Öğrencilerimiz, öğretmenlerin evlatları gibidir. Ömer de benim öğretmenlik hayatımda iz bırakan öğrencilerimdendi. Evladım gibiydi. Onu genç yaşta, 44 yaşında, kaybetmemin derin üzüntüsünü yaşıyorum.
Ömer’in babası rahmetli Abdullah ağabey, dürüst, çalışkan, ileri görüşlü bir insandı. Kelebek Mobilya’nın 1981’de Afşin bayisi olmuştu. Eşimle birlikte yatak odası ve oturma grubunu Kelebek Mobilya’dan satın almıştık. Yedi yaşlarında beyaz tenli, sarışın, zayıfça, sevimli ve güzel bir erkek çocuğu yanımıza geldi.Abdullah Kösebalaban:
Harun Bey! Bu benim üçüncü oğlum Ömer, ilkokul birinci sınıfa gidiyor, dedi. Eşimle birlikte Ömer’in başını okşadık, böylece Ömer ile tanıştık.
Ömer, ilkokuldan sonra İmam-Hatip Ortaokulu’nda okudu. İmam-Hatip’in orta kısmını bitirdikten sonra Afşin Lisesi’nde okudu. Bu zaman dilimi içinde Abdullah Abi Kelebek Mobilya bayiliğini bıraktı. Matbaacılığa, Yeşil Afşin Gazetesi’ni çıkarmaya başladı. Ben de o yıllarda Yeşil Afşin Gazetesi’nde Abdullah Abi’nin teşvikiyle köşe yazarlığına başlamıştım. Gazetede Ömer’le sık sık karşılaşıyorduk.
Ömer lise öğrenimi süresince örnek bir öğrenci oldu. Derslerinde başarılıydı. Öğretmenlerine karşı saygılıydı. Güzel ve temiz giyinirdi. Bütün arkadaşları tarafından sevilir ve sayılırdı. Edebiyat derslerinde konu ile ilgili düşüncelerini etkili ve güzel bir şekilde dile getirirdi.
Ömer, liseyi bitirdikten sonra, kısa bir süre Ankara’da matbaa işleriyle uğraştı. Daha sonra babasıyla birlikte matbaada Yeşil Afşin Gazetesi’ni çıkarmaya devam etti.
1994 yılında Ömerlerle komşu olduk. Yakın komşu olduğumuzdan dolayı ailecek sık sık görüşüyor, sohbet ediyorduk. Ömer’in düğününü yaptık. Ömer, örnek bir aile reisi olmuştu. Üç oğlan çocuğu oldu. İki oğlu ortaokula gidiyor ama en küçük oğlu henüz yedi aylık!
Zamanla, Ömer’le öğretmen-öğrenci ilişkisinden çok arkadaş gibi olmuştuk. Mersin’den Afşin’e geldiğim zaman ilk ziyaretimi Yeşil Afşin Gazetesi’ne yapar, Ömer’le sohbet ederdik.
Ömer’in ağır hasta olduğunu Mersin’de öğrendim. Afşin’e geldiğimde önde gazeteyi ziyaret ettim. Zayıflamıştı. Rengi sapsarıydı. Moral vermeye çalıştım. Tedavisi devam ediyordu. Kemoterapi ilaçları kullanıyordu. Halinden şikâyetçi değildi, isyan etmiyordu. Her şeyi kabullenmişti. O haliyle bile herkese gülümsüyordu.
Ramazan Bayramı’nda ağır bir rahatsızlık geçirdi. Ağır ilaçlar aldığından matbaaya arada sırada gidiyordu. Tedavisi olumlu sonuç vermiş, iyileşmeye başlamıştı. Yaklaşık on gün önce matbaada karşılaştık. Beni ayakta karşıladı. Sarıldık, öpüştük. Birlikte birer çay içtik. Gazetede çıkan hikâyelerim üzerine konuştuk. Müsaade isteyerek gazeteden ayrıldım.
16 Eylül Pazartesi günü saat 09.00 gibi matbaaya, yeni hikâyemi vermeye gitmiştim. Matbaa kapalıydı. O anda telefonum çaldı. Arayan eşimdi:
Harun Bey neredesin? Dedi. Ben de:
Yeşil fşin Gazetesi’ne geldim ama matbaa kapalı, dedim.
Eşim:
Sana çok üzüleceğin acı bir haber vereceğim: Ömer’i kaybettik! Çabuk eve gel! Dedi.
Matbaanın önündeydim. Ömer’i masasının başında hayal ettim ama masa boştu. Hemen eve geldim. Ömer Kayseri’de hastanede rahmetli olmuş, Rahman’a yürümüştü.
Ömer örnek gazeteciliği ile Afşin halkının gözü kulağı oldu. Afşin’in problemlerini cesurca dile getirdi. Yalan yanlış haber yapmadı, yaptırmadı.
Afşin; dürüst, çalışkan, kibar, efendi bir evladını kaybetti.
Sevgili Öğrencim,
Allah rahmet eylesin, mekânın cennet olsun.
Yunus Der ki:
Bu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm.
Yiğit iken ölenlere,
Gök ekini biçmiş gibi…