Cihad, her zaman duyduğumuz bir kavram olmasına rağmen içeriğini çoğu zaman Kıtâl (savaş) ile karıştırabilmekteyiz.

 “Gayret etmek, çaba sarf etmek, zahmet çekmek ve bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak,” anlamlarına gelen cehede kökünden türemiş olan cihad; “dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslam’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermektir.

Savaş ise “öldürmek, bastırmak ve gidermek anlamlarına gelen “katele” fiilinden mastar olup İslam ülkesinin ve Müslümanların güvenliğini tehdit eden ve dinin insanlara ulaşmasını engelleyen güçlerle mücadele etmek ve bu uğurda bütün çabayı göstermektir.(Cürcanî, Ta’rîfât, s. 72)

“Cihad”  kavramı “savaş” kavramından daha geniş bir anlama sahiptir.  Cihad, kişi ile rabbi arasındaki engelleri kaldırma çabasıdır. Bu engeller bazen kişinin nefsi, bazen şeytan veya dış düşmanlar dediğimiz dışarıdan gelen müdahaleler olabilir. Onun için cihad denildiği zaman kişinin nefsi, şeytan ve dış düşmanlara karşı olan mücadelelerinin tamamı anlaşılır.   Savaş ise sadece dış düşmanlara karşı olan mücadelenin adıdır ve en son başvurulacak bir yöntemdir.  Cihad hayatımızın her aşamasında ve her zaman olurken savaş belli zamanlarda ve gerektiğinde olabilmektedir.

            Savaşla ilgili ayetler Medine’de nazil olmaya başlamasına rağmen, cihatla ilgili ayetler hem Mekke’de hem de Medine’de inen surelerde yer almıştır. Cihad, Mekkî surelerde İslam’ı tebliğ ve İslam’ı yaşamak için gösterilen çaba ve gayretler için kullanılırken, Medenî sureler de ise bizzat fiili savaşlar için kullanılmıştır. 

Cihadın fiili müdahale kısmı olan “savaş” Kur’an’da sık sık övülmüştür. Allah’ın dininin diğer insanlara ulaştırılmasının nihai yolu savaşlardı. İslam sözlü olarak bir noktaya kadar tebliğ edilmiş ama o noktadan sonra bazı düşmanların fiili engellemeleriyle karşılaşmıştı. Bu engelleyiciler Hz. Peygamber döneminde müşrikler ve Yahudiler olurlarken daha sonraki dönemlerde farklı güç ve milletler olabilmiştir. Allah’ın dini evrensel ve herkese ulaştırılması gerekmektedir. Fakat Allah’ın dinin yayılmasını istemeyen ve buna engel çıkarmaya çalışan birileri de her dönem olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Allah (cc), bu engellemelere karşı savaşmayı emretmiştir.

         Allah’ın emir ve yasaklarının uygulanabilmesi cihad ibadetine bağlıdır. Cihad olmadığı zaman adalet ortadan kalkar ve yeryüzünde fitne hâkim olur. Zulmü ve fitnenin egemen olduğu bir toplumda ise Allah’ın birçok emirleri uygulanamaz. Zulmü ve fitneyi ortadan kaldırmanın en önemli yollarından birisi ise cihattır. Onun için cihad duygusunun kıyamete kadar canlı kalması gerekmektedir. Bu duygunun hâkim olması ve devam etmesi için Allah (cc), peygamberine: “Ey peygamber! Müminleri savaşa (cihada) teşvik et” /Enfâl: 65) şeklinde emretmiştir.

            Hitap Hz. Peygambere olsa da ayetin hükmü onun şahsında tüm yetki sahibi müminleredir. Kıyamete kadar gelecek ve emri altında insanların bulunacağı her mümin bu vazifeyle görevlidir.

           “Allah içinizden cihâd edenleri ortaya çıkarıp, sabredenleri belli etmeden Cennete girivereceğinizi mi sandınız?” Al-i İmrân: 142)

            Ayet-i kerimesi cihâd etmenin kişiyi cennete götüren bir fiil olduğu ve bu konuda kıyamete kadar imtihan olacağımızı bildirmektedir. İnsanlık var olduğu müddetçe yeryüzünde mücadele bitmeyecek ve bu mücadeleden kazançlı çıkacak olanlar mücadeleyi terek etmeyenler olacaktır.

Medine döneminde Müslümanlar belli bir noktaya geldikten sonra bazıları: “Bugüne kadar çok savaştık. Bu yolda çok fetihler gerçekleştirdik. Yerine göre çok can ve mal kaybımız oldu. Artık İslam ülkesinin sınırları belli bir noktaya ulaştı. Bundan sonra içimize dönelim. Mallarımızın başına dönelim ve onların ıslah ve imarı ile uğraşalım” demişlerdi. Bunun üzerine şu ayet nazil olmuştu:

 “Allah yolunda mal harcayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve güzel hareket edin. Çünkü Allah güzellik ve iyilik edenleri sever.” (Bakara: 195)

            Allah (cc) cihadı terk ederek mal biriktirme sevdasına kapılanları; “kişinin kendisini kendi elleri ile ateşe atmak” olarak nitelendirmiş ve onları eleştirmiştir.

            İnsan dünyalık şeylere sahip olabilir. Olması da gerekir. Ama bunların hiçbir zaman kişiyi Allah yolundan ve Allah yolunda mücadele etmesinden engellememesi gerekir. Kişinin öncelikli hedefi Rabbimin dinini yaşamak ve onu yaşatmak olmalıdır.

De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından endişe ettiğiniz ticaretiniz ve hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevimli ise, artık Allah buyruğunu (kıyameti) gerçekleştirinceye kadar bekleyin. Allah günaha saplanmış kimseleri hidayete erdirmez. (Tevbe: 24) ayet-i kerimesinde de bunun ölçüsünün nasıl olması gerektiğini bizlere öğretmektedir.

           Kişinin dünyalık olarak sahip olduğu anne, baba, çocuk, eş, mal-mülk ve ticaret gibi şeyler, Allah yolunda cihadın önüne geçmemesi gerekir. Geçmesi durumunda ise Allah tarafından gelebilecek bir azaba her daim hazır olmalıdır.

           Eğer müminler Allah’ın emirlerini görmezden gelir, dünyalık arzuları uhrevi beklentilerinin önüne geçer ve Allah yolunda cihadı terk ederler ise ne olacak?

Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” (Mâide: 54)

           Ayet-i kerimesinde de ifade edildiği gibi bu şekilde olan bir kavim artık Allah (cc)’nın muhatabı olmaktan çıkmaktadırlar. Allah (cc) onların yerine gerektiği gibi inana ve inancının gereğini yerine getirmekten çekinmeyen, bu uğurda cihadı terk etmeyen bir topluluk getirecektir.

Allah (cc) her zaman cihad edilmesini emrederken cihadın gayesinden sapmamayı da emretmektedir. Ganimet elde etmek, dünyevi bir kazanç sağlamak veya şan şöhret için savaş yapılmamalıdır. “Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hâkim duruma gelmedikçe, hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, hâlbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir (Enfâl: 67) Ayeti ile savaşın amacının dışına çıkarak, esir edinmek ve ganimet peşinde olmak yasaklanmıştır. Savaştan maksat, Allah’ın dininin hâkim olmasıdır. Fakat kendilerinden faydalanmak, satıp fidye almak gibi düşüncelerden dolayı savaşı bırakarak esir almayla meşgul olunmamalıdır.