Sezai Çiçek Yazdı: Bir Yusuf Masalı
Sene dokuzyüzdoksandokuz
Mevsimlerden güz
Kınalı kuzular gibi gençlik çağında
Gülerek gittiğin asker ocağında
Tezkeren albayrakla, baba kucağında
O gün uykudaydın derin uykuda
Ah Yusufçuk!
Böyle mi olacaktı kaderin?
Neden hiç bitmiyor bizde kederin?
*
Sabahın seheriydi, vedalaştık
Askere gidecektin
Ailen uğurlayacak
Ayşe, Dilek, kardeşlerin
Bilir miydi Abdullah, nereye gittiğin?
Uyku mahmuruydu gözlerin
Belli ki yolculuğun heyacanı sarmıştı seni
Gülümsemiştin, gülümsemiştik
Hayırlı tezkereler dilemiştik
*
Bir gün haberin geldi memleketten:
“Yaralı diyorlar ama, ölmüş,
Sakın demeyin babasına,
Söylemeyin, yaralı sanıyormuş”
Artık koca şehir bize dar
Meydanlarda söze kuruldu dâr
Düştük yollara, yollar bize ağyâr
Gittik sana doğru, diyar diyar
*
Haberin çabuk duyulmuş
Anan karalar bağlamış,
Bembeyaz tülbendine
Baban şimdi sığmıyor bendine
*
Geceyi araladık,
Uzayan gecede yolu yarıladık
Sabah olmasın acını görmeyelim diye
Ve çiçeklerden başına taç örmeyelim diye
Seni düşleyerek yol aldık
Sanki yıllarca yollarda kaldık
*
Gece sabaha dönünce
Tan yeri belli belirsiz ağarınca
Sükut yaşamaktan da ağır olunca
Nefes alışımız kurşundan da ağırlaşınca
Yetişmiştik Isparta’ya hepimiz
Memleketten Rüstem Emmin, Kadir Dayın
Kapı komşun ve baban
Sayarsan bir de biz -uzaktaki akraban-
*
Kim derdi ki gittiğin asker ocağında
Seni böyle bulacağız
Ve omuzlarımıza alacağız
Yusuf o an dolmayan gözlerimiz şu an dolu
O gün ağlamayan gözlerimiz şimdi yaşlı
Koşup geçtiğin yollar ah yokuşlu-taşlı
Geride kardeşlerin telaşlı
Acından ismini anamayan
Ana-baban artık daha da yaşlı
Cennete gülümseyen sen,
Ey kara kaşlı!
*
Yusuf’um
Baban seni görmezden önce
Sessizdi, taş kesilmişti sanki
Sakindi henüz anlamamış gibi
Konuşuyor, sesi çıkmıyor
“Oğlumu görmek istiyorum” diyor
İçinde adeta volkanlar kaynıyor
Bakınıyor, seni/sesini arıyor
Komutan izin veriyor
Arkadaşın gelip anlatıyor, seni anlatıyor
Sonra da önümüze düşüyor
Bir odaya giriyoruz, kuyu gibi
Yusufçuk burası seni yutan kuyu mu?
Üstümüze boşanan hüznün suyu mu?
Ah Yusufçuk, sonun bu mu?
*
Baban yüzünü görünce çok geçirdi
Haykırıyor; “ölmedi, yaşıyor, doktora götürün”
“Hayır çok geç olacak, doktoru getirin!”
Elini cebine atıyor
“Hepsini doktora verin” diyor
Parayla beraber yüreğini veriyor
Çöküp duvar dibine, hıçkırıyor
O hıçkırıktan binlerce ah çıkıyor
Her bir ah, alemi başımıza yıkıyor
*
Bilir misin Yusuf?
Biz sana gelince
Tüm kapılar açıldı adın verince
Nice vakit sonra tören başladı
Kısa künye okunuyor
Rütbeliler konuşuyor
Tören bitiyor
Esas duruş!
Manga, tabut omza!
*
Yine düşüyoruz yollara,
Dağları ovaları aşıp
Gündüzü geceye katıp
Çoğulhan’a ulaştığımızda
Anan her şeyi anlamış
Biz gelince gayrı son ümidi de bitmiş
“Ne mutlu, oğlu güzel bir ölümle ölmüş”
Ölümün güzeli mi olurmuş?
Elbet ölümün de güzeli olurmuş
Yusuf gibi olurmuş
Yusuf gül gibi solmuş,
*
O gün ağlamamıştım
Şu an yazarken ağlıyorum
O zaman seni anlayamamıştım
Bugünkü gibi ağlayamamıştım
*
Şimdi kabrinin başında:
“Şehit Piyade Onbaşı Yusuf”
yazıyor mezar taşında…