Aziz okur, yönetim ahlakı, üzerinde tefekkür ettiğimiz ahlak bileşenleri içinde son derece önemli bir yere sahiptir. Zira adaletin olmadığı bir yerde toplumun kendini gerçekleştirmesi ve müreffeh bir hâle gelmesi mümkün değildir. Buna bağlı olarak toplumun bir parçası olan insanın zihni, hakikati aramakla değil başka şeylerle meşgul olacaktır. Dolayısıyla yönetim ahlakı üzerinde özenle durmak zorundayız.
Bakın devletin en önemli görevlerinden biri adaleti tesis etmektir. Şüphesiz devlet bu görevini kendisine sorumluluk verdiği kişiler üzerinden yerine getirir.
Dolayısıyla bu kişilerin özenle seçilmesi son derece önemlidir. Liyakat meselesini sonraki yazılarımızda irdeleyeceğiz ancak buna geçmeden önce hakikat ve yönetim kavramlarının ilişkisini doğru kavramak durumundayız.
Zira ‘hakikat’ ve ‘yönetim’ kavramlarının birleşip senteze dönüştüğü fikir ‘adalet’tir. Nitekim adaletle yönetmeyen hakikatle hemhâl olamaz; hakikatle hemhâl olmayan ise hüsrana uğramıştır ve savrulmaya mahkumdur. Dolayısıyla yönetim ahlakının en temel değerlerinden biri adalettir.
Hatırlarsanız daha önceki yazılarımızda hakikat ve adalet kavramlarının ilişkisi üzerinde durmuştuk. Bir insanın ‘adaletli olmayı’ önce kendine karşı sorumluluklarının bir gereği olduğunu ancak bunu sağlamanın son derece zor olduğunu ifade etmiştik. Zira insanın kendi yapıp ettiklerini adaletle değerlendirmesi güçtür.
Dolayısıyla başkalarının hatalarını dile getirmede son derece cömertken kendimize karşı cimriyizdir. Bu nedenle yönetim erkini elinde bulunduran kişilerin her şart ve zeminde ‘hakikati tavsiye eden dostlar edinmesi’ ve onların ‘kıymetini bilmesi’ çok önemlidir.
Hazreti Ömer Halife olarak göreve başladığında halkı toplar ve “Ola ki hakikatten/adaletten saparsam ne yaparsınız?” diye sorar. Orada bulunanlardan birisi ayağa kalkar ve “İşte seni bu kılıcımızla düzeltiriz.” der ve Hz. Ömer bu cevaptan memnun olarak Allah’a şükreder.
Hakikati tavsiye eden dostlara ihtiyacımızı bu anektod gayet güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.
Elbette insanların hatalarını hatırlatırken kaba bir şekilde değil nezaketle davranmak durumundayız. Aksi takdirde doğru bir iş yapmaya çalışırken kırıcı olabiliriz ki bu, hakikat talebesine yakışmayan bir davranış olacaktır.
Buna göre hakikati tavsiye eden dostlar edinmek ve onların kıymetini bilmek yönetim ahlakının diğer bileşenleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diğer taraftan adaleti tesis etmenin sadece mahkemelerin işi olmadığını söylemek icap etmektedir. Zira bir insan kendi hayatında ve diğerleri ile münasebetinde adaleti tesis edebilirse mahkemelerin iş yükünü de hafifletecektir. Bu nedenle hakikat talebelerinden oluşan bir toplumda mahkemelerin iş yükü çok az olmalı ya da hiç olmamalıdır. Nitekim bir toplumun hakikatle ne kadar hemhâl olduğunu anlamak için mahkemelerindeki iş yüküne ve onların aldığı kararların maşerî vicdanda nasıl yankı uyandırdığına bakmak yeterli olacaktır.
Bununla birlikte hakikati aramak gibi bir derdi olmayan ve hırsının kurbanı olan bir kişinin yönetim kademelerinde bulunması son derece tehlikelidir.
Liyakat meselesiyle devam edeceğiz.
Bâki selam ederim.