13.08. 2021 Cumartesi Günü Yeşil Afşin Gazetesinin Bürosunda yıllar önce öğrencim olan bazı değerli hemşerilerimizle bir araya gelip gündeme ilişkin (sel, yangın ve deprem, piyasadaki pahalılığın, fırsatçılığın, toplum kesimleri arasındaki ihtilafların, dini cemaat ve gruplar arasındaki görüş farklılıkları) düşüncelerimizi paylaştık. Sohbete katılan hemşerilerimiz, okuyan, yazan, düşüncelerini sosyal medyada kamuyla paylaşan, düşünceye yatkın bir grup olması nedeniyle oldukça hoş ve verimli geçtiği için memnun olduk. Hatta bir ay öncesinden ilkini gerçekleştirdiğimiz bu tür sohbeti mutat hale getirmek gerektiği de dillendirildi. Sohbete mekan açması ve mütevazı ikramından dolayı Yeşil Afşin Gazetesi Sorumlu Müdürü Selçuk Beye teşekkürlerimizi bildirdik. Sohbette gündeme gelen bir çok konudaki düşünceler arasında pek çok sorunun kaynağı durumundaki İyilik ve Kötülük kavramlarının doğru anlaşılması için gündeme getirdiğim felsefi ölçüt belirlemesine ilişkin düşüncelerimi Yeşil Afşin Gazetesindeki köşemde okuyucularımla da paylaşmak istedim.
Temel soru: İyi denilen insanlar kötü denilen kişilerden sayıca daha çok olmasına rağmen kötüler neden öne çıkıyor?
Bu soruyu kendi kendime defalarca sordum ve birkaç kez de kafa yordum, sağlıklı, makul ve ikna edici bir açıklama yapamadım. Nihayet bu sorunun cevabını iyiliğin ne olduğuna ilişkin bir kriter/ölçüt/miyar bulunması gerektiğinde karar kıldım. Bu ölçütün nasıl belirleneceğine ilişkin de hayli karmaşık, çatışmalı ve zıtlıklar içeren yargıları eleye eleye şu sonuca vardım.
Toplumda iyi dediğimiz, takdir ettiğimiz, hatta gıbtayla baktığımız nice insanların kamunun karşısına yüz kızartıcı suçlarla çıktığını görünce, bu insanlar da, bunu yaparsa biz kime güveneceğiz, diye nice sükutu hayaller yaşamışızdır. Acaba biz, neden iyiliğin safındayız? Söz konusu gıptayla baktığımız insanlar da bizim gibi iyiliğin tarafındaydılar, peki neden o yüz kızartıcı ahlak dışı hareketi yaptılar? İnsanın iyi niyetli, iyilik yanlısı olması onu ahlak dışı bir hareketi yapmaktan alıkoymuyor mu? Ahlak dışı hareketi yapıncaya kadar iyilerin safında, kötülüğe veryansın ettikten sonra gün geliyor, fırsat düşüyor biz de telin ettiğimiz, kınadığımız kötülükleri yapıyoruz. Ama bunlara çeşitlli klııflar bularak, bunların kötü, ahlak dışı olduğunu kabul etmeyip, “hakkımdı zaten”, “o da hak etmişti”, “beni de başkası çarpmıştı” gibi gerekçeler ileri sürüyoruz. “Kötülüğe bulaşmazdan önce, sağlam duruşlu iyi bir kişi olarak, kamunun karşısına yüz kızartıcı suçlarla çıkacağımıza Allah ruhumuzu kabzetsin, daha iyi diye dua ediyoruz ama bir bakıyoruz ki kınanacak bir ahlak dışı haraket ve tutumu biz de yapmışız. Bu tezden hareket edilirse kötüleri ve kötülüğü kınamamak, iyiliği, ahlaki tutumu savunmamak gerekir?
