Dokunuş
Kamuoyu soruyor: “Bunlar kimin nesidir?
Kimin kirli şapkası, kimin eğri fesidir?”
Bilirkişi gözüyle söyleyecek olursam;
Bunlar, her platformda “sahibinin sesi”dir.
A.S.D
Tam yarım asırdan beri içerisinde bulunmama rağmen, oldum olası sevmedim şu “Basın görevlisi” ifadesini.
Bu ifade ben de, sürekli eli silahlı ve gözünü kan bürümüş baskıncı terör örgütünü çağrıştırır. Hani o perde gerisi güçlerin organize ederek, -bilhassa- savunmasız halklara karşı; korku ve yıldırma amaçlı, âni baskınlar düzenlettirdikleri, tedhişçi örgütler var ya... Ha, işte onlar gelir aklıma!
Dolayısıyla ben bir gazeteciyim. Gazeteci kimliğim ile de onur duymaktayım. Asla “Basın görevlisi” olmak ve böyle anılmak istemiyorum. Çünkü gerçek mânâ da “Gazeteci” demek; gelişen olayların seyrini, dürüst ve ilkeli bir şekilde halka aktaran, aynı zamanda halkı aydınlatan kişi demektir.
Diğer bir yönüyle sessiz çoğunluğun sesini kamuoyuna ayniyle duyuran “iletişim uzmanı” demektir.
Bunu yaparken de, gerek ahlâkî (etik) açıdan gerek kanunî ve örfî açıdan “kutsal” bilinen dokulara zarar ziyan vermeden mesleğini icra etmesi gerekir. Objektif, ama gayr-ı materyaller kullanmadan, temel esasları “dejenerasyon”a uğratmadan ve de “sübjektif” kanaat belirtmeden olaylara yaklaşması gerekir.
Yoksa şantajla, asparagasla, sansasyonla ve teşhircilikle gündem oluşturmak veya kamuoyunu yanıltmak; bir gazetecinin taşıyacağı vasıflar değildir katiyen.
Fakat maalesef, -istisnalar hariç- günümüzde gazetecilik adına enva-ı türlü “müptezellik”sergileniyor ve bu akım pis bir yapılanmaya doğru hızla gidiyor. Deminden beri tasvire çalıştığım müptezellikler; “Basın görevlisi”nin şahsında belirginlik kazanıyor handiyse. Herkesin duyduğu kaygı ve “antipati” onların nezdinde övünç kaynağı sayılan “sempatik” bir yaklaşım, çağcıl bir hareket ve de neması bol bir zıkkımlık teknesi.
Bizim gibi gazetecilik kurallarına sadık kalarak kılı kırka bölenler de bir hırka ve bir asaya tâlim ediyor.
Kuralların dışına çıkmak mı ne?!
Tövbe estağfirullah! Vatan, Millet, Sakarya neremize yetmiyor ki! Görüyoruz genellikle, eline kamera tutuşturulan zıpır genç; “Basın görevlisi” lâyüs’elliği ile âdetâ baskın düzenler mâhiyette, kişileri ya da kuruluşları önce suçluluk psikozuna yönlendiriyor, sonrada şantaja başvurarak rant devşiriyor.
Reklam ve ilan koparamadıkları kuruluşun vay hâline! Profilden birkaç flaş patlatmak yeterlidir. Bu bir fırınsa ekmeğinden mutlaka hamamböceği çıkartırlar. Lokantaysa çorbasına sinek düşürürler. Sıhhî bir imalathaneyse tavanını örümcek yuvasına çevirirler.
Seçimlerde bile, paçavra türü gazetelerine boy boy ilan veren adayları en iyi ve şanslı aday, ilan vermeyenleri ise; tecrübesiz, çevresiz, uyumsuz, bilinmeyen bir kişi olarak lanse ederler. Örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.
Sıraladığım olumsuzluklar, mübâlağa olarak algılansa da durum aynen böyledir. Gerçi “Basın sektörü”nü bilenler bilir. Bilmeyenler ise bir dal mercimek sanır heyhat!
Niye keçisi çalınan Bahçe Müftüsüne, ”Müftü keçi çaldı!” diyen güruh bunlar değil mi?
Minarenin şerefesine içki şişeleri yerleştirip de, “Sarhoş hoca zil-zurna ezan okuyor!” iftirasını atan bunlar değil mi?
Nicelerini bir cep harçlığına sütre gerisinde ayartıp, sırf asparagas haber temini için boğaz köprüsünden atlatmaya teşvik uygulayan bunlar değil mi?
Bunlar var ya bunlar! Haber çıkaramadıkları an, sancısı tutmuş sırtlanlar misâli kıvranıp dururlar. Çünkü işin ucunda patrondan zılgıt yeme var!
Geçenler de, önceki adresimde ulusal basından tanıdığım eski kulağı kesiklerden birinin tâkibine geçtim. Pazardan bir şeyler alıyordu. Her tezgâhın başında hemen tanıtım kartını göstererek, “Sakın çürüğünü koyma! Bak, ben basıncıyım ha!” ihtarında bulunuyordu. Elmacıya aynı, portakalcıya aynı derken; sıra domatesçiye geldi. Ona da kart gösterip, “Sakın çürüğünü doldurma!” der demez, tezgâhtaki asabî görünümlü adam; “Ulan it soylu, gene mi sen! Senin kartına da, sana da...” diyerek domates poşetini kafasına boşalttı! İyi de etti bravo.
Köpeksiz köyde değneksiz gezmeye alışmışlar ya bir kere… Hep böyle gidecek sanıyorlar. Arlanmaz silik şahsiyetler.
Demem o ki bu kulvarda serapa bir sergerdelik ve bir şımarıklık hüküm sürmektedir. Ne kadar müstehcenlik ne kadar cins-i sapıklık ne kadar iğrençlik varsa; mülevves medyanın ve kartelozların öz sermayesedir.
Çok az yayın organı ve namuslu gazeteciler, elan bundan müstesna.
Ahmet Süreyya DURNA