Mabel Matiz’in sanatına, şarkılarının güzelliğine olan hayranlığım malum. Eserlerinde folklorik unsurları kullanması, halk kültürünü ilmek ilmek işlemesi, kültür bilimci olmamın da etkisiyle bu sanata karşı ayrı bir ilgi duymama vesile oldu. Bu konuyla alakalı da çok şey yazdım, yazacağım ve yazdıracağım ancak bugünkü konumuz bambaşka; adı da Müphem…
Fatih albümü bundan tam bir yıl önce, 21 Temmuz 2023 tarihinde yayımlandı. Heyecanla o gece şarkıları sırasıyla dinlerken beşinci sırada yer alan Müphem, bir anda tüm müzik dünyamı değiştirdi. O geceden itibaren her gün defalarca dinlediğim, her dinleyişimde kaybolduğum, ciğer dağlayıcı bir şarkı. Şarkıdan o kadar çıkamıyorum ki Fatih albümündeki diğer harikaları yeterince dinleyemiyorum; konsantre olamıyorum. Bünyemin Müphem’e karşı bağışıklık geliştiremediğini hissediyorum.
Müphem benim şarkım. Bugüne kadar dinlediğim en güzel şarkı oldu bile çoktan. İtiraf etmem gerekirse başkaları dinlediğinde/paylaştığında kıskanıyorum J Çünkü Müphem’in alelade dinlenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hakkını vererek dinlenmeli Müphem. Özel zaman ayırmalı, üzerine düşünmeli ve tüyler diken diken olmalı. Böyle diyorum ama bir yandan da herhangi bir yerde Müphem’i duyduğumda yüzümde bir tebessüm oluşmuyor değil. Klipsiz video kaydı Youtube’de 43 milyon dinlenmeyi aşmış. Fatih albümündeki en yakın arkadaşına milyonlarca fark atmış. 22 Kasım 2023 tarihinde yayınlanan klibi de 17 milyon izlenmeyi geçmiş. Eh n’apayım, paylaşmayı da öğrenmek lazım. Youtube’de görüp çok beğendiğim ve keşke ben yapsaymışım dediğim bir yorum var: “Göğe hoparlör döşeyip tüm dünyaya dinletesim var”. Şarkıyı bu denli kıskanıp böylesi bir istek bendeki; ikili delilik yani.
Büyük sanat eserleri önümüzde bir kozmos olarak dursa da aslında arka planında daha büyük bir kaosu barındırır. Bu açıdan, onları değerlendirmek, yorumlamak, analiz etmek de hayli zordur. Beni bu kadar etkileyen Müphem üzerinde az da olsa muktedir olabilmek için şarkıyı değerlendirmeye, yorumlamaya çalışıyorum kendimce ama pek başarılı olamıyorum. Burada da bir deneme yapacağım ama başarısızlığı peşinen kabul ederek.
Müphem’in kelime anlamı “belirsiz”. Çağlar boyunca insanoğlu, hayatına belirsizliği yani "müphem” olanı sokmamaya çalışmış. Karşımızda duran yığınla mit, efsane gibi halk anlatıları da aslında bu belirsizliği önleme çabasıdır bir bakıma. Peki ya bu belirsizlik “aşk” gibi bir hissin içine girerse… Müphem, böyle bir duygu çarpışmasının sonucu bence. Ama öyle böyle bir çarpışma değil bu. Birbirini iten/itmesi gereken zıt kutuplu iki dev bulutun çarpışması gibi. O yüzden şarkıdaki yangın bu denli harlı, aşk acısı bu denli azaplı.
Neler yok ki Müphem’de… Girişinde umut kırıntıları, sonrasında mahcubiyet, ısrar, arzu, düş kırıklığı, tutku… Buraya kadar olan kısım platonikleşmiş bir aşkın âşık tarafından yapılan son çırpınışları. Ve sonuç: Kabulleniş… solan düşler, ağaran saçlar ama hala bahar ve çiy umutları. Eh, insanız sonuçta.