Oysa ki, Kur’an “içinizde iyiliğe yönlendirip, kötülükten sakındıran bir grup bulunsun”, der. Bir toplumda böyle bir grup bulunmazsa, gücü yeten, kendini kurtarnak için türdeşini istismara, sömürüye, öldürmeye başlar. Yani bir toplumda hukukun üstünlüğünü savunan bir grup bulunmazsa toplum çözülür, millet ortadan kalkar, devlet çöker. “İyilikle kötülük bir değildir. Kötülüğü iyilikle sav. Bir de bakmışsın ki seninle arasında düşmanlık olan kişi, candan velin oluvermiş”. (Fussilet 34). Burada ayetin iyi anlaşılması için bir parantez açmalıyım. Değerli öğrencim Nusret Karataş Bey bu ayeti okuyup mealini dillendirince konuya ilişkin yıllar önce yaşadığım bir olayı orda paylaştım. Bunu konunun insicamını bozmamak adına bu olayı yazımın sonuna alıyorum.
Tekrar iyiliğin ölçütü meselesine dönecek olursak; bu durumda şimdilik kaydıyla iyi olanların şartlar oluştuğunda, fırsat düştüğünde de kötülüğe bulaşmaması için gereket ölçüt ne olmalıdır. İyiliği isteyen, iyiliği niçin istediğini kendine sorması gerekir. İyiliği bana iyilik yapılsın diye mi yoksa ben başkalarına iyilik yapayım diye mi iyiliği istiyor? Sorusunun cevabı, bana iyilik yapılsın diye ise, şu an iyi de olsa o kişi, fırsatınıı bulduğunda kötülüğe bulaşacak demektir. Çünkü sağlam bir ölçüte dayanmamaktadır. Sorunun cevabı, ben başkalarına iyilik yapayım diye ise, şu an iyi olan kişi büyük ihtimalle kötülüğe bulaşmayacaktır, çünkü sağlam bir ölçüte bağlanmıştır. Demek ki, çıkar sağlamak amacıyla iyiliği istemek insanı salt iyi değil eğreti iyi haline getirmektedir.
Şimdi iyiliğin taraftarları olarak yukarıdaki ölçüt belirleme sorusunu sorup gönlümüzü yoklayalım. Kendimizin salt iyilik mi yoksa eğreti iyilik taraftarı mı olduğumuz anlaşılır, diyorum.
Kayseri Polis Okulundan 1994 yılında Milli Eğitime Temmuz ayında tekrar atandık. Sümer Lisesinde bir kurul toplantısı yapıldı. Ben de Müdür Beyden söz alarak eğitimle ilgili bir konuşma yaparken hocalardan biri, “erken öten horozun başını keserler”, diye bir laf etti. Ben de “sayın hocam, düşüncelerim eleştirilmez değil, Müdür Beyden söz hakkı alıp eleştirebilirsiniz, korsan bildiri sunmayalım”, dedim. Arkadaş, o olaydan sonra benden hazzemedi doğal olarak. Aylar geçti, Aralık ayında benim de hastane çevresinde olduğum bir gün, bu arkadaşın hastanede yattığnı öğrenince bir çiçek alıp kendisini ziyaret ettim. Beni görünce yatağında doğruldu. “Hocam geçmiş olsun, hasta olduğunuzu öğrenince sizi ziyarete geldim”, dedim. Biraz durdu, “hocam ben seni yanlış tanımışım, benimle okey oynayan arkadaşlarım beni ziyarete gelmediler, teşekkür ederim”, dedi. Ben de hocam, evet aramızda nahoş bir diyalog geçti, ama aynı çatı altında görev yapıyoruz, hasta olduğunuzu duyunca ziyaretinize geldim, başka bir hesabım olmaz benim. Ben insan olmanın gereğini bilirim, dedim. O günden sonra Matematik hocamız olan bu arkadaş, idareyle arası iyi olduğu için Lise Müdürlüklerine tanıtım için gönderilen kitaplardan branşımla ilgili (felsefe, mantık, sosyoloji ve psikoloji) kitapları alıp bana getirmeye başladı. O günden sonra “samimi davranış, tutum ve hareketlerin muhataplarda önemli etkiler bıraktığını kavramıştım. “Halkı memnun edemezsiniz, siz hakkı memnun ederseniz, hak, halkta size karşı muhabbeti halk eder”.