Elmalı köyünün yaklaşık 2 km kadar kuzeyinde, kaysı bahçeleri arasında bir pınar vardır. Yöre halkı köyün kuzeyinde olduğu için adına Guz (Kuzey) Pınarı demiş.
Pınarın başında, olsa olsa iki metre ötesinde, kendi kendine (Hudayinabit) yetişen, pınarın buz gibi suyu ile beslendiği içine açıktan saldığı köklerinden anlaşılan bir de ağaç var; “Sürsülük Ağacı”. Böyle diyorlar ve onun yaşının 60 olduğunu kimi olaylarla kesin hesaplıyorlar. Tıpkı Alıç gibi bir ağaç; koyu turuncu meyvesinin yapısı, çekirdekleri; dalı yaprağı, hatta tadı ile tıpkı alıç ağacı. Çok yenilirse dokunup kusturan; çiğ düşmeden önce kesinlikle yenmeyen yabani bir meyve ağacı imiş Sürsülük…
Guz Pınarı ve başında bir de kendiliğinden biten bu Sürsülük ağacı olunca çevredeki köylüler burasını kutsal bilmişler ve ‘Ziyaret Yeri’ olarak belirlemişler…
Daha yaklaşırken salkım saçak bağlanmış rengârenk dilek ve adak çaputları göz alıyor; onların rüzgârla bir o yana bir bu yana beyaz mendil gibi sallanmasını uzaklara bir imdat çığlığı gibi algılamak da fazla garip kalmaz.
Elmalı halkı da komşu köylüler de burayı kutsal bilmiş, Ziyaret Yeri saymış. Adak adadıklarında, yağmur yağması, koca bulmak, çocuk doğurmak, vs gibi hacet duası yapmak için gelirlermiş. Gelince de kurbanlarını keserler, etini fakirlere dağıtırlar, bir kısmını pişirip hep birlikte yerler; dua ederlermiş.
Bura halkı, Guz Pınarı’nda içki içilmesini oldubitti hiç iyi karşılamamış. Sebebini de şöyle anlatıyorlar: “Birileri pınarın başına gelmiş ve çilingir sofrası kurup, pınarın suyundan da içkilerine katarak içmeye başlamışlar. Onlar içerken pınarın suyu birden çekilmiş ve kaynamaz olmuş. Gözü adeta kurumuş... O gün ve gecesinde hiç kaynamamış; ama ertesi günü -yorumlarına göre, içenlerin sarhoşluğunun geçtiği zamanlarda- tekrar kaynamaya başlamış…”
Bunları anlatan, ayağındaki alkol ve sigaradan dolayı oluşmuş rahatsızlığa rağmen çevreyi gezdiren Takittin Doğan, Guz Pınarı’nın başında bir de yaşanmış hikâye anlattı:
‒ 1915 yılında, Elmalı’nın Çuğuraşlı Mahallesi’nde oturan Gavurhasanlardan Uzun Hasan, Guz Pınarı civarındaki yamaçlarda keven toplamaya gider. Susayınca da su içmek için bu pınara iner. Geldiğinde, pınarın kenarında kundak içinde bırakılmış bir çocuk görür. Görür görmez şaşırır; ama “Bunu bana Allah ziyaret yerinde verdi…” diyerek kucakladığı gibi evine götürür. Bir kız çocuğudur… Hanımına “Bu bize Allah’ın bir hediyesidir; bakalım, büyütelim; sevaptır…” der. Birkaç gün sonra, söylentileri birleştirince Gürün’deki Ermenilerin göç ederken buradan geçtikleri ve onlardan birinin bıraktığı anlaşılır. Uzun Hasan’ın hanımı bebenin Ermeni çocuğu olduğunu anlayınca kabul etmeyeceğini söyler. Kocasına ‘Götür bunu’ der. Çaresiz kalan Hasan Ağa, durumu Ali Ağa’ya, o da annesine anlatır. Takittin Doğan’ın da babaannesi olan kadıncağız “Getirin kızcağızı, ben bakarım, sevaptır” der. Alır bebeği, bağrına basar ve adını da Nazik koyar.
Çok ilginç bir şey; kadıncağız 85 yaşında olduğu halde hiç olmamış bir şeyi dener; emdikçe sütünün geleceğini düşünerek memesini ısrarla bebeğe verir. Neredeyse gün boyu bebeye emdirir. Sonunda süt gelmeye ve bebecik de karnını doyurmaya başlar.
Bu kapıda büyüyen ve genç kız olan Nazik, önce Uzun Pınar köyünden birisi ile evlense de bir süre sonra ayrılır. İkinci eş olarak Gürün’ün Başören köyünde yaşayan Gül Ali adında bir başkasına varır… İki eşinden de çocuğu olmaz…
Nazik Hanım, 1996’ya kadar her sene hiç aksatmadan Takittin Beyleri ziyarete gelir; her seferinde de o buradakilere saygısını gösterir, buradakiler de sevgisini belli edip bol bol hediye verirler…
Nazik Hanım, her geldiğinde ille Guz Pınarı’na uğrar, çevresinde bir süre gözleri nemli dolaşırmış… 1996’dan beri ne kendisi ne de haberi gelmemiş. “Herhalde ölmüştür.” diyor Takittin Bey...