Şarkıyı dinlerken hep kendi kendime şunu soruyorum: Bir insan nasıl bu kadar âşık olabilir ve kalbinden bunları çıkarabilir? Bunları hissedip hayatına nasıl devam edebilir? Müphem’deki aşkın yoğunluğuyla ilgili bir ipucu var aslında. Diyor ki Mabel: “Onda kendimi gördüm… Kendimle temas etmenin bir yolu olarak her gün onun gözlerine tekrar tekrar baktım…” Bu aşkıyla hemhal olma ve “tek”leşme meselesi tasavvuftaki fenafillah mertebesine işaret eder ki bu duygunun dünyalı birine duyulma ihtimali bile biraz ürkütücü. Yani bence Mabel Matiz, kara sevdaya tutulmuş olmalı ki bunları hissetsin. Müphem işte böyle bir duygu patlamasının meyvesi. Bir gün Mabel’le Müphem üzerine birkaç kelam etmeyi çok isterim.
Duygulara hükmeden, çaresiz bırakan şeyi eğer “aşk” olarak değerlendiriyorsak bu durumda ben de Müphem’e âşık oluyorum galiba J ama bu aşk için Fuzûlî’den bir beyit alıntılamalıyım:
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip
Kılma derman kim helâkim zehri dermanındadır”. Bu yazdıklarım umarım bana da iyi gelir ve albümün diğer şarkılarını da tam konsantre dinleyebilirim.
Şarkının beste-güfte uyumu inanılmaz. Dinleyen hemen herkes 90’lı yıllar, Sezen Aksu ve Onno Tunç esintilerini hissettiğini söyler. Benim bunlara bir itirazım yok ama –başıma bir şey gelmeyecekse J - bu konuda şimdiye kadar söylenmemiş bir şey diyeceğim. Bence Mabel Matiz, 80’ler ve 90’lar nostaljisinden faydalanarak o yıllardaki müzik kalitesinin de üzerine çıkmıştır. Ve buna Sezen Aksu da dâhildir. Sezen esintilerini de biraz daha netleştireyim. Müphem en çok da “Unut” ve “Git”i çağrıştırıyor gibi. Ya da vazgeçtim bu son cümleden. Tekrar kuruyorum. Sezen’in “Unut” ve “Git” şarkıları “Müphem”i çağrıştırıyor. (Müphemi hafif de olsa alta alacak hiçbir yoruma tahammülüm yok. Buna kendi yorumlarım da dâhildir.)
Mabel Matiz Müphem için “albümün kalbi” benzetmesinde bulunmuş. Kalp, vücudun merkezidir. Onsuz hiçbir organ çalışamaz. Müphem, tüm organlara (şarkılara) kan pompalayan, onları besleyen koca bir yürek gerçekten. Ben buna ilaveten Fatih’in Sultan Mehmet’i diyorum Müphem için. Yani, Fatih albümünü bir orduya benzetecek olursak, Müphem bu ordunun komutanı, lideridir.
Müphem’in güftesi için de birkaç kelam etmek lazım. Söz yazarlığı konusunda Mabel Matiz’in Türkiye’de bir –hadi iki olsun- elin parmağını geçmeyecek sayıdaki kaliteli kalemlerden biri olduğunu düşünüyorum uzun zamandır. Yazdığı ilk şarkılardaki kalite biraz daha sınırlı bir dünyaya hitap ediyordu bence. Yakaladığı popülarite sayesinde sahip olduğu avangart tarza yaptığı usta dokunuşlarla kalitesini Türkiye’de herkesin gözleri önüne serdi. Diğer bir deyişle türlü dimağların da edebî ve estetik çıtalarını yükseltti. Dönelim Müphem’e.
