Yaz mevsiminin sonu, sonbaharın başıydı. Dağlar, tepeler, otlar kuruduğu için çıplak görünüyordu. Yol kenarlarındaki kurumuş çakır dikenleri, inatla ayakta durmaya çalışıyorlardı. Bahçelerdeki yaprakları sararan ağaçlar, birbirlerini  hüzünle seyrediyorlardı. Asırlık ceviz ağaçları diğer ağaçlara tepeden bakıyordu. Afşin Lisesi ilçenin batısında, Eshab-ı Kehf  yolu üzerindeydi ve  ilçe merkezine oldukça uzaktı... Okulun yolu, oldukça bozuk ve kaldırımlar henüz  yapılmamıştı. Bütünleme sınavına girecek öğrenciler, sabahın sekizinde yola düşmüşlerdi. Bazı öğrenciler okul bahçesinde olta atıyor,bazı öğrenciler birbirleriyle şakalaşıyor ve  bazıları  sohbet ediyordu. Bazıları da taş duvarların üzerinde otururken, matematik kitabından önemli konuları tekrar ediyordu. Hafif bir poyraz havayı serinletiyordu. Emirli’den gelen traktörün römorkundaki köylüler,güler  yüzle ilçenin çarşamba pazarına  gidiyordu. Bazı köylüler katırların ve eşeklerin üzerinde seyahat ederken, bazı köylüler de  yayaydı.Yolun iki tarafında bir katlı, iki katlı eski toprak evler ve çeşit çeşit meyve ağaçları vardı…

Okulun içinde ayrı bir telaşe vardı. Matematik dersinden başarısız olan lise birinci,ikinci,üçüncü sınıf öğrencilerinin bütünleme sınavı vardı. Sınav komisyonu sabah saat 7.00’da müdürün başkanlığında toplanmış,sınav soru ve cevap anahtarını  hazırlıyorlardı.Birinci kattaki bir sınıf, sınav komisyonu adası olarak düzenlemişti.Kapıya ‘’Sınav Komisyonu Odası’’girilmez,yazısı asılmıştı.Sınav komisyonu tarafından sınav soruları ve cevap anahtarı hazırlandı,cevap anahtarları zarflara kondu,zarfların ağızları kapatıldı ve  mühürlenerek müdüre teslim edildi.Soru kağıtları öğrenci mevcuduna göre teksirle çoğaltılarak hazırlanırdı.Yaklaşık  yüz elli öğrenci bütünleme sınavına girecekti.Çocukların en başarısız olduğu ders matematikti.

Okulun zemin katındaki salon, sınav salonu olarak düzenlenmişti.Nöbetçi öğretmenler ellerindeki listeye göre sınav salonuna öğrencileri  aldılar.Öğrenci mevcudu çok olduğu için, lise son sınıf öğrencilerinin yanına,lise birinci sınıf öğrencilerini yerleştirdiler. Klasik yazılı sınavı yapılacaktı.Önce sınav kağıtlarını dağıttılar,ilgili bölümüne ad,soyadı, sınıf ve numaraları öğretmenlerin kontrolünde yazıldı.Sınav giriş belgeleri sıranın üzerine konuldu.Öğrenciler, soru kağıtlarının dağıtılmasını heyecanla  beklemeye başladılar.Nöbetçi öğretmenler, ayırtmanlardan aldıkları sınav soru kağıtlarını öğrencilere dağıttılar.Ayırtman öğretmenler gerekli açıklamaları yaptıktan sonra sınav salonundan ayrıldılar ve sınav başladı. Sınav süresi bir buçuk saatti.Gözetmen öğretmenler, sınavı sağlıklı yapılmasından sorumluydu.Sınav sonunda, nöbetçi öğretmenler sınav kağıtlarını teslim alırken isim bölümleri yapıştırıcıyla öğretmenlerin gözetiminde kapatıldı.Nöbetçi öğretmenler,sınav kağıtlarını  komisyon üyelerine teslim ederek görevlerini tamamladılar.

