğlan, beş kız çocuğu dünyaya geldi. Uzun süre köyünde hocalık yaptı. Altmış yaşında geçirdiği rahatsızlıktan sonra görme yetisini kaybetti. Gönül gözü sayesinde kimseye muhtaç olmadan 30-35 sene daha yaşadı. Soyadı kanunu çıktığı zaman Korkmazlı Abdullah Efendi, ‘Yazıcı” soyadını almıştır. 1957’de vefat eden Abdullah Efendi çevreden gelen kalabalık bir cemaatle Korkmaz Köyü mezarlığına defnedildi. Hemşerimiz Şükrü Zop Amca, “Korkmazlı Abdullah Efendi ile Sivaslı İsmail Hakkı Toprak görüşürlerdi. Hocanın Kemal isminde bir oğlu vardı. Bir gün babamla kendisini Korkmaz’da ziyaret etmiştik”, diyerek Abdullah Efendinin ilmini ve şahsının saygınlığını teyit etti.
Abdullah Efendinin oğlu Ahmet Efendi ile ilginç bir karşılaşmamız oldu. 2008 Yazında çalışmalarım için Afşin’de bulunduğum günlerde o zaman belediye başkanı olan İrfan Gedikbaşı ile Yazıköy’e bir taziye için gitmiştik. Cenaze evinde otururken, başkan beni köylülere tanıttı. Cumhuriyet Üniversitesinde Felsefe Doktoru olduğumu, Afşin’in Tarihi ve kültürü üzerine araştırma yaptığımı, Afşin’de Süllüler Sülalesinden olduğumu söyleyince, yaşlı bir amca, sen bize hısımmışsın, dedi. Ben de nereden hısım oluyoruz, amca deyince, Süllü Mahmut Usta bizim eniştemiz olur, dedi. Ben de Mahmut Usta, babamın amcazadesi olur, dedim. Ahmet Efendi esprili konuşmasıyla dikkatimi çekmişti. Afşin’e dönerken, bizi köye getirip götüren aynı köyden olup o zaman Belediye Meclis Üyesi Celal Pekşen’e dikkatimi çeken Ahmet Efendinin kim olduğunu, sorunca, o ünlü Korkmazlı Abdullah Efendinin oğludur, deyince, ben, araştırmamda adı geçen Abdullah Efendi hakkında bilgi alacaktım, geri dönelim de Ahmet Efendiyle görüşeyim, dedim. Başkan artık geri dönemeyiz, başka bir gün gelirsin, deyince, Celal Bey de Ahmet Efendinin İskenderun’da oğlunun yanında yaşadığını, yazları köye geldiğinden söz edipi, “yarın ben sizi köye götürebilirim”, dedi. Celal Bey, öbür gün Ahmet Efendinin köyde olup olmadığını öğrenmek için Muhtara telefon etti. Köyde olduğu haberi gelince, yeğenim İlhami Doruk’la Yazıköy’e gittik. Köye Afşin-Göksun şosesinden girdiğimizde karşımızdan bir araba geldi. Cenaze evine gittik, Ahmet Efendiyi sorunca, “daha şimdi oğlu gelip İskenderun’a götürdü”, dediler. Abdullah Efendi hakkında edineceğim bilgiden kılpayı mahrum olduk. Mecburen Maraşlı Hemşerilerin yayımladığı esere başvurduk. Araştırmam esnasında bu tür talihsizlikleri de ummadığım zamanda aradığım bilgi kaynağını karşımda bulduğum şans eseri durumları da birçok kez yaşadım.