Milli Mücadele’nin ilk zaferini, kazanan şehirdir Kahramanmaraş,

7’den 70’e silaha sarılarak kendi kendini kurtaran tek şehirdir Kahramanmaraş,

Türk Milletinin  namus ve şerefine uzanan elleri kıran , Sütçü İmam’ın şehridir Kahramanmaraş,     Silah gücüyle  indirilen bayrağı ,iman gücüyle yeniden kalesinde dalgalandıran şehirdir Kahramanmaraş

Dünyada ‘’ İstiklal Madalyası ‘’ olan tek şehirdir Kahramanmaraş,

‘’Maraş, bize mezar olmadan; düşmana gülzar olmaz.’’ Diyenlerin şehridir Kahramanmaraş,

Yiğitlerin, ozanların, pehlivanların, alimlerin, vatanseverlerin harman olduğu şehirdir Kahramanmaraş,

Yel estikçe buram buram tarhana kokusu gelen  şehirdir Kahramanmaraş,

Bütün dünyada dondurmanın başkentidir Kahramanmaraş,

Kerb-i Gazi gibi meydana  haykıran  pehlivanların  şehridir Kahramanmaraş,

Türkiye’nin kalem kaşı,köşe taşıdır Kahramanmaraş,

Canlara canan,toprağı mercan; suları Kevser olan şehirdir Kahramanmaraş,

Malik Bin Ejder gibi Sahabe  ve  evliyalar şehridir Kahramanmaraş,

Akarsularıyla ,göletleriyle,barajlarıyla su zengini şehirdir Kahramanmaraş,

Eshab-ı Kehf’i (Yedi Uyurları)topraklarında bulunduran şehirdir Kahramanmaraş,

Tekstilde ve  madeni mutfak eşyalarında, Türkiye’nin lokomotif  sektörüdür Kahramanmaraş,

Mert  , dürüst ,cömert, fedakar ,güzel  insanların yaşadığı şehirdir  Kahramanmaraş,       

 Afşin ,Elbistan,Nurhak  halkını  zehirleyerek öldüren  iki canavara - A ve B Termik Santrali’ne- Vekillerimizin, canı gönülden ses çıkarmadığı,görmezden geldiği  gibi,yerel yöneticilerin,belediyelerin ve yörede yaşayan insanların da  sessiz,çaresiz kaldığı şehirdir Kahramanmaraş!..

İnsan sağlığı, her şeyden önemlidir.En büyük mutluluk sağlıklı yaşamaktır.Bundan dolayı teknik  ömrünü tamamlamış,filtresiz çalıştırılan, A Termik  Santrali’nin hemen kapatılmasıdır dileğim…

12 Şubat, Marş’ın Kurtuluş Bayramı’nın 101.yıldönümü kutlu olsun.Bütün şehitlerimizi şükranla,  rahmetle anıyorum.

1971  Eylül  ortasıydı. Maraş, güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanıyordu.Tekke Mahallesi’nin yoksul  briket evlerinin küçük pencereleri göz göz  Bahçelievler’e kıskanarak bakıyordu.Çünkü Bahçelievler, bakımlı, güzel evlerin, varlıklı insanları  ikamet ettiği mekanlardı.Şehir Ahır Dağı’nın eteklerinden başlayıp ovaya doğru yayılıyordu.Ahır Dağı’nın güneyi çam ormanlarıyla kaplıydı,yukarı kısımlarında kel tepeler   ve tekte tükte bağ evleri görünüyordu. Güneyden hafif bir rüzgar esiyor, ovanın kokusunu şehre  getiriyordu.Kuzeyden deli poyraz esti mi insanlar kaçacak delik arıyordu.Öyle kuvvetli esiyordu ki çatıları uçuruyor,ağaçları deviriyor, elektrik tellerini koparıyor,koca binaları salıyordu. Sanki kıyamet kopuyordu.Eskilerin deyişiyle ‘’Maraş’ın yelden,Adana’nın selden batal olacağı ‘’ söyleniyordu.

