Her alanda olduğu gibi sağlıkalanında ülkemizin elde ettiği kazanım, imkan ve teknikerin önemini kavramak ve bunları daha ileriye taşıma azim ve kararlılığını sürdürebilmek için elli, yüz yıl öncesinde insanımızın bunların yerine hangi çaresizlik ve körlüğün içinde yaşadığının gözönüne alınması gerekir. Maddi aydınlanmalarını gerçekleştiremeyen bazı toplumlar tabiatın sünnetullaha uygun olarak matematiksel ilkeler üzerine yazılmış dilini çözemedikleri için tabiat onlara bir cadıkarısı hükmüyle davranıp bela, kir, pas ve hastalık yaymaktadır. Oysa tabiatın matematiksel ilkeler üzerine yazılmış dilini çözümleyen toplumlara tabiat, müşfik bir anne hükmüyle davranıp, bir fırsatlar alanı açmakta, bereketli ürün, bol kazanç ve rahatlık bahşetmektedir.
1910 yılından önce olduğu gibi sonra da Afşin’de ciddi anlamda bir sağlık kuruluşu olmamıştır. “Bizim zamanımızda Afşin’de hastane ya da sağlık ocağı diye bir kurum yoktu, hasta olduğun zaman ya Elbistan’a ya da Hunu’daki (Malatya Kürneli (Akçadağ) Cerrah Memmed’in yanına gidilirdi”. (Yemliha Tunç) “Bir de Zamanların Döne’ye gidilirdi. Bu hanım, boynumda çıkan bezeler için koluma iğde dallarından küçük küçük keserek deldi ve ipliğe dizerek koluma taktı ama geçmedi. İncelerin Ali Ağa da asma cili (filiz) ile sıtma hastalığını bağlardı”. (İzzet Açıkgöz) 1947’de Kaymakam vekili İbrahim S. Öztürk’ten Afşin’in ilk Hükümet Tabibinin Dr. Hayri Özuğur olduğunu öğreniyoruz. “Daha sonra da 1949-50 yılları civarında bir Sağlık Memurluğu Kurumu açıldı ve İbrahim Özdemir’in -şimdi Yedi Uyurlar Pasajının karşısındaki- evinde hizmet gördü”. (Ömer Özsoy) Afşin’de ilk sağlık kurumu Frengi Ocağı olarak açıldı. Frengi Ocağının ilk doktoru Kemal Koç isimli bir hekimdi. Hizmet gördüğü bina da Seterekli Kalaycı Hasan Efendinin eviydi. İyi hatırlıyorum, Kemal Bey babamın sırtında çıkan bir yarayı tedavi etmişti. (Abdurrahman Özdemir) “Şimdiki Yılmazlar Petrolü ve Canların evlerin karşısında Şıhamit Ağanın evinde, Afşin’de ilk eczane Maraşlı Dr. Cahit Evliya’nın Muayenehanesinde ‘ecza dolabı’ olarak açıldı. Çakırların Yemliha’nın oğlu Mıstık Çavuş orda hademelik yapardı. Bu hemşehrimiz beyaz önlük giydiği için, kendisine takılırdık”. (İsmail Yanar) Afşin’in ilk sağlık memuru Elbistanlı ortaokul öğretmenliğinden emekli arzuhalci Ato’nun Süleyman Efendinin damadı olan Niğdeli Doğan Beydir. Sonra hemşerimiz Ziya Kaynak ile Kayserili bir pratisyen doktor sağlık hizmeti verdi”. (Öner Özsoy ve birkaç hemşeri) Bir de iğneci Eyüp Bey diye bir kişi vardı, çocukluğumuzdaki üşütmeden dolayı öksüren ya da hastalanan çocuklara iğne yapardı. Afşin Hastanesi uzun süre Afşinbey İlkokulunun güney cephesindeki binada hizmet verdi.
Yirminci yüzyılın başlarında Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasında tıp ilminden halkın yararlanma düzeyinin belirlenmesi açısından hemşerilerimizin verdikleri bilgilere ek olarak 1902 yılında Beyrut’tan Şam, Halep, Kilis, Maraş, Elbistan, Darende, Malatya, Diyarbakır, Cizre, Musul, Kerkük hattını izleyerek seyahat eden İngiliz diplomat Mark Sykes’ın Darü’l İslâm isimli eserinde bu yolculuk esnasında kendisine refakat eden uşağı Arap Asıllı Hıristiyan Jakop’un dilinden dönemin tıb bilgisi hakkında verdiği şu bilgiler çarpıcıdır. “Hastalıklar, rahatsızlıklar ve bunların çareleri ile ilgili olarak çok şey öğrenilmiştir ve daha çok şey de öğrenilecektir. Bazı şeyler kesin bir şekilde bilinirken diğerleri keşfedilmeyi bekliyor. Fakat benim anlatmak niyetinde olduğum şey tecrübe ve akıl yoluyla öğrenilen hususlardır.
