Emine Kösebalaban Yazdı: Değerini Yitirdiğimiz Şeyler

Bir zamanlar hayatımıza anlam katan küçük ama derin detaylar vardı: sokaklarda yankılanan çocuk kahkahaları, özenle seçilip sabırla çekilen 36 pozluk tatil anıları, sevdiğimiz birinden gelen bir mektubun heyecanı... Bunlar, zamana ve insana değer vermenin en saf halleriydi. O günlerde hayat daha yavaştı; belki de bu yüzden her şeyin kıymeti daha fazlaydı.

Sokak Oyunlarının Sessizliği

Eskiden çocuklar misket oynar, saklambaç, ip atlama, çelik çomak, yakar top gibi oyunlarla saatlerce vakit geçirirdi. Bugün teknolojinin yaygınlaşması ve güven eksikliği nedeniyle çocuklar evlere, evlerde de ekranlara hapsoldu. Sokak oyunları unutulmaya yüz tuttu; sokaklar artık boş, mahalle kültürü eksik. Mahalle arkadaşlıklarının verdiği sıcaklık, bir arada geçirilen zamanlar, çocukların hayal gücünü besleyen bu oyunların yokluğu modern çağın büyük kayıplarından biri oldu.

Fotoğraf Çektirmenin Büyüsü

Eskiden her fotoğraf özenle çekilirdi. Analog kameraların ve sadece 36 pozluk bir film şeridinin kıymetini bilirdik. Fotoğrafları stüdyoya götürüp bastırır, günler sonra elimize alırdık. Albümlere koyar, canımız istediği zaman elimize alıp doya doya bakardık. Bugün dijital fotoğraf makineleri ve akıllı telefonlarla fotoğraflar birer tüketim nesnesine dönüştü ve eski anlamını yitirdi. Dijital dünyada kaybolan binlerce fotoğraf, fiziksel albümlerin verdiği tatmin duygusunu hiçbir zaman sağlayamıyor.

Mektuplaşmanın Büyüsü

Bir zamanlar sevdiklerimize ulaşmanın en etkili yolu mektuplardı. Bir mektup beklemenin heyecanı, zarfı açıp yazılanlara dalmanın mutluluğu hayatımıza anlam katardı. Bugün mektuplaşma yerini anlık mesajlara bıraktı ve bu kültürün büyüsü neredeyse tamamen kayboldu. Mektupların içinde saklanan samimiyet ve kişisel dokunuşlar, dijital çağda yitip gitti.

El Yazısı ve Kağıdın Değeri

90’larda ve 2000’lerin başında el yazısıyla notlar almak, defterler tutmak çok kıymetliydi. Herkesin el yazısı kendine hastı. Rengarenk kalemlerle altını çizdiğimiz yazılar, düşüncelerimizle bir bütün oluştururdu. Ancak dijitalleşme bu kültürü de dönüştürdü. Artık kağıda dokunmanın verdiği haz azaldı; ekranlarımıza dokunuyor, yazılarımızı orada kaydediyoruz. El yazısının kişisel dokunuşları, duyguları ve emeği yansıtan anlamı kayboldu.

Radyo Heyecanı

Eskiden radyo dinlemek, sevdiğimiz şarkıyı canlı yayına bağlanıp istemek büyük bir heyecandı. Radyo DJ’lerinin seyirciyle sohbetleri, istek parçalar günün en keyifli anlarını yaratırdı. Şimdi, çevrimiçi müzik platformları ve podcast’lerle bu kültür büyük oranda kayboldu. Radyo bir topluluk hissi verirken, çevrimiçi müzik daha bireysel bir deneyim sunuyor.

Sabit Telefonların Yerini Cep Telefonları Aldı

Bir zamanlar sabit telefonlar hayatımızın merkezindeydi. Önemli bir haber beklerken ailecek telefonun çalmasını gözler, beklenmedik aramalarda kimin aradığını tahmin etmenin heyecanını yaşardık. Ancak cep telefonları bu heyecanın yerini anında iletişime bıraktı. Sabit telefonlar artık birçok evde neredeyse kullanılmıyor. Telefon başındaki bekleyişler, sabrın ve özlemin bir parçasıydı.

Sabır ve Beklemenin Değeri

İnternet ve akıllı telefonların öncesinde bir şeyi öğrenmek, birine ulaşmak ya da bir şeye sahip olmak zaman alırdı. Sabretmek, beklemek, bir şeylere değer vermenin doğal bir parçasıydı. Şimdi ise hız her şeyin önüne geçti. Videoları bile normal hızında izlemek istemiyor, hayatı adeta 2x oynatma hızıyla tüketiyoruz. Beklemenin getirdiği o tatlı heyecan, yerini hızlı tüketim alışkanlıklarına bıraktı.

Komşuluk İlişkilerinin Azalması

Eskiden komşuluk ilişkileri çok güçlüydü. Komşular birbirine yemek götürür, dertlerini paylaşır, bayram sabahları kapıları çalardı. Bugün ise apartmanlarda yan yana yaşayan insanlar birbirini tanımıyor. Şehirleşmenin getirdiği bu yabancılaşma, insani ilişkilerin en doğal ve sıcak yönlerini kaybettirdi.

Doğayla Bağımızın Kopması

Eskiden insanlar doğayla daha iç içeydi. Piknikler, tarlada geçirilen günler, bahçelerde yetiştirilen sebzeler bir yaşam biçimiydi. Bugün şehirleşme ve teknolojinin etkisiyle doğadan uzaklaştık. Doğanın huzur veren sesleri, betonarme yaşamın gürültüsünde kayboldu. Doğaya olan bu yabancılaşma, insanın kendine olan yabancılaşmasını da beraberinde getirdi.

Hayatımızı öylesine hızlandırdık ki, bazen dürüp büyük bir heybeye koyduğumuz bu anıların kıymetini fark edemiyoruz. Belki de durup eskilere bir yolculuk yapmanın, değerini yitirdiğimiz şeylerin izlerini yeniden bulmanın tam zamanı.