   Bir başka gün fizik dersinin bütünleme sınavı vardı.Sınav salonu yine bütünlemeye giren öğrencilerle doluydu. Nöbetçi Müdür Yardımcısı ,sınav salonunda   ayakkabıları  tak tak ses çıkararak yürüyor,yürürken de tek omzunu düşürüyor,öğrencilere bıyık altından gıcık vererek gülüyordu.Anlamlı bakışlarıyla öğrencilere’’Sene içinde tembellik ederseniz, haylazlık yaparsanız,işte şimdi burada kara kara düşünerek oturursunuz!Bu size bir ders olsun!’’ diyordu! Bazı öğrencilerle şakalaşıyor ama kimseden çıt çıkmıyordu. Bu Öğretmen, Müdür Yardımcısı Harun Şahin’di. Ankara Hacettepe Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü mezunuydu. Yeri geldiği zaman üniversitesiyle övünür,beş yıl okuduğunu söylerdi.İlk görev  yeri Afşin Lisesi Sanat Tarihi Öğretmeliğiydi.Tarsuslu olduğu için yöreyi ve yöre kültürünü iyi biliyordu.Bundan dolayı çevreye uyum sağlamada  hiç güçlük çekmedi.Evli bir çocukluydu,eşi ev hanımıydı.Ortadan biraz kısa boyluydu ama şişman değildi,ince bir bıyığı vardı.Esmer tenli,düz saçlıydı.Yüzünde, her zaman anlamlı bir gülümseme vardı.Konuşurken kafasını bir tarafa hafifçe eğerek  konuşmayı severdi.Sivri dilliydi,karşısındaki kişiyi konuşmalarıyla rahatsız ederdi.Kulağı delikti,her şeyden bir şekilde haberi olurdu.Olayları enine boyuna analiz eder ve delillere dayalı konuşurdu. Boş konuşmazdı. Kemal Sunal gibi bir omzunu hafifçe düşürerek  külhanbeyi tarzında  yürürken,kendisini seyredenlere gıcık verirdi.Her öğretmen gibi birçok öğrenci tarafından sevilirken, bir o kadar öğrenci tarafından da sevilmiyordu.Müdür yardımcısı olmasının da bunda etkisi vardı. Çünkü genel olarak  okullardaki idareciler, öğrenciler tarafından pek sevilmezdi. Kendisi de bu durumu bilir ama kimseyi umursamazdı.Çünkü huyu buydu,can çıkmadan huy çıkmazdı.Aslında dürüst,çalışkan,görevini eksiksiz yapmaya çalışan iyi bir öğretmendi.

Ben de 12 Eylül 1980  Askeri Darbesi’nden bir hafta önce, Elbistan Mükrimin Halil Lisesi’nden Afşin Lisesi’ne-kendi ilçeme- tayin yaptırmış ve göreve başlamıştım.’’Addaş’’ımla tanışmamız ve arkadaşlığımız başlamıştı.Aynı fikir yapısına sahiptik,bu yüzden ,iyi anlaşıyorduk.Ailecek de görüşüyorduk.Sıkıyönetimin ikinci yılında ikimiz de müdür yardımcısı olmuştuk.Aynı odada, masalarımız yan yana oturuyorduk. Çoğunlukla hep o konuşur,ben dinlerdim…                                                                              

İkindi vaktiydi,Harun Bey’le odamızda oturuyor,günlük işlerimizi yapıyorduk.Hizmetlimiz Topal Emin,aksayarak, telaşla odamıza girdi:

--Bir öğrenci velisi:’’ Müdür Yardımcısı Harun Bey ile görüşmek istiyorum.’’dedi. ‘’Ancak, öğrenci velisi öfkeli gibi, ağzı da alkol kokuyor; kafası iyi gibi…Ziyaretçi yerinde oturuyor ne diyorsunuz?’’İkimiz de birbirimize bakıştıktan sonra:’’Gelsin görüşelim.’’dedim.İçimden, yine Harun Şahin’le ilgili bir şikayet olduğunu düşünüyordum.Bundan dolayı çok rahattım.Öğrenci velisi kapıdan girince: ‘’Hoş geldiniz,kiminle görüşmek istiyorsunuz?’’diye sordum: ‘’Müdür Yardımcısı Harun Bey’le’’dedi.