 Şehir yeni bir güne uyanırken herkeste bir telaş vardı.Talebeler, bir an önce mekteplerine yetişmek için koşuşturuyordu. Körüklü,kırmızı renkli   belediye otobüsleri gideceği yerlere yolcularına taşırken Maraşın dik,da  ve virajlı  caddelerinden bağırarak çıkıyordu.Sepetli motosikletler pat pat sesler çıkararak  kulakları rahatsız ediyordu.Kıbrıs Meydanı’ndaki  dükkanlarda müşteriler, meşhur Maraş paçasını iştahla içerken sarımsak kokusu çevreye yayılıyordu. Kapalı Çarşı  esnafları; tuhafiyeciler,kuyumcular,ayakkabıcılar,bakırcılar, demirciler,köşkerler,yorgancılar yeni güne hazırlanıyorlardı.

Maraş’ın en güneyinde Maraş Lisesi...Lise’nin doğu cephesinde  Askerilik Şubesi ‘nin binası vardı.Lise’nin güneyinden geçen yol yoktu. Marul tarlaları, Lisenin bahçe duvarından ,Tren İstasyonuna kadar devam ediyordu..Bir de devletin Sümerbank Tekstil Fabrikası vardı. Bugünkü MEDIA MARKT ‘ın  yerinde, Adana yolu üzerinde Lise’ye yaklaşık  bir kilometre  mesafede Şehirlerarası Otobüs Terminali…. Şehrin güneyinden geçen Kayseri  çevre yolu yoktu.Göksun’a, Afşin’e, Elbistan’a ,Kayseri’ye giden bütün otobüsler,otomobiller şehrin merkezinden geçer,Durak Pastanesi’nin önünden, batıya dönerek yoluna devam ederdi. Batı Park’tan sonra yerleşim yeri yoktu. Biraz ileride, sağda Yatılı İlköğretim Bölge Okulu...Şimdiki Binevler’in olduğu yerler bağ bahçeydi. Kale’nin güney doğusunda, Ulu Caminin kuzeyinde,Atatatürk büstünün yakınında, virajda taş yapılı Maraş Belediyesi binası...Yolun kenarlarında kocaman kocaman asırlık çınarlar…O yıllarda  Maraş’ın iklimi çok güzeldi,havada nem oranı çok düşüktü, çünkü bugünkü barajları hiçbiri yoktu.  1971 yılında, merkez nüfusu yaklaşık iki yüz bin olan, gelenek ve göreneklerine bağlı, muhafazakar  bir Anadolu şehriydi Maraş. Nüfusuna göre en çok cami ve mescitin bulunduğu bir Anadolu şehriydi…Maraş Kalesi’nden şehri seyrettiğinizde cami minareleri, dört tarafta , birer muhafız gibi, insanları gururla selamlıyordu.

( 5 Nisan 1925 ‘te TBMM’in kararıyla bütün şehri temsilen ‘’İSTİKLAL MADALYASI’’ ,7 Şubat 1973 tarihinde de yine TBMM  tarafından  ‘’ KAHRAMANLIK’’ ünvanı verilmiştir Maraş’a.)

Okulumuz, dört katlı dev gibi bir binaydı.Şehrin her tarafından rahatlıkla görünüyordu.Maraş’ta Yatılı Kız Öğretmen  Okulu’ndan sonra  en popüler okul Maraş Lisesi’ydi.Okulumuzun diş cephe boyası siyah olduğu için , ’’KARA LİSE’’ ’ diye ünlenmişti.İmam Hatip,Endüstri Meslek(Sanat okulu),Kız Meslek,Ticaret Meslek Liseleri vardı .O yıllarda üniversiteyi bırakın, iki yıllık yüksek okul bile yoktu Maraş’ta…