İnsan vücuduna düşman olan dört şey veya madde vardır, bunlar: Sıcaklık, soğukluk, yorgunluk ve kötü nazardır. Bunlardan ilki en çok tehlikeli olandır. Zira sıcak bir ülkede bir kişi seyahat ederse ve sıcaklık vücuduna dolarsa, bu madde beyinde humma, karında ağrı, kol ve bacaklarda yaralara sebep olacaktır. Beyin humması, sıcaklığın ağızdan havayla girip, kanı katılaştırarak ve sonunda buharlaşarak beyine gitmesi ile olur. Bu durumda yapılacak ilk şey hummanın iç organlardan çıkarılmasıdır. Bunun için hasta serin bir yerde başı içi su ile dolu bir kovaya gelecek şekilde ayaklarından tepe üstü asılır. Bu arada ona kusturucu bir ilaç verilir ve kusunca iyileşmiş demektir. Zira böylece sıcaklığın buharları karnından çıkıp gitmiş olacak ve humması azalacaktır.
Eğer sıcaklık bir kişinin derisi vasıtasıyla içeri girmişse, onun göğsüne ateş gibi çarpar ve ağrı başlar. Doktorun ilk işi kanın hareketiyle sıcaklığın artmasını önlemektir. Bunun için de hastanın bacaklarını, kollarını, ayak ve el parmaklarını bu organlar şişip simsiyah oluncaya kadar iplerle sıkı sıkıya sarıp bağlamalıdır. Sonra karının üzerine ateş gibi sıcak bir ütü konulur zira bilinir ki sıcak sıcağı kaçırtır, böylece sıcaklık vücuttan atılmış ve ağrı kesilmiş olacaktı. Eğer sıcaklık vücudu aniden çarparsa, bunun sonucu vücutta çıkan çıbanlar ve yaralardır. Bunun da en iyi tedavi usulü nesnelerin en soğuğu olan kül ile yara ve çıbanları temizlemektir. Çıbanlar patlayıp sönünce üzerine koyunun içyağı, petrol veya at gübresinden yapılan merhem sürüp, sarılmalıdır.
Soğukluk, tedavisi sıcaklıktan daha zor ve inatçı olan bir nesnedir. Zira soğukluk insanın iliklerine işler, orada haftalarca sessiz sakin durduktan sonra kramplara, soğuk algınlığına ve romatizmaya sebep olacak şekilde aniden ortaya çıkar. Soğukluk ne kadar uzun süre fark edilmeden içerde kalırsa, onu çıkarmak da o kadar güç olur. Eğer soğuk, bir insanın kemiklerine yirmi yaşında iken girer ve ellisinde çıkarsa bu onu sarsak bir felçli yapacaktır. Tedavisi ancak dişi bir ayının yanan postu üzerinde yürümekle olur. Bu çok harika bir şeydir. Soğuk, bir insanın gözünden de girer. Bu takdirde körlüğe, akıntıya ve şiddetli ağrılara sebep olur. Gözü kökünden çıkarıp atmak hariç Allahın iradesinin dışında tedavi için yapacak başka bir şey yoktur.” Bu şahıs, Ortadoğu ülkelerinin sınırlarını çizenlerden biridir.
Ülkemizde her alanda olduğu gibi sağlık alanında da -ara dönemlerde bazı kesintilere uğramasına rağmen- zaman içerisinde inanılmaz gelişmelerin yaşanması, sağlık ve sağaltım (tedavi) işlerinin hangi noktadan nasıl bu düzeye geldiğinin belirlenmesi bize bir tarihi perspektif kazandırmaktadır. “Afşin’li olan İlk Doktorlar, 1970 ve 1980’li yıllarda Osman Eken ve Yunus Gedikbaşı, Hasan Bayazit ve Nedim Mercimek’tir”. Mehmet Arıkan (Emekli Öğr.)
Afşin’in Belen Mevkiindeki Yeni Hastane Binası (2008).