Ramazan, Arapça “رمض” (ramada) kökünden türeyen “yanmak, kavrulmak” anlamına gelen hicri takvimdeki 9. ayın adıdır. İslami geleneğe göre, bu ay günahların yakılarak temizlendiği, nefsin arındığı bir dönemdir. Çölün kavurucu sıcağı, bu manevi arınmanın güçlü bir metaforudur. Çöl, sadece İslam’ın doğduğu coğrafyanın bir parçası değil, aynı zamanda insanın iç dünyasındaki susuzluğu ve arayışı temsil eder.

Çocukluğum, iftar topunun atıldığı mekâna çok yakın bir yerde geçti. Henüz orucun bize farz olmadığı yıllarda, mahalle arkadaşlarımızla sözleşerek oruç tutmaya başlamıştık. Büyüklerimizin hazırladığı iftarlıkları alır, kaledeki topun yanına götürürdük. Topun patlamasını beklerken, içimde bir heyecan dalgası yükselirdi, zamanın durduğunu hissederdim. Topun sesiyle birlikte içinden uçuşarak etrafa yayılan rengarenk kumaş parçaları benim içimde sevinç kelebeğine dönüşürdü. Çünkü o vakte kadar sabredebilmek, sadece bir ritüel değil, adeta bir zaferdi. Aşağı camiden yükselen ezan sesi ile kendimize karşı verdiğimiz mücadele tescillenmiş olurdu. Yazın kavurucu sıcağında, bazen bir sürahi su içip yemek yiyemezdik. Son dakikalar öyle zor geçerdi ki bazen içimden gizlice suyu içiversem ne olur diye düşünür, sonra vazgeçerdim. Orucun sadece aç ve susuz kalmak değil, paylaşmanın erdemini anlamak ve nefsin sınırlarını çizmek olduğunu o yıllarda öğrenmiştim.

Daha da küçükken yarım gün oruç tutardık. Dedem köşkerdi. Beni dizine oturtur, “Sen bugün öğlene kadar tut, yarın da öğleden sonra tutarsın. Ben onları dikerim,” derdi. Ne çok sevinirdim bu sözlere. Dedemin dizinde, yarım oruçlarımı tamamlamanın gururunu hiç unutmadım. Şimdi geriye dönüp baktığımda, o yarım oruçların aslında  sabır ve sevgi dersi olduğunu anlıyorum.

Çölde su, hayat demektir. Suyun değeri, ancak susuz kalınca anlaşılır. Çöldeki insanın en büyük hayali, su bulunan bir kuyuya ulaşmaktır. Ramazan da bizi böyle bir yolculuğa çıkarır. Amacımız, içimizdeki manevi kuyulara ulaşmak ve oradan temiz, berrak su çekmektir. Bu su, nefsin arzularını temizleyen ve ruhu besleyen bir kaynaktır. Tıpkı çölde susuz kalan birinin suya kavuştuğunda hissettiği huzur gibi, Ramazan da içimizdeki manevi susuzluğu gidermemizi sağlar. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Allah, gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için bir işaret vardır.” (Nahl Suresi, 65) Bu ayet, suyun hem bedenimiz hem de ruhumuz için bir diriliş sembolü olduğunu hatırlatır.

“Savm” kelimesi, Arapça’da “kendini tutmak, engellemek” anlamına gelir. Oruç (savm), sadece yemek ve içmekten uzak durmak değil, aynı zamanda kötü söz, öfke ve olumsuz davranışlarda da kendini tutabilmektir. Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurur: “Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene, ‘Ben oruçluyum’ desin.” (Buhârî, Savm, 9) Bu hadis, orucun sadece bedeni değil, duygu, düşünce ve davranışları da disiplin altına aldığını gösterir.

“İmsak”, Arapça’da “kendini tutmak, bağlamak” anlamı taşır. İmsak vakti, orucun başlangıcıdır; nefsin arzularına karşı bir sınırdır. “İftar” ise “açmak, başlamaktır.” Orucun sona erdiği ve nimetlerle yeniden buluştuğumuz, fıtratımıza yeniden kavuştuğumuz vaktin adıdır. Bu iki kavram, Ramazan’ın ritmini ve disiplinini temsil eder. İmsak, nefsin sınırlarını çizerken; iftar, şükür ve minnet duygusunu pekiştirir.

“Niyet”, Arapça’da “plan, tasarı” anlamına gelir. Oruç, tertemiz bir niyetle başlar. “Sahur” ise seher vakti yenen yemektir. Seher vakti, sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da besler. Peygamberimiz, “Sahur yapın, çünkü sahurda bereket vardır.” (Buhârî, Savm, 20) buyurarak bu vaktin önemini vurgulamıştır.

Çölün ufku, sonsuzluğu çağrıştırır. Ramazan ayı sonsuzluğa talip insanın manevi yolculuğunda bir ufuktur. Bu ayda, insan kendini aşma, daha iyi bir insan olma çabası ile hareket eder. Ramazan ayı bir yandan ortak duygu değeri oluştururken bizi sosyalleştirir, diğer yandan kendi içsel çatışmalarımızı çözerek bütünlüğe ulaşma sürecimize kapı aralar.

Ramazan ve oruç, çölün sıcağında yanan bir ateş gibidir. Bu ateş, bizde artan duygu, düşünce, istek ve arzularımıza yönelir, fazla olanları yakıp temizler, insanı yeniden fıtratına dönmeye hazırlar. Çölün sessizliği, insanı kendi iç sesini dinlemeye davet ederken, Ramazan da nefsin sesini susturup kalbin sesini duymamızı sağlar. Hz. Muhammed (s.a.v.) bir başka hadisinde şöyle buyurur: “Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân, 28) Günahı haddi aşmak olarak algılayabilirsek, orucun bizi nasıl sağlıklı sınırlara getirdiğini daha net görebiliriz.

Ramazan, sadece bedeni değil, nefsi de disipline eden bir aydır. İster misiniz bu Ramazan, içimize dönüp bir “oruç günlüğü” tutalım. Oruç tutarken bizi zorlayan ne? Neleri özlüyoruz? Hangi bağımlılıklarımız öne çıkıyor? En çok neyi konuşuyoruz, nelere öfkeleniyoruz? Tekrar ettiğimiz cümleler, iç dünyamızın bir yansımasıdır. Belki bu günlük, bize kendi gölgelerimizle yüzleşme fırsatı sunar. Ne dersiniz?

Ve bu yıl Ramazan ayında, imsak ve iftar vakitlerinin sınırlarını tartışmak yerine, içimizdeki çölün bizi kavurduğu yerlere bakalım. Belki içimizde bir kuyu açılır da, seher vakti rahmet kaynağından kana kana içeriz. Ya da kendi çölünde kavrulan başkalarıyla kesişir yolumuz, birlikte soluklanır, nefes alırız bir kuyunun başında. O zaman öğreniriz öfkelerimizin, arzularımızın, acılarımızın kuraklaştırdığı nefsimizin bize fısıldadıklarını. Bu Ramazan, elimizle, dilimizle, gözümüzle “ben oruçluyum” diyebilmenin yollarını arayalım. Unutmayalım, içimizdeki çölün ortasında bir kuyu, rahmetiyle bizi bekliyor olabilir.

Ramazan ayında uykumuzu bölerek kalktığımız sahurlar, tuttuğumuz oruçlar, yaptığımız iftarlar, okuduğumuz Kur’an, yardımlaşmanın rahmet ve bereketi bizi fıtratımıza döndürsün duası ile Ramazan ayı bizlere mübarek olsun.

Zübeyde Kösebalaban