Okulun ilk haftasıydı,artık lise öğrencisiydik.Heyecanlıydık…Ders programında, ortaokulda ismini duymadığımız ;edebiyat,fizik,kimya,biyoloji gibi yeni dersler vardı.Dersimize girecek öğretmenlerimizle tanışacaktık..Sınıflarımız büyük ve dikdörtgen şeklindeydi.Her sınıfta yirmi bir sıra vardı,ikişer kişi oturuyorduk. Sınıfımızda seki kız öğrenci vardı.Sıra arkadaşım Afşin’den de çok sevdiğim arkadaşım olan Abdurrahman Başaran’dı.İlk  dersimiz edebiyattı,öğretmeni heyecanla bekliyorduk.Sınıfın kapısı açıldı,oldukça kısa boylu,beyaz tenli,yuvarlak yüzlü,kabak kafalı, takım elbiseli ton ton bir ihtiyar...Ayağa kalktık,selamlaştık,yerimize oturmamızı işaret etti.Çantasını öğretmen masasının yanına koydu.Yavaşça ceketini çıkardı,sandalyeye özenle yerleştirdi.Kırk iki göz, pür dikkat öğretmene bakıyorduk.Sınıftan çıt çıkmıyordu.Adını ,soyadını ve branşını tahtaya   yazdı.Öğretmen Masasına oturdu.Çantasından yakın gözlüğünü çıkardı, burnun ucuna  taktı ve gözlüğün üzerinden bizlere baktı , yoklamayı yaptıktan sonra tanışma faslı  başladı. Herkes adını,soyadını ve nereli olduğunu söylüyor,yerine oturuyordu.Sıra bana gelince adımı, soyadımı, ilçemi söyledikten sonra, yerime oturmadan konuşmaya başladı:

---Afşin’in,Elbistan’ın,Göksun’un çocukları efendi,çalışkan,terbiyeli olur.Afşin’den geçmişte birçok talebem oldu. Çakır Hoca’yı çok sever ve sayarım.Tanıyor musun?

Çakır Hoca’yı  tanıdığımı, arkadaşımın dedesi olduğunu , Cuma günleri ,Cuma namazı öncesi Ulu Cami’nde cemaata vaaz verdiğini ,Arapçasının çok mükemmel olduğunu ,dini konularda herkesin Çakır Hoca’ya  danıştığını söyledim.  Çakır Hoca’nın Maraş’ta da sevilen ve saygı duyulan bir din alimi olduğunu,Afşin’e geldiğini, hem Çakır Hoca’yı hem de Eshab-ı Kehfi ziyaret ettiğini söyledi Hoca’mız. Yanımdaki arkadaşım Abdurrahman, ben Hoca ile konuştukça eziliyor,büzülüyordu.Çünkü arkadaşım normal hayata da konuşmayı sevmezdi.Ağzı var,dili yoktu.Hiç  kimseyi incitmezdi,bu özelliğinden dolayı arkadaşlar ona ‘’Hürü’’lakabını takmıştı.Sıra ona geldiğinde heyecanla,utangaç  şekilde ayağa kalktı;adını,soyadını,nereli olduğunu söyleyerek yerine oturdu. Öğretmen, ona  soru sormadı, çünkü  ilçeyle ilgili soruları ben cevaplamıştım. Bütün sınıfla tanışma faslı bitmişti,Hoca,yavaşça sandalyesinden kalktı:

--Bundan sonraki derslerimizde herkes, kitap ve defterini getirecektir. Ayrıca herkes, edebiyat kitabının iç sayfalardan birine adını, soyadını kimseye göstermeden yazacaktır.Bunun anlamı kitabın kaybolmasına ve hırsızlığına karşı alınmış bir tedbirdir.’’diye açıkladı.

