Her gün ve farkında olarak, bir kere…
Bak, farkında olarak dedim; öyle ezbere, eli işte gözü oynaşta dedikleri gibi bir hal içinde değil. Aklı, iradeyi işin içine katıp farkına vararak bir güzellikte, hayırda, iyilikte bulunmak…
Farkına varmayı şöyle açıklayayım: Adam birkaç kişiyle yolda gidiyor. Konuşana başıyla gözüyle cevap veriyor. Güzel bir bayan geçerse bakmıyor gibi yan gözle adeta fotoğrafını çekiyor. Bu arada elindeki tespihle (veya parmaklarıyla) “hap hap hap…” demiş gibi sesler çıkartarak -aklınca- tespih çekiyor veya günlük virdini (zikrini, kendini okumakla görevlendirdiği şeyleri) yapıyor.
Bu asla yaptığının farkında değildir. Kendinin bile farkında değil ki yaptığının olsun!
Beş kuruşluk sevabı olmaz bunun; zira öylesi Allah rızası için değil, yapmak için yapılandır. Körün taşı kadar bile gidip hedefe isabet edemez; belki bir yere çarpıp gelir tam alnının ortasını yarar!
Nasıl ki namazı “Allah’ı görür gibi kılmak” vardır. Sevap umulan her eylem de sadece onun rızası için, onu görüyor gibi ve asla başka bir niyet düşünmeksizin yapılmalıdır. Farkında olunmalıdır.
Bir fakire iyilik yapacaksan, senden ve ailenden başka kimse bilmeyecek.
Zikri, tespihi, sadakayı, hayrı, nafile ibadetleri sadece Allah’ı düşünerek, o istedi diye, ondan rıza umarak, dünya ve ahiret için hiçbir beklenti olmadan, gurur kibir duymadan ve ille başkasına belli etmeden yapacaksın. Farkında olacaksın.
Farz ibadetleri de “yapıyor” desinler diye değil…
Adam diyelim ki Mekke ile ilgili bir şey anlatacağı zaman “Ben umredeyken, yani hani üçüncü kere gittiydim ya işte o zaman oradayken..” diye başladı mı daha o saniyede ne birinci umresinin sevabı kalır ne de diğerlerinin. Farkında değil ki!
Bir uzak akraba ile karşılaşınca selam ve hal hatırdan sonra sordum:
‒ Nereden böyle, yorulmuşa benziyorsun?
Neredeyse yapıp ettiklerini hiç eder bir şekilde cevap verdi:
‒ Yahu hacca müracaat ettim de Allah kısmet ederse beşinci haccımız olacak, yediye tamamlamaya niyetim var; oradan geliyorum.
İstersen böyle ilan ede ede, bunu gurur kibir vesilesi yapa yapa yetmiş kere git. Boşunadır. Bence oraya gittiğinde zemzemle şöyle güzelce avuçlarını yıka, zira sevap yerine bol bol yalamak düşer sana… Önce ne yaptığının ve yapacağının farkına var.
Her gün bir kere ama minnacık da olsa farz ibadetlerin dışında bir kere sevap kazanmaya var mısınız? Tek şartı var; sadece ve sadece, ama sadece, ille ve kesinlikle Allah rızası için yapmak. Kimseye bildirmeden, sadece o bilsin yeter, düşüncesiyle…
Bir yetim sevindirmek.. Bir fakire sadaka vermek.. Kur’an okumak.. Dara düşenleri o derdinden kurtulması için yardım etmek.. Savaş sebebiyle inim inim inleyenlere, evini yurdunu terk edep ilimize obamıza düşenlere aş, iş, ekmek, su, giysi vermek.. Ailemiz, eş, dost akrabalarımız, milletimiz hatta tüm insanlık için dua etmek.. Öğrendiklerimizi başkasına aktarmak.. Yolda yayalara veya araçlara zarar verebilecek bir taşı alıp atmak.. Yere düşmüş ekmeği çiğnenmesin diye bir kenara koymak.. Adım atarken karıncayı ezmemek için daha küçük veya daha büyük bir adım atma zahmetine girmek.. Dostlara, arkadaşlara, komşulara selam vermek.. Hastalarımızı ziyaret etmek.. Küs olduklarımızla barışmak.. Kırdıklarımızdan özür dilemek.. Alacağımız varsa ve borçlu veremeyecek durumda ise tehir etmek, mümkünse bağışlamak.. Dara düşmüşlere varsa imkânımız borç vermek.. İşlemeye niyet ettiğimiz bir günahtan caymak…
Bakın, sevaplar bize avlanmak için ne kadar çok sebeplerle önümüzde arkamızda dolaşıp duruyor, değil mi?
Görenedir görene, köre ne?
Zaten sadece görenler farkına varırlar…