Harun Bey susuyor, hep ben konuşuyordum.Yine Harun Bey’le ilgili bir şikayet olduğunu tahmin ettiğimden, öğrenci velisine:’’İki tane Harun var:Çitil’le mi,Şahin’le mi görüşmek istiyorsunuz?’’ dedim.İkimizde dikkatlice veliye bakıyorduk,Topal Emin, her ihtimale karşı kapının yanında dikkatlice bekliyordu.

 Öğrenci Velisi :’’Ben, Çitil ile görüşmek istiyorum.’’ deyince, heyecanla: ‘’Buyurun benim!..’’dememle, yalpa yaparak bana doğru yürüdü :’’Ben seni öpeceğim!’’diyerek yanıma geldi,ben de ayağa kalktım ve sarılarak öpüştük. Masanın önündeki ziyaretçi koltuğuna oturdu.Harun Şahin, bıyık altından bana  bakarak  ders verir gibi sessizce gülüyordu.Velimiz:’’ Evimizde isminiz  çok geçiyor,iki kızım da senden çok bahsediyorlar ve seni seviyorlar.Başka şehirden nakil geldikleri halde  okula çabuk uyum sağladılar.Ben,  bundan dolayı size teşekkür etmek ve  sizinle tanışmak için okula geldim.’’deyince rahatlamıştım. Ben de ilgisinden dolayı velimize teşekkür ettim.Samimi bir sohbet ettik.

Okulda hem rehberlikten hem de eğitici kollardan sorumlu müdür yardımcısıydım. Bütün sosyal etkinlikleri,törenleri yönetiyordum.Şiir okuyacak,konuşma yapacak,sosyal etkinliklere görev alacak öğrencileri ben seçiyordum. Velimiz TEK’te    çalışıyordu.Ortaokul son sınıfta okuyan Meryem Kaçar ile ortaokul birinci sınıf öğrencisi Adiviye Kaçar’ın babasıydı.İkisi de okulumuzun çalışkan ve örnek öğrencisiydi.İkisi de  doğal kıvırcık saçlıydı.Adiviye Kaçar, küçük yaşına rağmen, derslerinin başarısının yanında yıl sonu gecelerimizin assolistiydi, çok güzel şarkı söylerdi.Her zaman sevimli ve güleç yüzlüydü.

                                                                                                                                                                               

Aradan bir öğretim yılı geçmiş, yeni öğretim yılının başıydı.Öğrenciler,eğitim-öğretime henüz başlamamıştı.Öğretmenler,seminer çalışmasıyla yıllık planlar,ünite planları  gibi hazırlık yapıyorlardı.   Biz de idare olarak okulun genel  ve sınıfların,sıraların ,ders araç ve gereçlerinin eksiklerini tamamlamaya çalışıyorduk. Ortaokul ve lise bir arada eğitim-öğretim görüyordu.Liseler sabahçı,ortaokullar öğleciydi.Kış mevsiminde liseliler sabahın köründe okula geliyorlardı.Ortaokullar akşam karanlığında evlerine gidiyorlardı, mevsiminden dolayı çok zorlanıyorlardı.Sıkıyönetimin de etkisiyle kılık ve kıyafet konusunda, çok katı bir disiplin uyguluyorduk.İdare olarak lise öğrencilerine bile, üç numara saç tıraşını uyguluyorduk.Alabulus,subay tıraşına bile müsade etmiyorduk.Bu kısa saç uygulamasından dolayı  üniversite sınavına giren lise son sınıf öğrencilerimiz,askeri  inzibatlar tarafından asker kaçağı diye yakalanmışlardı.Öğrenciler, olağan işleri,istekleri için bile müdür yardımcıları odasına gelmekten çekiniyorlardı..Ben,bu bakımdan  sert,disiplinli idarenin yumuşak yüzüydüm.Öğrencilerin en çok,  geç kağıdı ve izin aldığı müdür yardımcısı bendim.Şimdi düşünüyorum da çok yanlış bir uygulama yapmışız…Çünkü,eğitimin temeli,karşılıklı olarak önce sevgi,sonra saygıdır.Daha güzeli,öğretmenin de öğrencinin de empati yapabilmesidir…

