Tarihte İskender, Roma-Bizans ve Katolik Roma-Germen imparatorluğu eliyle denenmiş olan dünyayı günümüzde Batı uygarlığının tek devlet ve tek yönetim biçimine indirgeme çabaları Yirminci yüzyılın sonlarından itibaren yaygınlaşmaya başlayan uluslararası medya ve kitle iletişim araçlarının yoğun kültürel propagandasıyla Amerika'nın öncülüğünde Küreselleşme Projesi adı altında yeniden ve daha etkili ve dayatmacı bir biçime dönüşmüştür. Binlerce yıldır, kuşaktan kuşağa aktarılan dünyanın pek zengin olan yerli kültür varlıkları, tehdit edilir hale geldi. Dünyada geleneksel ve ulusal kültürü içinde yaşayan neredeyse her ulus ve toplum bu kültürel ve ekonomik dayatmacılıktan irkilir oldu. Dünyanın her yöresinde akrabalık ve komşuluk ilişkisinden çocuk oyunlarına, düğünlerden boşanma göreneklerine ve doğum adetlerinden cenaze törenlerine kadar yerli kültür öğelerinin yerine yabancı kültür öğeleri geçmekte ve tek kültür tek uygarlık modeline doğru hızlı bir değişim yaşanmaktadır.
Emeksiz, başkalarının zararına haksız kazanç sağlanabileceği, ahlaki olmayan düşünce ve tutumlarla kısa yoldan servet ve itibar edinileceği, varlıklı ve saygın kişilerin özel hayatlarına ve mahremiyetlerine teknolojik ve elektronik araçlarla ulaşılarak itibarsızlaştırılacağı, şantajla haksız gelir elde edileceği, ergenlik çağına girmeyen çocukların bile cinsel istismarına dayalı porno yayınlar yapma, hak, hukuk, emek, suç, suçlu ve ceza gibi temel kavramların içeriğini boşaltarak, suçlunun ceza görmesi ve suçsuzun aklanması yerine suçlunun kendisini savunamayan, suçsuzun da iyi savunulan kişi diye tanımlanması, İran'ın Barışçı amaçlar için elde ettiği nükleer enerjinin belli batılı güçler tarafından yaptırımla cezalandırılacağı uyarısı karşısında nükleer güç yasak olması gerekiyorsa, önce elinde bulunduran ülkeler için yasaklanması gerektiği, aksi takdirde temel insanlık ilkelerinin yaralanacağı uyarısı yapan başbakan Erdoğan, İsrail'e ses çıkarmayıp da İran'a yüklenen ülkelere 'Hukukun üstünlüğü mü yoksa üstünlerin hukukunun mu BM'de savunulduğunu sorarak önekli bir politik atraksiyon yapmıştır.
Günümüzde eşini aldatmayan namuslu erkek ve kocasının nikahına sadık iffetli kadın karakterinin yerine daha evlenmeden boşanma şartlarını gündeme getiren, kutlu bir yuva kurmak yerine ortak nikah altında ticari eşya birliktelikleri oluşturarak kaçamak yapmak için fırsatlar kollayan eşler toplumun geleceğini tehdit eden değişimlerdir. Bizim yerli kültürümüzde, boşanan eşlerin tekrar birlikte yaşama durumları, evlenmeden -nişanlı bile olsalar- değil iki karşı cinsin birlikte yaşamaları aynı odada yatırılmaması, ersiz eve konuk alınmayacağı göreneği vs. yerli kültür öğelerindendi. Günümüzde 'çağdaşlığın belirtisi' ve 'uygar yaşam'ın gereği gibi önyargılar, yerli değer kalıplarımızı aşındırmaktadır. Batı toplumlarının kültür kalıpları içinde bile en çok yakındıkları yozlaşan kendi aile düzenleridir. Bizim yerli kültürümüzde, boşanan eşlerin tekrar birlikte yaşama durumları, evlenmeden -nişanlı bile olsalar- değil iki karşı cinsin birlikte yaşamaları aynı odada yatırılmaması, ersiz eve konuk alınmayacağı göreneği vs. yerli kültür öğelerindendi. Günümüzde 'çağdaşlığın belirtisi' ve 'uygar yaşam'ın gereği gibi önyargılar, yerli değer kalıplarımızı aşındırmaktadır. Batı toplumlarının kültür kalıpları içinde bile en çok yakındıkları yozlaşan kendi aile düzenleridir.