Edebiyat nedir?diye sordu.Sınıftan ses çıkmıyordu,çünkü sorunun cevabın kimse bilmiyordu.Kendisi açıklamaya başladı:Edebiyat,Arapça edep kökünden gelir,iyi huy,güzel ahlak demektir.Bundan dolayı edebiyatta çirkin sözlerin,küfrün yeri yoktur…                                                                                                   Sınıfımız zemin kattaydı.Sınıf kapısının altında beş santimlik bir boşluk vardı.Kapının altından teker gibi yuvarlanan bakır on kuruş,yalpa yaparak Hoca’nın ayağının önünde devrilirken koridordan’’Ahmet Üç’’ diye yaramaz bir öğrencinin sesi duyuldu.Hoca,hızlıca kapıyı açtı ama koridorda kimseyi göremedi.Teneffüs zili çalmaya az kalmıştı.Hoca,masanın başına vardı,önce ders kitabını,sonra yakın gözlüğünü çıkararak çantasına koydu.Hava sıcak olduğu için,masanın yanındaki pencere açıktı,pencereden yine yaramaz öğrencinin’’Ahmet Üç’’ sesi duyuldu.Hoca,pencereden bakıncaya kadar  yaramaz çoktan kaçmıştı.Belli ki üst sınıflardan bir öğrenciydi.Hoca’nın canı sıkılmıştı,ön sırada oturan kız öğrenciler çaktırmadan sessizce gülüyordu.Zil çaldı,teneffüs olmuştu.Sonradan öğrendik,Hoca çok kısa boylu ve şişman olduğu için,talebeler, Hoca’ya  küp lakabını takmışlardı.Bundan dolayı edebiyat Hoca’mıza ‘’KÜP AHMET’’ demişler.(Edebiyat öğretmeni olacağımı,mesleğimin son yıllarında’’ KÜP  AHMET’’  gibi burnumun ucuna, yakın gözlüğümü takacağımı, aklımın ucundan bile geçirmezdim.) Lise iki ve üçüncü sınıfta edebiyat dersime Dilaver Bozbeyli Hoca’mız girdi.Güleç yüzlü,naif, kibar,saygıdeğer bir öğretmenimizdi.

Dersimiz Fransızcaydı,en korktuğum dersti,çünkü ortaokulda Fransızca derslerimiz ya boş geçmiş ya da branş dışı öğretmenler dersimize girmişti.Fransızca Öğretmenimiz  derse girmeden lakabını öğrenmiştik:’’KIZ  MEHMET’’ Sınıfın kapısından uzun boylu,esmer tenli,uzun yüzlü,düz siyah saçlı ,güneş gözlüklü bir öğretmen girdi.Ayağında apartman topuklu bir ayakkabı,sırtında kahverengi bir takım elbisesi...Elinde oldukça güzel kahverengi bir çanta….Herkes merakla öğretmenin konuşmasını bekliyorlardı.Lakabından dolayı ,öğretmenin sesini merak ediyorduk.Öğretmen ,masasının başına varınca çantasından bir peçete çıkardı,masanın üzerini ve oturacağı sandalyeyi iyice sildi. Çantasını masanın kenarına koyarak  yavaşça sandalyeye oturdu.                                                  

  Çantasından tahta silgisini ve renkli tebeşirleri çıkardı.Temizliğe ve hijyene çok önem verdiğinden sınıftaki silgiyi ve tebeşiri kullanmıyordu.Tahtaya güzel bir el yazısıyla ‘’Mehmet Yazıcıoğlu,Fransızca Öğretmeni’’ yazdı.Sesi erkek sesiydi ,çok kibar ve nazik konuşuyordu.Bazı hareketleri kızlara benziyordu.Hele hele kız öğrencilerle konuşurken çok  kibar konuşuyordu.Erkek öğrencilerin isteklerini yerine getirmezken kızların isteklerini hemen yerine getiriyordu.Kız öğrencilerin bir dediklerini iki etmiyordu.Yazılı veya sözlü sınavların ertelenmesini kız arkadaşlarımız vasıtasıyla yaptırıyorduk. Derslerde hepimize kibar davranıyordu.Bütün bu özelliklerinden dolayı ‘’KIZ MEHMET’’lakabı takılmıştı.Fransızca bilgisi çok iyiydi.Fransızca okuma metinlerini çok güzel okurdu ,biz de zevkle dinlerdik.Sınıf tahtasını çok güzel kullanırdı, el yazısı da çok güzeldi.Ayrıca müzik dersimize girerdi,çok iyi mandolin çalardı.Bir gün tahtayı  tamamen doldurmuştu,öğretmen yorgun görünüyordu.’’Tahtayı silebilir miyim?’’ diye sorunca , kibarca ‘’Silebilirsin.’’dedi.Ben tahtadaki silgiyi aldım.Sağdan ,sola;aşağıdan, yukarıya  tahtayı hızlıca  sildim.Her tarafı tebeşir tozu kaplamıştı,ayağa kalktı .’’Ne yaptın,her tarafı toz içerisinde bıraktın! Böyle tahta silinir mi? Çabuk kapıyı ve pencereleri açın,sınıfı havalandıralım.’’ dedi.Kastım yoktu,öğretmenimden özür diledim.Tahtayı, yukarıdan aşağıya doğru  yavaş yavaş , tozutmadan  silmem gerektiğini,  ondan  öğrendim ama yıl boyunca , bir daha bana tahtayı sildirmedi.Lise ikinci ve üçüncü sınıfta, Fransızca dersime amcasını oğlu Sunar Yazıcıoğlu girdi.Disiplinli,bilgili iyi bir öğretmendi.