Sözlerdeki anlam yoğunluğu, duygu katmanları ve estetik kalibrasyon muazzam. Hiçbir şekilde kolaycılığa kaçmıyor Mabel Matiz. Bunu sadece Müphem’de değil, hemen her şarkısında gözlemleyebiliyorum. Daha anlaşılır olması için somut iki örnek vereyim:
“Onlar bi’ yudum nefesler” – “Onlar sığ nefesler”
“Aşkım yalan değil” – “Aşkım ne yabana” Bu örneklerde görüldüğü üzere sanatçı, aslında sadece bir söz öbeğini tekrar etse kimse itiraz etmeyecek ya da fark etmeyecek ama işte gel gör ki Mabel bu detayda bile farkını ortaya koyuyor ve duygularını farklı, orijinal sözcüklerle anlatma yoluna gidiyor. Küçük bir nüans gibi görünse de bu tavır o kadar kıymetli ve sanatsal ki… Türkçeyi böylesine özenli, titiz ve doğru kullanması da ayrı bir konu bu arada. Bu hususla alakalı bir de makale yazılabilir bence ama Mabel’e Türkçeyi, dilin öz verimleri olan atasözlerini ve deyimlerimizi ustaca kullanmasından dolayı da müteşekkirim. Genel olarak kullandığı sözcükler, dinleyici kitlesinin de kelime dağarcığını genişletiyor bana göre. “Müphem”, “uçkun”, “sağaltmak”, “zuhur”, “muşta”, “umar”, “felah”, “cukka”, “Hâlik”, “matah” hatta “gullüm” ve niceleri… bu sözcükleri çoğu kişinin ilk kez duyduğunu ve anlamını Mabel sayesinde öğrendiğini düşünüyorum. Yani umarım öyle yapmışlardır J
Fatih’in kalbi olan Müphem’de o kadar çok edebî sanat gördüm ki… (Bu arada, ben de bu cümlede tevriye yaptım) Tekrir, mübalağa, teşhis, tenasüp, kinaye, istiare ilk gözüme çarpanlar. İleride yaptıracağım Mabel Matiz çalışmalarında bu konuya ayrıca döneceğiz. Müphem’in sözlerinin bende bıraktığı etkiyle bir roman yazabilirim aslında ama burada iki cümle üzerinde durmak istiyorum:
İlki, şarkının da giriş cümlesi: “Müphem bir gül açar içimde, ne pembedir ne özgür…”
İlk sözcük aynı zamanda şarkının da adı: Müphem. İçinde açan ürkek çiçeğin de sıfatı. Çiçeğimiz gül ve bu gül hem tutsak hem de kan kırmızısı (pembe değil). Sondan başlayayım. Pembe gül metaforu oldukça dikkat çekici. Edebî metinlerde aşkın simgesi olan gülün kırmızı olması beklenir. Ben Mabel Matiz’in pembe rengi bilhassa tercih ettiğini düşünüyorum. Çünkü kırmızı gül zihinlerimizde aşkı çağrıştırsa da galiba esas renk gerçekte pembe. Pembe, kırmızı ile beyazın karışımı malum. Beyaz saflık ve temizlikse, kırmızı tutku, aşk ve biraz acı. Dolayısıyla Mabel Matiz için ideal olan aslında her iki duygu dünyasını da barındırması dolayısıyla pembe olmalı. Hayat gibi yani. Ne tamamen temiz ne de tamamen acı dolu. Başka şarkıları da bu durumun doğruluğu kanıtlanıyor sanki biraz. “Bir kara taşın pembesi büyür de solunda” demişti mesela Defter’de. Demek oluyor ki pembe aynı zamanda kalbin de simgesi. Doğru ya, bir de “Pembe” adlı müstakil şarkısı bile var.
