Hatırlarsanız hak-adalet-vicdan-mizan ve haddini bilme formülasyonu ortaya koymuştuk. Ve artık hakikati aramayan başka deyişle hakikatle aramayan dilsiz şeytanlık yapmıştır diyebiliriz.
Bizzat kendine hakikatleri söylemeyen bir insan toplumda nasıl olur da haksızlığa dur diyebilsin? Ancak bu yazıda kişinin bizzat kendine yaptığı haksızlıklara değinmeye çalışıyorum.
En güzel (!) yaptığımız şeylerden birisi olmadığımız insan gibi davranmak... En büyük haksızlığı kendimize yapıyoruz, farkında değiliz.
Dev aynası uzakta, erişemeyeceğimiz yerde değil, elimizin altında... Mesela sosyal medyada... En büyük iftiralara, bağnazlıklara ve dilsiz şeytanlıklara sosyal medyada maruz kalıyoruz.
Bu, bazen kendimizi ait hissettiğimiz grubun yaptığı hataları görmezden gelerek olurken bazen de karşı grubun yaptığı doğrulara sessiz kalmakla meydana gelmektedir. Bu kabil dilsiz şeytanlığın adınada mahalle baskısı diyoruz.
Böylece elalemin ne söyleyeceği üzerinden konforlu bir yaşam oluşturuyoruz. Konforlu zira yapıp ettiklerimizi ve deyip demediklerimizi 'elalem' üzerinden şekillendirirsek herhangi bir sorunla da karşılaşmayız. Ancak bu tavır bizi samimiyetten uzak bir noktaya, hakikatin uğramadığı yerlere savuracaktır.
O halde aziz okur hakikatle ayn-el yakîn vuslat zordur, yolu dikenlidir. O yolculukta muhakkak ayağımıza dikenler batacak. Her bir dikeni çıkarırken canımız yanacak ama birlikte çıktığımız bu kutlu yolda yolumuzdan sapmayacağız...
Canımızı acıtsa da dikenleri çıkarmalıyız. Her şeyden önce hayatla, insanla, dinle vs bağnazca ilişki kurmamalı ve zihnimizi özgür bırakmalıyız.
Elbette din bahsi iman mevzudur ve hakikatle iman ilişkisini tartışırken buna kısaca değinmiştim. İnanırız veya inanmayız; Yüce Yaratıcıya inanırız veya bir başkası bir başka şeye inanıyor olabilir. Ama inanırız... Ateizmin bile bu cihetten bir inanç sistematiği olduğunu önceki yazılarımda söylemiştim. O halde bu yazıdaki din lafzını inançla değiştirsek yanılmış olmayız.
En büyük bağnazlıkların dini konularda veya inanca dair konularda gerçekleşmesi tesadüf değildir. Bu konu da derin izahlara muhtaç olduğu için başka bir yazıya bırakıyorum.
Yazılar ilerledikçe sorgulama araçlarımız da gelişiyor. Şimdi soruyorum, kendimize karşı dilsiz şeytan mıyız? Yoksa 'hakikaten' dürüst müyüz? Peki ne kadar dürüstüz? Farkında olarak veya olmayarak üzerini örtmeye çalıştığımız bazı gerçekliklerimiz var mı? Varsa bunlar neler? Eğer olmadığını düşünüyorsak kendimize karşı büyük bir dilsiz şeytanlık yaptığımızın farkında mıyız? Zira kendini mükemmel zanneden kimse büyük bir yanılgıdadır.
Unutmayalım ki hakikat yolunun en can acıtıcı durağı burasıdır... Uzun uzun nefes alıp gözlerimizi kapayıp başlayalım düşünmeye...
Bâki selam ederim...