Lise birinci sınıfta Tarih dersi Öğretmenimiz Doğan Yarpuz’du.Yaşlı bir öğretmenimizdi.Derste konuyu önce öğrencilere anlattırır,eksik kalan bilgileri kendisi tamamlardı.Tarih dersini çok seviyordum, ezberim  kuvvetliydi.Hoca’’Konuyu kim anlatacak?’’diye sorunca parmak kaldırır,konuyu anlatırdım.Beni sevmişti.Sınıfa girdiği zaman yoklamadan sonra’’ Harun kalk,dersi anlat.’’derdi.Ben de her derse hazırlıklı gelirdim.Sene sonuna kadar, her ders konuları anlattım.Hoca’mız dalgılıkla başka sınıflarda dersi anlatmam için benim ismimi söylermiş.Bazı arkadaşlar beni merak ederek,tanışmak için sınıfımıza gelmişlerdi.Bütün bu gayretime rağmen, Tarih dersi onluk not sisteminde sene sonunda  karneme dokuz düşmüştü.Maraş Lisesi’nde sınıf geçmek çok zordu.Şimdiki gibi sorumlu geçmek yoktu.Birçok öğrenci tek dersten iki yıl üst üste başarısız olarak belgelenmişti.Çok sevdiğimiz bir arkadaşım tek Tarih dersinden iki yıl üst üste başarısız olduğundan lise ikinci sınıftan ayrılmıştı.Ayrıca lise son sınıfta ,yıl sonunda lise bitirme sınavları yapılırdı.Lise ikinci ve üçüncü sınıfta Tarih dersine Yalçın Özalp girdi.Yalçın Hoca sert görünümlü,disiplinli bir öğretmendi.Hepimiz ondan korkar ve çekinirdik.Ders konularını ayrıntılarıyla kendisi anlatırdı,sınıftan çıt çıkmaz,dersi dikkatlice dinlerdik.Soru sormaya çekinirdik ama çok bilgili değerli bir öğretmenimizdi.

Beden eğitimi Öğretmenimizin ismi Mete’ydi.Uzun boylu,beyaz tenli ,sarışın , yakışıklı, dört dörtlük bir beden eğitimi öğretmeniydi.Disiplinliydi.Futbolda,basketbolda,voleybolda çok başarılıydı.Okulumuzun spor salonu vardı.Kış mevsiminde spor salonunda ders yapardık.Salondaki ağaç parkelerin zarar göreceğinden dolayı, spor ayakkabısından başka ayakkabıyla top oynanmasını yasaklamıştı.Bir keresinde kundurayla basketbol oynarken yakalandık,beş arkadaşımla birlikte birer  okkalı tokat yedik,hak etmiştik.Öğretmenimizden özür diledik.

Kimya dersimize ‘’F   CEMİL’’ lakaplı bir öğretmenimiz giriyordu.Küp Ahmet gibi yaşlı bir öğretmenimizdi.Orta boylu,buğday tenli ,ak saçlı ,ağır ağır yürüyen bir öğretmenimizdi.Kimya konularında derya deniz,çok bilgili Hoca olduğunu üst sınıflardaki ağabeylerimiz söylüyordu.Ağırbaşlı,mütevazi,saygıdeğer bir öğretmenimizdi. Konunun anlatımını bitirdikten sonra,bizlere soru sorma fırsatı verirdi.Dersin sonunda her zaman şöyle derdi:’’Çocuklar,inşallah,Allah nasip ederse, ömür verirse gelecek hafta  şu konuyu işleyeceğiz!’’derdi.Biz, o zamanlar bu söylediklerinin anlamını kavrayamaz,içimizden gülerdik.