Çiçeğimiz zarif bir gül ama özgür değil. Prangalarının anahtarı sevdiğinin elinde ve ne yazık ki okyanusa atılmış gibi bir his. Ȃşığın kendi kendini özgür bırakması için ne yapması lazım ki… uzuvdan vazgeçmek… Vazgeçmiş… Bir serçe sadece üzülmemiş; bir daha tamamlanamayacak bir eksikliğe mahkûm olmuş L
Üzerinde durmak istediğim ikinci cümle şarkının ikinci yarısının ilk cümlesi: “Sitem değil inan ki bu sözlerim; zamanla soldu düşüm…” Bu cümleleri kuran yürek o kadar ulvî ki… İnsanoğlu, doğası gereği canını acıtanın canını yakmak; ona zarar vermek ister. Size acı çektiren birine karşı bu tavır da oldukça insanîdir. Mabel Matiz o denli âşık ki sözlerinin sevdiğinde sitem olarak karşılık bulması ihtimalini dahi gündeme alamıyor. Onu üzmekten o kadar korkuyor. Bunun adı karşılıksız ve gerçekten sevmektir. Kendi mutluluğunu hiçe sayıp tamamen sevdiğinin mutluluğuyla mutlu olma çabası. İnsanın “bu kadar da olma be canım” diyesi geliyor? Küfret, bağır diyesi… Neden bunları yapmadığının cevabı da cümlenin sonunda aslında. Zaman, düşünü soldurmuş çünkü. Umutsuz, çaresiz bir kabulleniş içinde.
Yorumlamaya çalıştığım yukarıdaki iki duygu halini çoğu insan yaşar/yaşamıştır. Mabel Matiz’in bizden farkı bunları “Müphem”leştirmesi. Sanata dökmesi. İyi ki var…
Müzikolog değilim ama şarkının bestesi hakkında da hislerimi dökmek isterim. Şu müzik denen şeyin ne kadar sihirli ve mucizevî bir şey olduğunun da kanıtı Müphem. Tek başına hiçbir anlam ifade etmeyen sesler, notalar bir araya gelip bizi bizden alıyor ve Müphem oluyor.
Kusursuz bir metronom, büyüleyici geçişler…Şarkının her halini dinlediğim için ara ara da karaoke versiyonuna kulak veriyorum ve her seferinde bir beste, güfteye ancak bu kadar uyumlu olabilir diyorum. Ezgi noktasında şarkıyı zirveye taşıyan bir ana bölüm var ve bu bölüm üç yerde karşımıza çıkıyor. Yani bu durumu Mabel bizi üçe bölüp parçalıyor diye yorumluyorum. Söz konusu bölüm şarkının giriş, geçiş ve sonundaki müthiş yerler. İlk bölüm adeta bir balyoz gibi kafamıza iniyor. Mabel’in pek çok şarkısının bir giriş introsu vardır ve bu, o şarkıları çok daha kaliteli hale getirir. Müphem’de bunu bile isteye koymamış gibi. Hazırlıksız, bir anda “dan” diye geliyor o efsane notalar. Bunun adı can evinden vurmaktır “ben yandım, siz de yanın” dercesine. Ve başlıyoruz tutuşmaya. İkinci bölüm ise Mabel şarkılarının girişlerinde duymaya alıştığımız bir mini yaylı “intro” ile başlıyor. Sonra tabi darbeler geliyor peş peşe. (Ben tam da burayı telefonumun melodisi yaptım. Yaptığım günden bu yana telefonları hep çok geç açıyorum. Evet, bu bir itiraf J Kıyamıyorum kesmeye.) Üçüncü ve son bölümse yanına bir suç ortağı alarak geliyor. Klasik bir gitar ne kadar vurucu olabilirse bu bestenin içinde o kadar vurucu. Açık yaraya damlayan tuz topları… Tam bir taammüden adam öldürmeye teşebbüs bu. Bir de şarkı içindeki en can alıcı notaların “Sen de benim gördüğümü onlar sığ nefesler” sözlerindeki yerler olduğunu düşünüyorum. Sanki bir köpürme anı. Bir yanardağın lavlarını savurduğu anlar gibi hissediyorum.
