Zübeyde Kösebalaban Yazdı: "Enkazın Hafızası"
O gece ülkemiz yoğun bir soğuk hava dalgasının etkisindeydi. Ülkenin büyük bir bölümü kar altında kalmıştı. Yatma vakti geldiğinde içimde bir huzursuzluğun kıpırtısını hissetmeye başladım. Gençler dışarıdaydı, onları eve çağırdım. Küçük oğlum gecikince arayıp “Lütfen eve gel! içim daralıyor.” dediğimi hatırlıyorum. Aile tamamdı ama içimde tamam olmayan bir şeyler vardı. Bir ateş düşmüştü yüreğime, ısısı arttıkça nefes alamıyor gibiydim. Kaç saat seccadede kaldım, ne kadar zaman Kur’an okuyup dua ettim bilinmez, yatağa giderken kalp krizi mi geçiriyorum diye endişe ederek uyumuştum. Kısa süren uykum eşimin “Deprem oluyor!” sözleriyle sona erdi. Televizyonda önce “Merkez üssü Diyarbakır olan büyük bir deprem oldu.” diye haber geçtiler, “Bu kadar uzaktan nasıl hissediyoruz?” diye şaşırmıştık. Kısa süre sonra aslında Kahramanmaraş’ın depremin merkez üssü olduğu açıklandı. Telaşla telefonlara sarıldık, yakınlarımızı aradık. Afşin’deki ve köyümüzdeki akrabalarımızın iyi olduklarını öğrenince biraz rahatladık; ama Maraş’taki canlarımızın sesi çığlık çığlığa geliyordu. Gençlik yıllarımın can yoldaşı; gönlü güzel, kendi güzel arkadaşımın kızından ve torunundan haber alamaması yüreğimde alev topu olmuştu. Televizyondan ilk enkaz görüntülerini gördüğümüzde çöküp kalmıştık.
Gözlerimi kapattığımda hâlâ o günün soğuğundaki yakıcılığı hissediyorum. Depremin soğuğunu… Enkazların, kayıpların, sarsılan toprağın, yetim kalan sokakların soğuğunu…Soğuk içimizi yakıyor, yangın iliklerimize kadar işliyordu. O gece artık hiçbir şeyin aynı olmayacağı bir güne uyanmıştık. Yurtlarımızdaki anılarımızın zahiren silinmesi böyle bir şeymiş meğer. Binalar yıkılırken hafızalarımız da dipsiz bir kuyuya dalıyor; “Keşke!” feryatlarıyla nefes alıp anılarına ulaşmak için daha derine gitmek istiyordu.
Öğle saatlerinde yine televizyonun karşısındaydık. Bir sarsıntı daha yaşandığı haberi canlı yayında verilirken, görüntünün etkisiyle ekran sallanıyordu. “Merkez üssü Elbistan olan ikinci depremle karşı karşıyayız,” dedi sunucu. Biz yeniden telefonlara yapıştık. Kurtulanlardan gelen her iyi haberle şükrederken, enkaz altında kalanların acısı yüreğimizde kor gibi yanmaya devam ediyordu.
Depremden kısa süre önce gördüğüm bir rüya geliyor aklıma. Şimdi düşünüyorum da sanki olacakların işaretiymiş. Karların üzerinde bata çıka yürüyorum. Ara ara durup fotoğraf çekiyorum. Sessiz, bembeyaz bir örtü kaplamış her yanı… Belki de yaklaşan fırtınanın habercisi. Sonra hikâye avcısı can dostumun sıcacık sesini duyuyorum: “Abla, sana yaşadıklarımızı göstermek istiyorum. Benimle gelmek ister misin?” diyor. “Evet” diyorum. Çünkü bazı hakikatler gözümüzün önündeki perdeler kalkmadan açığa çıkmıyor, biliyorum
Bir otobüse biniyoruz. Dik bir yokuşu tırmanıyoruz. Tekerlekler yamaca tutunmakta zorlanıyor, düşecekmişiz korkusuyla koltuklarımıza yapışık yola devam ediyoruz. Sonunda eski, yorgun ama hâlâ ayakta duran bir şehre varıyoruz. Bizi şehrin belediye başkanı karşılıyor:
“Buraya kadar geldiyseniz, yerin altına da inmeyi göze almalısınız,” diyor. Bir kapı açılıyor, hep birlikte yerin altına iniyoruz. Orada hayat yok. Ağaç yok, gökyüzü yok. Karanlık, boşluk ve sonsuz bir sessizlik… Burası sadece bir yeraltı şehri değil, aynı zamanda kaybolmuş bir geçmiş. Depremden bir süre sonra Afşin’e gittiğimde gördüğüm manzaraya ne kadar benziyor. Köyümüzdeki evimiz, çocukluğumun, gençliğimin geçtiği ev yok; ezbere bildiğim duvarlar yok, o sıcacık kapı eşikleri yok. Derin bir ıssızlık sarıyor içimi. O rüyada hissettiğim korku, şimdi hakikatin ta kendisi olarak içime çöküyor. İnsanın toprağı ile arasında nasıl bir bağı olduğunu çok daha iyi anlıyorum.