 Harun Şahin’e, Ankara’da  üniversite öğrencisiyken çalıştığı şirketten- bir dostundan- postayla  bir paket geldi.Paketi yanımda heyecanla açtı.İçinden çok kaliteli, çok açık kahverengi  elbiselik kumaş çıktı.Çok yakın bir arkadaşından hediye gelmişti.Kumaşı masanın üzerine serdi,evirdi çevirdi,bir şeyler düşünüyordu.Kumaşı beğenmişti,Koltuğuna yaslandı,bana doğru döndü:

--Adaşım,kumaşı beğendin mi? Bu kumaştan takım elbise diktireyim mi?Ne diyorsun?

--Güzel kumaşmış,kumaşı beğendim ancak sen bilirsin?dedim.

Terziye takım elbise diktirmek,konfeksiyon elbisesine göre  pahalıya mal oluyordu.İyi usta bulmak gerekiyordu.İyi bir terzi vardı ama hem geç dikiyor hem de pahalıya dikiyordu.Hafta sonunda birlikte  o  terziye gitmeye karar verdik.İlçenin en ünlü terzisinin dükkanına vardık.Bizi çok iyi karşıladılar, çünkü terziyle daha önceden tanışıyorduk.Terzi dükkanı pasajın içindeydi.Havadar geniş bir dükkandı.Kapıdan girince Atatürk’ün kalpaklı bir fotoğrafı…Hemen yanında Türk Bayrağı müşterileri karşılıyordu.Yan duvarda Türklerin Ergenekon’dan çıkışını gösteren renkli güzel bir tablo...Karşısındaki duvarda  yıllar öncesinin Galatasaray futbol takımının renkli bir fotoğrafı …Yan yana  dizilmiş üç dikiş makinesi; ikisi elektrikli,biri klasik ayaklı …Masanın üzerinde kömürlü büyükçe eski bir ütü…Makinelerin yan tarafındaki  masada  elbiselik kumaşlar… Terzi masasının üzerinde  oldukça eski ,büyük bir makas…Askılıklarda provası  yapılan değişik renkte  elbiseler,gömlekler,pantolonlar,şalvarlar, gömlekler…

Çayımızı içtikten sonra, Harun Bey kumaşı paketinden çıkararak masanın üzerine koydu,önce kumaşın kalitesini sorarak, takım elbise diktirmek istediğini söyledi.Mehmet Usta kumaşı dikkatlice inceledi ve ‘’kaliteli bir kumaş’’ diyerek,  takım elbiseye uygun olduğunu söyledi.Ancak kendisinin daha önceden söz verdiği müşterileri olduğu için, en az üç ay sonra ,elbiseyi  dikebileceğini söyledi.Harun Bey,24 Kasım Öğretmenler Günü’nde takım elbiseyi giymek istiyordu.Yaklaşık üç ay vardı.Mehmet Usta kalfası Recep Usta’ya baktı:’’Senin durumun nasıl,elinde çok iş var mı?Sen dikebilir misin?’’diye sordu.Recep Usta, dikebileceğini söyledi ama Harun Bey’i bir endişe almıştı.Durumu anlayan Mehmet Usta , Recep Usta’nın ilkokulu bitirdikten sonra yanında çalışmaya başladığını,sekiz yıldır yanında çalıştığını,çıraklık,kalfalık döneminden sonra , artık usta olduğunu,askerlik çağı geldiğini ve daha önceden de birçok takım elbise diktiğini,usta olduğunu özellikle belirtti.’’Ben de buradayım,hiç endişe etmeyin!’’dedi.