Gelelim 23 Kasım 2023 tarihinde yayınlanan klibine. Değerlendirmelerime kliple alakalı yaşadığım paradoksla başlayayım. Klip, Müphem’in olduğu için beğenmeme gibi bir şansım yok ancak yine klip, Müphem’in olduğu için yeterli olma ihtimali de yok. Yani, benim Müphem’de gördüğümü hiçbir yönetmen göremeyeceği için klipten %100 tatmin olmadım ancak içinde Müphem olduğu için de her şeyi yakıştırıyorum. Garip bir durum kısaca.
Mabel, halk kültüründen faydalandığı kliplerinde uçtu malum. Şarkılar kadar klipleri de ses getirdi. Müphem klibinde Anadolu, halk kültürü, folklor vs. yok. Klip Mabel’in aşkla dağılmış/yanmış/tütmüş bireysel şuuraltına göndermelerle dolu. Alev, gül ve buz metaforları ustaca kullanılmış. (Kara Gözünün Hasretinden klibiyle akraba) Klibin ilk yarısında Mabel kırmızılar içinde ve pek hareket etmeden şarkısını söylüyor. Aşağıda da dikkat çekildiği üzere Mabel’le Müphem arasındaki şiddetli bağ, Mabel’i de şarkıyı söylerken hareketsiz bırakıyor ve sanatçı en fazla salınabiliyor. Kırmızı renk hem aşkın hem de acının rengi malum. Müphem: acı+aşk: diye formülize etsek yanlış olmaz herhalde. Bu sebepten kırmızı renkli kıyafetler bilinçli bir tercih. Yukarıda kliple Mabel’in bilinçaltı arasında bağ var demiştim. Bunu, uçuşan sandalyeler ve dansa benzer ama dans olmayan hareketler yapan belirsiz suratlar destekliyor. Birbiriyle tartışan, birbirini iten, sarılan, öfkelenen, itiraz eden, ele ele tutuşan, kabul eden belirsiz suratlar… tanıdık geliyor değil mi? Bu arada güller yanmaya devam ediyor…
Klibin ikinci yarısında Fatih beliriyor tekrar. Mabel, Fatih için en çıplak halim demişti. Muhtemelen bununla alakalı olarak Mabel bu sahnede yarı çıplak karşımızda. “Savunmasızım ve aşka teslimim” diyor gibi. Mükemmel bir alt metin bence bu. Klibin sonlarına doğru Mabel, kendi gölgesini bir ay silüetinde görüyor ancak devasa boyutta. Peşinden zihnini muğlaklaştıran gölgeler, sandalyeler, yanıp sönen ışıklar ve kaos geliyor. Nihayet Mabel, klibin sonunda bir mesaj veriyor. Ay siluetindeki o devasa gölge (kendi gölgesi) ona yaklaştıkça küçülüyor, küçülüyor ve yanına kadar vardığında o ürktüğü şeyin aslında kendisinden ibaret olduğunun farkına varıyor. Soyut sanat eserlerini her göz farklı açıdan görüp değerlendirebilir. Benim gördüklerim bunlar Müphem klibiyle ilgili…
Müphem çok asil bir şarkı. Şarkıdaki yoğun aşk, arabesk kuyusunda yol kaybettirebilir, “ya benimsin ya toprağın” moduna sokabilir ancak Müphem, kalitesinden asla ödün vermiyor. Mabel’in Müphem canlı performanslarında da bu durum çok dikkatimi çekiyor. Şarkıyı söylerken sahnedeki pozisyonunu hiç değiştirmiyor; en fazla hafiften salınıyor. Öyle zannediyorum ki Müphem, Mabel’i de her söyleyişinde esir alıyor, donduruyor, etkiliyor… Şarkı, hem kendini hem sanatçıyı asaletin doruklarına