“Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitap’tır.” (Bakara: 2) ayet-i kerimesinde de ifade edildiği gibi Kur’an’ın gönderilmesinin asıl gayesi HİDAYET içindir.
Kur’an-ı Kerim, başta insanlar olmak üzere bütün varlıklara Allah’ın rahmetinin bir yansıması olarak gönderilmiştir. Bu kitap sayesinde insanlar doğruyu yanlıştan, hakkı batılıdan ayırt etme imkanına sahip olmuşlardır.
Kur’an’ın içerisinde yer alan ayetler insanların hayrına olmasına rağmen neden insanlar Kur’an’dan kaçarlar? Neden onu terk ederler? Veya onu yakmaya çalışırlar?
Bu soruların birçok cevapları olabilmekle birlikte en başta şunları zikredebiliriz;
Kur’an’ın içermiş olduğu emir ve yasakların nefislerimize ağır gelmesi. Nefis daha süslü ve kolay olan şeyleri isterken zor ve sıkıntılı olan şeylerden uzak durmaya çalışması.
Şeytanın vesveselerine boyun eğmemiz. Onun hayatımıza müdahil olup her noktada bizleri yönlendirmesi.
Hayatı sadece dünya hayatından ibaret görmemiz ve tek gayemizin dünya olması. Her ne kadar ahirete inandığımızı söylesek te kalpten buna inanmamız veya ahireti çok uzak görmemiz.
Dünyalık menfaatlerimizi kaybetme korkusu. Kur’an’ın emrettiği ilkelerin hâkim olması durumunda birçok menfaatlerimizi kaybedecek olmamız korkusu bizleri Kur’an’a karşı mesafeli olmaya itmektedir.
İnsanların Kur’an’ı terk etmesi, onu yakmaya çalışması veya onunla kendi aralarına mesafe koymaya çalışmaları bugün olan bir hadise değildir. Tarihin her döneminde buna benzer hadiseler olmuştur. Âdem (as)’ın oğullarından Kabil, kardeşi Habil’i öldürmekle Allah’ın kitabını ilk kez yakmıştı. Ogünden itibaren Allah’ın gönderdiği peygamberler ve onlarla gelen vahiyler bu tür muamelelere maruz kalmışlardı. Allah’ın gönderdiği peygamberleri öldüren, kitapları değiştirmeye çalışan Yahudiler, en fazla Allah’ın kitabını yakmışlardı. Önce İsa (as)’ı öldürmeye çalışan sonra da onu ulûhiyet derecesine kadar yükselten Hristiyanlar da Allah’ın kitabını yakmışlardı.
Hz. Peygamber (sas) insanları İslam’a davet ermek için Kur’an’dan ayetler okuyordu. Bu okuma işini hem Mekke’nin yerlilerine hem de Mekke’ye dışarıdan gelenlere yapıyordu. Kur’an-ı Kerim hem içerik olarak hem de ses fonetiği bakımından herkesi etkiliyordu. Hatta İslam’ın en azılı düşmanları dahi gizli gizli okunan Kur’an’ı dinliyorlardı. Kur’an’ın bu etkileyici üslubu karşısından etkisiz kalan müşrikler: “Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız.” (Fussilet: 26) diyerek Allah’ın kitabını yakmaya çalışmışlardı.
“Peygamber dedi ki: "Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'ân'ı terkedilmiş (bir şey yerinde) tuttular.” (Furkan: 30) ayet-i kerimesinde ifade edildiği gibi Hz. Peygamberin getirdiğini inkâr eden müşrikler onu yakmaya çalıştıkları gibi, o vahiyler karşısında ilgisiz kalan, onun gereklerini yerine getirmeyen müminler de farkında olmadan Kur’an’ı yakmaya çalışmışlardı. “Her kim de benim zikrimden (Kur'ân'dan) yüz çevirirse, (bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz. (O zaman Kur’an’dan yüz çeviren kimse) “Rabbim! beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim” der. Allah: ‘Böyledir, sana ayetlerimiz gelmişti de onları sen unutmuştun, bugün de öylece unutulursun’ der.” (Tâ-hâ: 124-126) ayet-i kerimelerinde ifade edildiği gibi Allah’ın ayetlerinden haberdar olmasına rağmen onların gereklerini yerine getirmeyen ve bundan dolayı günü Allah’ın rahmet ve mağfiretinden mahrum kalanlar da dünyada iken Kur’an’ı hayatlarından çıkararak bir nevi onu yakmışlardı.
Kısacası birileri bilerek Kur’an’ı yakmaya çalışırken diğerleri de farkına varmadan onu yakıyordu. Son günlerde İsveçli bir milletvekilinin Kur’an’ı yakması ile başlayan tartışma Kabîl ile başlayan ve tarihin farklı dönemlerinde farklı şekillerde devam eden sürecin günümüze yansımasıydı. İbrahim (as)’ı ateşte yakmak isteyen, Musa (as)’ı sihirbazları ile sindirmeye çalışan, Hz. Peygamber’in okuduğu Kur’an’ı gürültüler çıkararak etkisiz kılmaya çalışan zihniyet ile bugün Kur’an’a çakmak çakan zihniyet aynı zihniyetti. Sadece zaman ve şartlara bağlı olarak yöntem noktasında küçük farklılıklar olabilmekteydi.
Kur’an’ı yakmaya çalışanlar aslında kendilerini yakmaktaydılar. İbrahim (as)’ı ateşe atmaya çalışan Nemrut, İbrahim’i değil kendisini ateşe atmıştı. Oysaki o İbrahim, onun için bir rahmet, onu dünyada ve ahirette ateşten kurtaracak kimseydi. Ama o İbrahimi ateşe atmak istemekle kendisine uzanan eli kırdı. Firavun’a gönderilen Musa, Firavun için bir çıkış kapısıydı. Ama o, Musa (as)’ı öldürmek istemekle o kapıyı kendi üzerine kapadı. Hira dağından doğan Nur, her türlü cehalet kirleri içerisinde boğulmuş Mekke toplumu için arınma vesilesi iken, o nurdan yüz çeviren Ebu Cehiller, Ebu Lehebler bir daha çıkmamak üzere kendilerini cehenneme kilitlemişlerdi.
Günümüzde Kur’an’ı yakmaya çalışan kimselerin akıbetleri de öncekilerden farklı olmayacaktır. “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff: 8) ayet-i kerimesinde de buyrulduğu gibi bu davanın hedefe ulaşması Müşriklerin isteklerine değil, Allah’ın iradesine bağlıdır. Allah’ın safında yer alanlar her zaman kazanmıştır. Yalnızda kalsa, taşlansa, öldürülse de kazanmıştır. Dünya hayatında bazı sıkıntı ve zorluklar çekmiş olsa da netice olarak yine onlar kazanmıştır. Dünyada saltanatlar süren, İbrahimi ateşe atan, Musa’yı denizde boğmaya çalışan, Hz. Muhammed (sas)’in yollarına taşlar döşeyenler hep kaybetmiştir. Onlar kaybettiği gibi bugün Kur’an’ı yakmaya çalışan, onlara destek verip eylemlerine ses çıkarmayanlar da kaybedecektir.
Burada kaybedeceklerden birisi de iman ettiğimizi söylediğimiz halde Kur’an’ı hayatımızdan çıkarmış, direk olmasa da dolaylı yoldan Kur’an’ı yakmış olan bizleriz.