Eylül ayının ortasıydı, provalar başladı.Her hafta sonunda elbise provası yapılıyordu.Recep Usta,Harun Bey’in her hususta fikrini soruyor,elbiseyi onun dediği gibi dikmeye çalışıyordu çünkü pimpirikli  bir adama elbise diktiğinin farkındaydı:’’Hocam,elbise kaç düğmeli ,kaç yırtmaçlı ve boyu  nasıl olsun?Yırtmaç istemiyorsan, düz olsun.Vücuduna otursun mu, yoksa hafif bol mu olsun?Ceketin astar rengi,  hangi renk olsun?Pantolonun paça uzunluğu ve paça genişliği ne kadar olsun?Pantolon çift cepli mi, tek cepli mi olsun?’’sorularıyla Hoca’nın istediği gibi bir elbise dikmek istiyordu.Harun Bey’in isteklerini defterine tek tek not alıyordu.Usta,her provayı çok özenle yapıyordu.Hata yapmak istemiyordu.Okulda  herkes, Harun Bey’in   elbisesini merak ediyordu. Elbiseyi soran arkadaşlarına bıyık altından gülerek’’giydiğim zaman görürsünüz!’’diyerek cevap veriyordu.Nihayet büyük gün gelmişti.Takım elbiseyi terziden teslim almıştı.

24 Kasım Öğretmenler Günü, yeni takım elbisesini giyerek okula geldi. Nöbetçi Müdür Yardımcısıydı...Öğrenciler,okulun bahçesinde sıra edilmiş, sınıflar içeri alınacaktı.Kar yoktu ama hava çok soğuktu.Buna rağmen Harun Bey,açık bal renkli takım elbisesiyle binadan dışarıya çıktı.Öğrencilerin önünde ,sağ omzunu  hafifçe aşağıya indirerek  yürüdü.Nöbetçi öğretmenler ve öğrenciler dikkatli gözlerle onu seyrediyorlardı.Bazı öğrenciler, çaktırmadan ona  gülüyorlardı.Yeni takım elbiseyi herkes görmüştü.Öğrenciler sırasıyla içeri alındıktan sonra,müdür yardımcıları odasına döndü...Odadaki arkadaşlarına da hava attıktan sonra, ceketini dikkatlice çıkardı askıya astı ve koltuğuna oturdu.Bana:

---Elbisem nasıl olmuş adaşım,beğendin mi?dedi. 

        Beni sever ve benim söylediklerimi ciddiye alırdı.Ben de samimi olarak düşüncelerimi söyledim:

 ---Elbisen hayırlı olsun adaşım! Bölgemizde sert kış iklimi sürüyor,bundan dolayı ceket çift yırtmaç yerine yırtmaçsız ,düz olsaydı bence daha iyi olurdu.Üstelik,yırtmaç biraz havada duruyor…Güzel durmuyor…

Masadan kalktı,ceketi giydi ve odadaki boy aynasına sağa ve sola dönerek dikkatlice baktı:’’Haklısın,düzgün durmuyor.’’dedi.Hafta sonunda terziye gidip yırtmaçları diktirerek ceketin arkasını düz yaptırmıştı.Başka bir arkadaşımız,pantolonun sağ ayağının ütüsünün hafif sağa baktığını,dikim hatası olduğunu söyledi.Hafta sonu yine Recep Ustanın yanına gitti,pantolonu giydi,şikayetini söyledi.Usta,sessizce hatayı düzeltti.

Lise ilçenin merkezinden çok uzaktaydı. O yıllarda, ilçede belediye otobüsü ve dolmuş olmadığından herkes okula yağışlı havalarda, çamurlu yollardan yürüyerek geliyordu.Sadece TEK’te çalışan memur ve işçi çocukları,DOÇ marka,burunlu otobüsle okula  geliyorlardı.Diğer öğrenciler,okula otobüsle gelen arkadaşlarına gıpta ile bakıyorlardı.Öğretmenlerin de arabası yoktu.Harun Bey de yağışlı bir günde okula gelirken  yeni takımın pantolon paçaları çamur olmuştu.

Müdür Yardımcısı arkadaşımız Sebahattin Bey:’’Harun Bey,pantolonun paçaları çok uzun olduğundan çamur olmuş, oysa topuğun üzerinde kısa paçalar olsa çamur olmazdı.’’deyince kafasını sallayarak düşünmeye başladı.Hafta sonunda elinde pantolon yine terzi dükkanındaydı.