çıkarıyor. Dikkatli kulaklar sanatçının canlı performansında “aşkım” derkenki ses tonuna eğilirse, ne demek istediğimi anlayabilirler. Herhangi bir “aşkım” değil bu. Buram buram asalet kokan, yüce bir duruş ifadesi. Ve bu ifade, söyleyeni de büyütüyor…büyütüyor… Bana öyle geliyor ki Müphem’i seven, dinleyen ve bir de söyleme cesareti gösteren kişi saygın kişidir, net… Söylemek demişken, Müphem’e bu denli âşık olan ben, hala Müphem’i baştan sona söyleyemedim. Çok kez denedim ama olmuyor… Bir yerde nefesimi kesiyor Müphem ve “otur dinle, henüz söyleyecek durumda değilsin” diyor. Kabul ediyorum…
Duyduğumuz bu eşsiz melodilerde sadece Mabel’in değil; başka insanların da büyük emekleri olduğu için onlara teşekkür etmezsem haksızlık ederim. Emre Malikler, Aran Lavi, İstanbul Strings, Nilüfer Çelik, Ali Büyük, Elif Dikeç, Ozan Korkmaz ve benim “Neo Sezen” olarak nitelendirdiğim Bengü Beker. Hepinize kucak dolusu teşekkürler, sevgiler, saygılar… Bengü, şarkıda 90’lar Türkçe popu ve Sezen Aksu’yu hissetmemizi sağlayan önemli faktörlerden. Sesi billur bir su. Bu su, “yağmur olsa” keşke derken sele dönüşmeye başladı bile. Mabel Matiz’in prodüktörlük deneyimindeki yol arkadaşının başarıdan başarıya koşacağını düşünüyorum. Yolu açık olsun. (Bengü Beker’le ilgili bunları yazdıktan birkaç ay sonra Sana Yıldızları Ödediğimden ve Defterli isimli şarkıları çıktı. Kolay kolay yanılmadığım bir kez daha tescillendi.)
Biliyorum ki Müphem’le ilgili ne desem, ne yazsam eksik kalacak. Cümlelerimin başında söylediğim yere döndüm aslında: Müphem’i tam anlamıyla değerlendirmek mümkün olmuyor maalesef. Bence bu da onun bende bıraktığı hisler ve duygularıma hükmetmesiyle alakalı.
Bu yazıyı okuyan kimileri abarttığımı düşünebilir ama ben mübalağa etmediğimi biliyorum. Güzellik göreceli bir kavramdır sonuçta ve Müphem benim için güzeller güzelidir. Bu güzelliği kalbinden çıkarıp sunan Mabel Matiz’e sonsuz teşekkürler. Bir teşekkürü de bu şarkının müsebbibi, Müphem’in muhatabı hak ediyor bence. Zira böylesi bir ölümsüz şaheser onun sayesinde ortaya çıkmış, Mabel’in yüreği açılmış. Tam yapabildim mi bilmiyorum ama ben de Müphem sayesinde;
“Açtım Yüreğimi”…
MÜPHEM
müphem bi’ gül açar içimde ah
ne pembedir ne özgür
yalancı bir bahar mı bu gördüğüm?
şüphem büyür de büyür
bakma öyle yabancılar gibi
sesin ayazken içim üşür
ne korkular azâd ettim be canım
soyun sen de, biraz beni düşün
göremezler canım, göremezler
sende benim gördüğümü,
onlar bi’ yudum nefesler
aşkım yalan değil, ne de hevesten
çok bekledim bunu inan
aç bana yüreğini
göremezler canım göremezler
sende benim gördüğümü,
onlar sığ nefesler
aşkım ne yabana ne de hevesten
çok bekledim bunu inan
aç bana yüreğini
ver bana dileğimi ver
sitem değil inan ki bu sözlerim
zamanla soldu düşüm
ağardı genç yaşımda saçlarım
bahar ol bir çiy düşür