Yine alkışlı cenaze törenleri, mezarın üzerine çiçek dikme değil de karanfil atmalar, nikâhlı çiftlerin boşanarak tekrar birlikte yaşamaları, günümüzde özellikle üniversite gençliği arasında yaygınlaşmağa başlayan cohabitation denilen ayrı cinsten gençlerin bir dairede nikâhsız birlikte yaşamaları gibi ithal malı kültür öğeleri yerli kültür değerlerini yıpratıp aşındırmaktadır. Bir Amerikalı bir Çinliye alaycı bir tonda; Feng Feng siz ölülerinizin mezarına yemek götürüyorsunuz, ölü bunları ne zaman yiyor, diye sormuş. Çinli de Johny, sizin ölüleriniz mezarın üzerine koyduğunuz karanfilleri kokladığı zaman, demiş.
Çarşılarda, caddelerde yabancı dileki (genelde İngilizce) işyeri tabela ve levhaları, yazıları bu bağlamda geleceğimiz ve akıbetimiz adına oldukça düşündürücüdür. İşyerine, dükkana yılda gelebilecek iki üç yabancı müşteri için bu levhaların Türkçe karşılıkları yazılmadan hazırlanması hangi makul gerekçeyle yazılmaktadır. Modernite itibarını kaybedeli (1930'lar) neredeyse yüzyıl oldu. Tabii biz modernleşmemizi geciktirmiş olmamızda aramak gerekir bu batıyı yüz yıl geriden izleyişimizi. Uluslar arası ilişkilerde teknik alandaki üstünlüğün kültürel alanlarda da üstünlük anlamına gelmeyeceği, batılıların bir iç burkuntusu olarak bizim aile yapımızdaki insaniliği ve medeniliği takdir etmekten geri durmadıklarını anlamak durumundayız. Bir yurttaşımızın hanımı hastalanır. Kızları Berlin'de doktor olduğu ve ihtisasını yaptığı için annesini Almanya'da tedavisini yaptırmak ister. Annenin yattığı kent, kızının işyerine 70 km. mesafedeki bir kenttir. Her akşam trenle gelerek annesini ziyaret etmekte, ona sevdiği yemeklerden ve yiyeceklerden getirmekte sonra da dönmektedir. Odada bir de Alman hasta hanım yatmaktadır. Bu durumu görünce, benim de bu kentte yaşayan yetişkin iki çocuğum var ama bir gün bile beni ziyarete gelmezler, diyerek ağlar ve Türk-İslam aile geleneğine hayranlığını belirtir.
Yaşamın her alanında yerli kültürün yerine yabancı kültür öğelerinin geçirilmeğe çalışıldığı halde ne yazık ki, bir karşı önlem de alınamamaktadır. Çünkü asırlarca skolastik anlayış içinde geçirilen asırların karanlık tortuları yerli kültürün küresel kültüre direnme imkân ve fırsatını bırakmamıştır. Batı dünyası güçlü bilim, kültür, felsefe ve sanat alanında yüzyılların birikimine sahip olurken diğer uluslar ne yazık ki yerli kültür dinamiklerini yalnızca kendi kültürel kalıpları çerçevesinde yaşayıp -toplumsal dinamiğinin iki temel ögesinden ikincisi olan değişim ve ilerleme öğesini devre dışı bıraktıklarından bunlardan dünyaya açılan bir metafizik ve bir toplumsal öğreti oluşturamamışlardır. Toplumsal dinamiğin iki temel öğesi vardır. Bunlardan ilki toplumun 'kendi' kalması için gerekli olana sağlam gelenekler, ikincisi de toplumun 'ilerleme'si için gerekli olan değişim ve gelişme hedefidir.
Folklorun Korunması
Belirli bir ülke veya bölge halkının ekinini/kültürünü araştıran, bunları kendine özgü yöntemlerle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan bir bilim ve belirli bir nüfus için ortak olan ve içinde halkoyunları, masallar, müzik, dans, efsaneler, sözlü tarih, atasözleri, şakalar, popüler inançlar, adetler, maddi kültür vb. gibi kültür öğelerinin bütününe verilen ad.
Folklor kelimesi ile sadece halkoyunları algılana gelmiştir. Fakat yanlış kullanılmaktadır. Folklor tüm Halk kültürünün tamamını kapsar. "Folklor" terimi folk-(halk) ve lore-(bilgi)'den gelmektedir. Terim ilk kez İngiliz araştırmacı William Thoms (1803-1885)'un 1846 yılında, Londra'da yayınlanan "Athenaeum" adlı bir dergideki yazısında kullanmıştır. Thomas sözkonusu yazısında halk edebiyatı ve halk gelenekleri konularındaki ürünleri inceleyen bilim dalına ad olarak "Folk-lore" teriminin kullanılmasını önermiştir. Johann Gottfried von Herder de Alman halkının otantik ruhu, geleneği ve kimliğinin belgesi olan folklorün kaydedilmesi ve korunması gerektiğini ilk savunan kişilerden biri olmuştur.
