Ramazan ayı, sadece oruç tutmak ve ibadet etmekten ibaret değildi. O ay, paylaşmanın, bir araya gelmenin, yardımlaşmanın, muhabbetin ve huzurun en yoğun yaşandığı zamanlardan biriydi. Çocukluğumun Ramazanları, bugünkünden çok farklıydı. Annemlerle birlikte yaşadığımız o güzel günlerin tadı hâlâ damağımda, hatıraları ise içimde derin bir özlem bırakıyor.

Eskiden Ramazan ayı, bugünkü gibi teknolojik cihazlarla çevrili değildi. İnsanlar birbirine daha yakındı, iftar sofraları daha kalabalıktı, komşuluk ilişkileri daha güçlüydü. Günlerimiz ibadet ve geleneklerle, gecelerimiz ise muhabbet ve huzurla geçerdi.

Ramazan ayının benim için en anlamlı yanlarından biri de, babamın bize bıraktığı en değerli miraslardan biri olan Kur’an-ı Kerim’i öğrenmemizdi. Rahmetli babam, en çok bizim Kur’an okumamızı isterdi. Ancak sağlığında bunu öğrenemedik, çünkü daha çok küçüktük. Onu kaybettikten sonra içimizde tarifsiz bir boşluk oluştu. Ve o boşluğu doldurmanın tek yolunun, babamızın en büyük isteğini yerine getirmek olduğuna inandık. Ablamlarla birlikte hemen Kur’an öğrenmeye başladık. İşte bu yüzden Ramazan aylarında mukabeleye gitmek, Kur’an okumak benim için sadece bir ibadet değil, aynı zamanda babama duyduğum sevginin, özlemin ve ona olan vefamın bir göstergesiydi.

Gündüzleri en büyük heyecanımız, mukabele için toplanmaktı. Her gün bir evde bir araya gelir, Kur’an-ı Kerim okurduk. Biz de mukabelede Kur’an sürerdik, sayfalar ilerledikçe içimizi tarifsiz bir huzur kaplardı. Rahmetli annemlerle birlikte o manevi atmosferi solumak, Kur’an sesini dinlemek, Ramazan’ın ruhunu hissetmek bambaşkaydı. O anların verdiği huzur ve mutluluk, kelimelerle anlatılamazdı.

İftar vakti yaklaştıkça içimizi tatlı bir heyecan sarardı. Ezana saniyeler kala herkes sofranın başına toplanır, gözlerimizi dışarı çevirirdik. O zamanlar iftar vaktini sadece ezan değil, aynı zamanda Ramazan topu haber verirdi. O top patlamadan orucumuzu açmazdık. O sesi duymak bizim için ayrı bir heyecandı. Her patlamayla birlikte çocuk yüreğimizde bir sevinç dalgası yayılırdı. Sofrada dualar edilir, sıcak pideler, mis gibi yemekler paylaşılırdı.

İftardan sonra camilere ya da komşuların evine gidilir, teravih namazı kılınırdı. Teravih için her gün farklı bir evde toplanılırdı. Ev sahibi, çayın yanına tatlılar, börekler hazırlar, namazdan sonra uzun uzun sohbet edilirdi. Sohbet uzarsa sahura kadar sürer, sonunda hep birlikte sahur yapılırdı. Ne güzel zamanlardı…

Sahur vakti geldiğinde ise sahur davulcuları mahalleyi dolaşır, tek tek her evin önünde dururdu. O ışık yanana kadar bekler, sabırla tokmağını vururdu. Çocukluk merakımız hiç eksik olmazdı, illa ki davulcuyu görmemiz lazımdı. Onu pencerenin ardından izlemek bile ayrı bir keyifti.

O zamanlar Ramazan’a duyulan saygı bambaşkaydı. Yeme içme mekânları gündüzleri kapalı olur, iftardan sonra açılırdı. Herkes oruç tutana hürmet gösterirdi. İnsanlar birbirine daha çok zaman ayırır, ihtiyaç sahipleri gözetilir, yardımlar gizlice yapılırdı. Sofralar sadece aileyi değil, komşuları, dostları da ağırlardı.

Şimdi düşünüyorum da, Ramazan olduğu yerde duruyor, değişen biziz. O günleri özlemek yerine, belki de o ruhu tekrar yaşatmaya çalışmalıyız. Sevdiklerimizle daha çok vakit geçirmeli, sofralarımızı paylaşmalı, ibadeti, dayanışmayı ve muhabbeti artırmalıyız.

Çocukluğumun Ramazanları, içimde ezanla yankılanan top sesi gibi, sahurda beklediğimiz davulcunun tokmağı gibi canlı bir hatıra olarak kalacak. O günleri çok özlüyorum.

Annemlere, babama ve kaybettiklerimize Allah rahmet eylesin. Çocukken birlikte Ramazan geçirdiğimiz, aynı sofraya oturduğumuz, birlikte mukabeleye katıldığımız komşularımızı ve akrabalarımızı hatırlıyorum. Bugün aramızdan ayrılanlara Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun. Hayatta olanlara ise sağlık, huzur ve uzun ömürler temenni ediyorum. Ramazan ayının bereketi üzerimize olsun. Hayırlı ve huzurlu Ramazanlar diliyorum.