1971 yılında,yani elli sene önce, Maraş’ta sosyal hayat şöyleydi: Yolcu  otobüsleri eski tip Volvo,Man, Magirus Apollo, Vabis,Ford…302 Mercedes Maraş’ta yoktu.Yollar çok kötüydü.Otomobil sayısı çok azdı.Televizyon yoktu ama sinemalar vardı;Renk sineması,Atlas sineması,Çiçek sineması…En lüks,konforlu sinema Çocuk Parkı’nın karşısındaki Renk sinemasıydı.Hafta sonlarında hiçbir filmi kaçırmazdık.Radyo çok yaygındı,orta ve kısa dalgadan müzikleri  cazırtılı dinlerdik.Maraş Kalesi’nde çay bahçesinde canlı müzik konserleri yapılırdı.Mevsimine göre ünlü ses sanatçıların ve grupların turneleri olurdu.Turneye gelen sanatçıların kaldığı otel,Maraş’ı en lüks oteli ‘’Belli Oteli’’ydi.Otelin zemin katında da dondurmasıyla  meşhur Yaşar Pastanesi vardı.(Erdal Kambur sınıf arkadaşımdı.) Hafta sonu gittikleri piknik alanları genellikle Pınarbaşı Çay Bahçeleri ile Kapıçam olurdu.Futbol, en çok sevilen spordu.Yeni Futbol Stadının inşası bitmediği için maçlar Batı Parktaki Futbol sahasında olurdu.Amatör küme maçları,ilçe takımlarının katılımıyla kıra kırana geçerdi.Takımlarını desteklemek için,saha kenarına tabut getiren fanatik seyirciler de vardı.Her sene belediyenin organize ettiği karakucak güreşleri halk tarafından ilgiyle izlenirdi.Zenginlerin ve siyasetçilerin buluşma yeri Maraş Şehir Kulübü’ydü.Orada yemekler yenir,memleket meseleleri konuşulur, bu arada isteyenler alkol de alırdı.Sigara içmek her yerde serbestti;devlet dairelerinde,sinemalarda,bankalarda,yolcu otobüslerinde,lokantalarda,kapalı mekanlardaki toplantılarında,konserlerde,öğretmen odalarında,kurul toplantılarında,düğün salonlarında hatta hastane koridorlarında çokça sigara içilir,herkes dumanaltı olurdu.Sigarayı daha çok erkekler içer,az sayıda içen kadınlar da gizli içerlerdi.Zenginler,Maltepe,Samsun gibi filtreli sigar içerken fakirler Kulüp,Birinci,Bafra,Yenice,Gelincik gibi filtresiz sigara içerlerdi.Hatta devlet, Mehmetçiklere  en kalitesiz tütünden imal edilmiş ,kurtlu Asker sigarısını  bedava verirdi.Sigara içmeyen askerler, o sigaraları yakınlarına hediye ederdi.Sokaklarda simit satıcıları’’Taze simit!’’,marul satıcıları da ‘’Yağlı dürülü!’’ diye  bağırarak dolaşırdı. Kapalı Çarşı’daki esnaflar , kadın müşteriler dükkana  geldiklerinde, saygı ifadesi olarak ‘’Maraşlı ‘’dizisinde olduğu gibi,  hitapları:’’BAYAN, BUYURUN!..RİCA EDERİM BAYAN! YİNE BEKLERİZ BAYAN!’’olurdu.

Sonbaharda bağ bozumuyla  kış hazırlıkları yapılırdı: pekmezler, bastıklar, üzüm kurutları, kışlık turşular, patlıcan, biber ,kabak kurutları ,cevizli semseler, cevizli sucuklar, çerezlik tarhanalar, çörekler………

Müteveffa öğretmenlerimi saygıyla, rahmetle anıyorum. Hayatta olan öğretmenlerime ve Herkese , Yüce Allah’tan sıhhat ve afiyet diliyorum. Kalın sağlıcakla…                                                                          Yazımı Maraş Lisesi’nden Kimya Öğretmenim, ‘’F  CEMİL’’in çok derin anlamlı sözleriyle bitiriyorum:

     İNŞALLAH, ALLAH  NASİP EDERSE, ÖMÜR VERİRSE, YAZMAYA DEVAM EDECEĞİM!..