Kahramanmaraş, Pazarcık, Afşin, Elbistan, Malatya, Adıyaman, Hatay ve diğerleri… Yıkılan binaların enkazından binlerce insanın hikâyesi, cansız bedenleriyle beraber çıkarıldı. Hikayelerimizi içimizde saklamamalıyız diyorum kendime. Çünkü hafıza kendini anlatarak, yazarak korur; binalardan daha sağlamdır. Yaşanan büyük felaketler ve acılar hafızamızı sarsarak bize asıl gerçeği hatırlatır. Belki de o vakit enkaza dönen şehirlerimiz ve daha önemlisi gönül şehrimiz çok daha sağlam inşa olur.
Depremi anlatan bir hikâye yazsam, karla mı başlardı acaba? Kar ve deprem; ikisi de birer örtü, ama aynı zamanda hakikati gözler önüne seren birer ayna gibi. O gün kar ve deprem birlikte düştü üzerimize, ağır bir yorgan gibi kapladı her yanımızı.
“Yoldayım, üşüyorum,
Üzerimde kar taneleri
Nereye gidiyorum, bilmiyorum.
Kar taneleri konuyor kirpiklerime
Kirpiklerim ıslak
Örtü olmak istiyor kar tanesi
Kapatıyorum gözlerimi, örtüye teslim.
Yoldayım, yürüyorum
Gördüklerim görünmüyor artık.
Görünmeyenlerin perdesi aralanıyor.
Sahne onların.
Masal mı bu, bilmiyorum.
Üşüyorum…”
Belki de eskilerin masalları diye hafife alınan her bilgi altın değerinde öğütlerdir. Rüyalar ise yaşanacakların gölgesidir. Depremin toprakla örttüğü şehirler, anılarımızı derinleştiren, yaşanan dramlar ise kollektif bilincimizi açığa çıkaran hakikatlerdir.
Bizler korku ile umut arasında menzile doğru yola çıkan yolcularız. Kapanan kapılarımızı yeniden aralayıp, içimizde daha sağlam şehirler inşa etme niyetiyle yola devam ediyoruz. Eski taşlarla yeni taşları bir araya getirerek yeni yapılar, yeni yollar ve köprüler inşa etmektir muradımız. En çok buna iman edelim. Geçmişin enkazında kalmak, taşları kaldırıp, iyileşmeye niyet etmemek hasta eder bizi. İçimizdeki her yıkım, dirilişe giden bir adım; korku ve umut arasında gidip gelen yolculuklarımızın sonu sürur olsun.
Burası dünya; inşa etme sorumluluğu taşıdığımız, eksiklerimizi tamamlamaya gayret ettiğimiz eğitim yuvası. Çoğunlukla geçici olduğunu unuttuğumuz, fazlaca umut bağladığımız, işlerin kolayına kaçtığımız için derin acılarla yüzleştiğimiz, fay hatlarıyla dolu kırılgan bir yer.
Dilerim ki bu dünyadan göç edenler ve ardında kalan yakınları için, hepimizin gönlünde yankısı olan dualar olsun. “Rabbimiz bize dünyada iyilik ve ahirette iyilik ver, bizi cehennem azabından koru. Rabbimiz! Bizi ve bizden önce imanla göç eden kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Kuşkusuz Sen Çok Şefkatli ve Rahmeti Kesintisiz olansın.”
Ebedi yurdumuzda güven içinde sevdiklerimizle kavuşabilme duası ile hepimizin başı sağ olsun.