Folklor kavramı 19.yüzyılın sözlü gelenekleri modern ideolojik amaçlar doğrultusunda birleştirmeyi arzulayan romantik ulusalcı ideolojinin bir parçası olarak gelişmiş ancak 20.yüzyılda etnograflar politik amaçlar dışında folklor kayıtları yapmaya başlamışlardır. Grimm kardeşler (Wilhelm ve Jakob Grimm) şifahen aktarılan Alman masallarını toplamış ve ilk serisini "Kinder und Hausmärchen" adıyla 1812'de yayınlamışlardır.
Türkiye'de Folklor/Halkbilim
Türkiye'de Halkbilim çalışmaları yirminci yüzyıldan çok daha önce bilimsel metotlarla olmasa da halk kültürünün öykü biçiminde aktarılmasıyla başlamıştır. Özellikle Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi geniş birikimi ve canlı anlatımıyla bu tip eserlerin en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır. Ayrıca Divan-ı Lugat'üt Türk, Dede Korkut Hikayeleri gibi önemli örnekler de Halkbilim çalışmalarında kullanılacak denli önemli bilgiler aktarmaktadır.
Bilimsel anlamda folklor ile ilgili yazılar yirminci yüzyılın başında verilmeye başlanmıştır. 1913 yılında Ziya Gökalp, "Halka Doğru" adlı dergide, 1914 yılında Mehmet Fuat Köprülü de "İkdam" gazetesindeki yazılarında "Folklor" terimi yerine "Halkiyat"ı kullanmışlardır… Cumhuriyet'in ilanına kadar Türk Halkbilimi ile ilgili araştırma-inceleme ve yayınların dağınıklığı dikkati çekmektedir. 1927 yılında Ankara'da "Anadolu Halkbilgisi Derneği" adıyla kurulan, bir süre sonra adı "Türk Halkbilgisi Derneği" olarak değiştirilen dernek Türk Halkbilimine ilişkin çalışmaları başlatan ilk kuruluştur. Çıkardığı "Halkbilgisi Haberleri" adlı süreli yayınıyla ülkemizin çeşitli yörelerinden derlenen Halkbilim verilerini toplu bir biçimde sergilemiştir. Daha sonra 1932 yılında kurulan "Halkevleri", 1955 yılında "Folklor Araştırmaları Kurumu", 1964 yılında "Türk Folklor Kurumu", 1966 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Kurulan Milli Folklor Araştırma Dairesi" halkbilimine ilişkin ilk köklü çalışmaları başlatmışlardı. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Folklor) 17.04.2013.
Nasreddin Hoca ve Hacivat ile Karagöz folklorumuzun ulus çapında yaygınlaşmış örnekleridir.
Folklor, bir toplumun hayat felsefesinin, yani doğaya ve hayata bakışının tezahürü (dışlaşma) dür. Giyim kuşam, saç-sakal biçimleri, kullanılan araç-gereçler, yaptıkları evler, kurdukları köyler, şehirler, düğün, doğum, bayram, cenazelerde gösterdikleri, sergiledikleri anlayış, davranış ve tutum biçimleri bu folklor teriminin içinde değerlendirildiği için bu terimi Türkçe'de halkbilim sözcüğü karşılamaktadır. "Folklor ürünleri, ait olduğu halkın birçok karakteristik ve sürekli özelliklerini içinde barındırıyor. Dünyanın tüm filozof ve sanatkârlarının, halkın oluşturmuş olduğu maddi-manevi kültür hazinelerine başvurması ve bunlardan faydalanması tesadüf değildir. Folklor ürünleri, en başta onu yaratan ve yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktaran milli gelenek ve göreneklerinin, milli törenlerinin, hayata ve dünyaya bakış sisteminin ifade şekilleridir… Folklor ürünleri, halk felsefesinin, ruhunun yansıması bakımından eşsiz ve bulunmaz birer kaynaktır. Özellikle folklor ürünlerinin dili, sadece söz dağarcığının değil, aynı zamanda duygu ve düşünce hafızasının manevi abideleridir… Folklorun bir başka önemli yanı da, onun ürünlerinin okuyuculara millî tarih şuurunun oluşmasında ve gelişmesinde önemli bir dayanak noktası olmasıdır. (Muharrem Caferli, Folklor ve Etnik-Millî Şuur, Kültür Ajans Yayını, Ank., 2007).