Kuşkusuz kendi medeniyet köklerinden uzaklaşan bir toplum asimile olmaya yahut kaybolup gitmeye mahkumdur.
Bu nedenle medeniyet köklerimizi doğru kavramamız ve diğer medeniyetlerle ortaklaştığımız ve ayrıştığımız hususları doğru tespit etmemiz son derece önemlidir.
Söz gelimi kendi kökleriyle örtüşmeyen bir modernizm bizde birbirine saygısı olmayan ve bedevileşmiş insanlar doğururken Batıda gecenin en kör karanlığında yaya kaldırımında bekleyen insanlara yol veren bir anlayışı geliştirmiştir.
Fakat aynı Batı, örneğin, Titanik gemisi batarken filikalara binerek kurtulanların, gemide batanların çığlık seslerini duymamak için şarkı söyleyip alkışlarla tempo tuttuğu insanları da barındırmaktadır.
Bizim Batıyı eleştirme saiklerimizin temelini de bu oluşturmaktadır. Yani kendi yaşam hakkına saygılı ancak başkasına bir o kadar yabancı, kendine özgürlükçü ancak başkasına umursamaz ve kendine müreffeh ancak gayrısına sömürgeci bir tutum beslemeleri gibi davranışlarına dayanmaktadır.
Bu anlayış son derece yanlıştır ve bizim medeniyet köklerimize temelden aykırıdır.
Bizim medeniyetimiz insana her şartta ve zeminde ‘insan’ gözüyle bakar. Bu nedenle Mezopotamya ve Arap yarımadası tarihinin en huzurlu dönemlerini bizim yönetimimiz altında geçirmişlerdir.
Bakın insan değerli bir varlıktır. Diline, dinine veya herhangi bir konudaki herhangi bir mensubiyetine bakılmaksızın değerlidir. Onu değersizleştiren şey ise insan olmaklığın gereğinin dışına çıktığı alanlardır.
İşte bizim bedevileşme kültürü olarak ifade etmeye çalıştığımız şey bizi insan olmaklığın dışına çıkaran alanlara ne kadar meyyal olduğumuzla ilgilidir.
Çünkü insan temiz bir fıtratla yaratılmıştır. O temiz fıtratı lekeleyen her davranış, her duygu bir anlamda bizi bedevileştiren hususlardır.
Bu davranış veya duygular içinde en tehlikeli olanlardan biri birkaç yazıdır irdelemeye çalıştığımız dilsiz şeytanlık iken bir diğeri ise hasettir.
Hatırlarsanız “sürekli eleştiriyor olmamızı” bedevilik ile ilişkilendirmiştik. Peki neden sürekli eleştiriyoruz? Neden tatmin olamayan insanlar hâline geldik? Bunlar üzerinde önemle durmamız gereken hususlar.
Doğrusu hasetlik sürekli eleştirmenin ve doymak bilmezliğin temelini oluştururken, sürekli eleştirmek ve doymak bilmezlik de bedeviliğin temelini oluşturmaktadır.
Bu nedenle hakikat talebesinin uzak durması gereken en kötü huylardan birisi dilsiz şeytanlık ise bir diğeri de hasettir. Çünkü haset kalbi hakikate kapatan en kötü perdedir.
Muallimi evvel Aristo’nun öğrencilerinden Büyük İskender’den sonra Roma imparatorluğu yapmış Marcus Aurelius isimli bir hükümdarın “Kendime Düşünceler” isimli bundan iki bin yıl önce yazılmış bir kitabı vardır. Kitabı okuduğunuzda, Hükümdarın, Aristo’nun hikmet dolu düşüncelerinden istifade ettiğini hemen fark ediyorsunuz.
Bilmiyorum kitap sizlerde nasıl bir tesir bırakır ama doğrusu ben okuduğumda ‘iki bin yıldan ve hatta Hz. Adem’den beri bu kadar hikmetli söz söylenmiş ve yazılmış, onca peygamber gelmiş olmasına rağmen bir arpa boyu yol alamadığımız’ düşüncesine kapıldım. Evet zaman zaman çok müreffeh ve medeni toplumlar ve yaşamlar oluşturmuşuz ancak bunu sürdürülebilir hâle getirememişiz. Elbette bu tüm insanlık olarak bizim suçumuzdur.
O halde hakikat talebesine düşen görev her şeyden önce kendisini eleştirecek, kimseye hasetle bakmayacak ve bedevice yaşam sürmeyip medeni olmaya gayret gösterecektir.
Ve evet bizi, tüm insanlığı bedevilikten kurtaracak bir düşünce inkişafına ihtiyacımız var…
Bâki selam ederim.