Recep Usta,Harun Bey’in söylediklerini dikkatlice dinledi:’’Tamam  Hoca’m! Hemen  istediğin kadar kısaltayım.’’dedi.Hoca pantolonu giydi,dikkatlice ölçüyü aldı,yaklaşık iki  santim kısalttı.Recep Usta, içinden takım elbiseyi diktiğine pişman oluyordu.Dükkandaki Mehmet Usta ve çıraklar bu durma kahkaha ile gülüyorlardı.Hatta bazen,ustayla dalga geçmek için ‘’Harun Bey geliyor!..’’ diye şaka ediyorlardı.Recep Usta’nın psikolojisi bozulmuştu.

Başka bir hafta sonu Harun Bey elinde yine bir poşetle geldi.Selam verdi,sohbet edildi.Recep Usta’yı ister istemez bir sıkıntı basmıştı. Harun Bey,elindeki poşeti açmadan  yanına koydu,ısmarlanan çayı yudum yudum içti.Dükkanda koyu bir sohbet vardı. Recep Usta, elindeki işini yaparken göz ucuyla  poşete bakıyor;içinde ne olduğunu merak ediyordu. Harun Bey,yavaşça  ayağa kalktı,poşeti eline aldı ve çay için teşekkür ederek dükkandan ayrıldı.Recep Usta,arkasına yaslandı neşeyle bir’’Ohhh!..’’çekti…  

Harun Bey ,daha sonraki günlerde zaman zaman, elbiseyle ilgili şikayetleri olduğunda terzi dükkanına gitti.Recep Usta’nın canına bağrına tak demişti,Harun Bey,kendisinin fobisi olmuştu.Elbiseyi diktiğine bin pişmandı.Her hafta sonu, Harun Bey ha geldi,ha gelecek korkusuyla işini yapıyordu.Mart ayı gelmişti.Bir gün, terzi dükkanına  Postacı Hüseyin  geldi.,.Recep Usta’ya  tebligat belgesini imzalatarak sarı bir zarf verdi.Herkes, zarfın ne olduğunu merak ediyordu.Çünkü, çoğu kez sarı zarflar,ya bankalardan ya da icradan gelirdi.Bu bakımdan tehlikeliydi.Zarfın üzerinde askerlik şubesinin ismi vardı.Recep Usta, heyecanla zarfı açtı.Askeri celp belgesiydi.Burdur 58.Topçu Tugayına asker olarak gidecekti.Celp kağıdını okuduktan sonra, sevinçle cebinden mendilini çıkardı:Alaaah be! Ohhh! Yaşasın, kurtuldum!..’’ diyerek neşeyle  oynamaya başladı…  Oynarken de ‘’Çadırımın üstüne, şıp dedi damladı; Veresiye, vere vere kalmadı, kalmadı!..’’ diyerek türkü söylüyordu..                                                                                                                                                                

Dükkandaki Mehmet Usta,çıraklar, müşteriler onu  şaşkınlıkla seyrediyorlardı.Herkes Recep Usta’nın niçin bu kadar sevinerek oynadığını merak ediyordu.Mehmet Usta   dayanamadı, konuşmaya başladı:

 --Recep Usta,bizim bildiğimiz bir kişi, askere gideceği zaman üzülür ,canı sıkılır, çünkü askerlik kolay değildir, er olarak askere gideceksin, on sekiz ay annenden,babandan,kardeşlerinden memleketinden, kısacası tüm  sevdiklerinden ayrı kalacaksın.Niye bu kadar seviniyorsun?                                                              

 Recep Usta,mutlu bir şekilde cevap verdi:’’Mehmet Usta!..Mehmet Usta!.. Askere gideceğim için, hiiiç üzülmüyorum.Çünkü askere gidince  Harun Şahin’in elinden kurtulacağım,beni bulamayacak; onun için çook seviniyorum!..’’dedi.Dükkandaki herkes,bu cevaba gülmekten yıkılıyordu…

                                                  ‘’Baki kalan kubbede bir hoş seda imiş!..’’