Ramazan, içerisinde birçok güzellikleri barındıran bir aydır. Ramazan ayı denildiğinde ilk akla gelen “oruç ibadeti” olsa da “Kur’an ayı” olması daha önce gelmektedir. Oruç, hicretin ikinci senesinde farz kılınmasına rağmen Kur’an’ı kerim ondan 15 sene önce Ramazan ayında, Kadir gecesinde nazil olmaya başlamıştı. “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır” (Bakara: 185) ayeti kerimesinde Kur’an’ın ramazan ayında nazil olduğu ifade edilirken, “Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.” (Kadr:1) ayet-i kerimesinde ise ramazan ayının içerisindeki kadir gecesinde nazil olmaya başladığı zikredilmiştir.
Hz. Peygamber (sas) henüz kendisine peygamberlik vazifesi verilmemden önce, ramazan ayında Hira mağarasına inzivaya çekilirdi. 35 yaşından itibaren bunu her ramazan ayında yapardı. Bir ay süresince Hira’da kalır ve tefekkür ederdi. Bir arayış içerisinde idi. İnsanların içerisinde bulundukları hali düşünür ve onlar için bir şeyler yapabilmenin yollarını arardı. Nihayet onun bu arayışı ömrünün 40. senesinde “oku” emri ile bir buluşa dönüşmüştü. “Bu Kur'ân öyle büyük bir kitaptır ki, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.” (İbrahim:1) Ayet-i kerimesinde de ifade edildiği, gibi Allah (cc), insanları cahiliyetin karanlıklarından hidayetin aydınlıklarına çıkarması için Hz. Peygambere Kitab (Kur’an)’ı indirmeye başlamıştı.
Kur’an çok yönlü bir kitaptır. Hayatımızın her yönüne hitap edebilen bir özelliğe sahiptir. Sadece dünya hayatımızla ilgili düzenlemeleri getirmekle kalmamış, ahiret hayatımızla ilgili en doğru bilgileri de bizlere aktarmıştır. Hem sosyal hayatımızın bir parçası hem de ibadet hayatımızın temeli olmuştur. Toplumsal düzenlemeyle ilgili temel ilkeleri ondan öğrendiğimiz gibi başta namaz olmak üzere ibadetlerimizde de onu okuruz. Yani Kur’an, ibadetlerimizin bir parçası olduğu gibi bizzat onu okumakta müstakil bir ibadetti. Başta Hz. Peygamber (sas) olmak üzere sahabe, günün ve gecenin belli vakitlerinde ibadet niyetiyle Kur’an okurlardı. Hz. Peygamber (sas)’in Mekke’de geceleri evinde sesli olarak Kur’an okuduğu ve müşriklerin ileri gelenlerinden Ebu Süfyân, Ebu Cehil ve Ahnes b. Şerik olmak üzere üç kişinin, üç gece peş peşe, gizli olarak onu dinlemeye geldikleri zikredilir. Aynı şekilde Hz. Ebubekir İslâm’la tanıştıktan sonra evinde Kur’an okuduğu ve müşriklerin onu dinledikleri ve Hz. Osman’ın Kur’an okurken şehit edildiği rivayet edilir. Yine sahabîlerden her gece Kur’an’ı hatmetmek isteyen kimselerin olduğu ama Hz. Peygamber’in bu şekilde hızlı okumalara müsaade etmediği bilinmektedir.
Kur’an’ı okumak bir ibadet olmakla birlikte onu anlayarak okumak daha önemlidir. Anlamaktan da önemlisi yaşamaktır. Kur’an okumaktan maksat yaşamak, amel etmektir. Kur’an-ı Kerim’de ki “okuma” ile ilgili ayetlerde de sade bir okuma değil, okudukları ile amel etmek kastedilmiştir. Sahabe metodu dediğimiz bu yöntem en doğru ve en önemli olanıdır. Sahabe Kur’an’ı okurken yaşamak için okurdu. Onlar Kur’an’ı ve Kur’an ile amel etmeyi birlikte öğrenmişlerdi. Kur’an’dan belli sayıda ayeti ezberlerler ve onlarla amel ederlerdi. Ezberledikleri ayetleri yaşamlarına geçirmeden diğer ayetlere geçmezlerdi. Sahabenin “Kur’an’ı ezberlemesi” denildiğinde onların “Kur’an ile amel etmeleri” anlaşılırdı. Bir ayet ile amel etmeden diğerini ezberlemezlerdi. Ezber bir noktada amel ile özdeşleşmişti. Onlar, Kur’an’ı anlaşılması gereken bir kitap olmaktan ziyade yaşanması gereken esaslar olarak görüyorlardı. İbn Ömer’in bakara suresini on iki senede öğrendiği ve ondan sonra da sevinçten bir deve kurban ettiği rivayet edilmiştir.
Sahabe amel etmek için Kur’anı ezberler ve amel etme noktasında da asla tereddüt etmezlerdi. “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe asla ‘iyi’ye (birre) eremezsiniz” (âl-i İmrân:93) ayeti nazil olduğunda Ebû Talha, Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki, malları içerisinde en sevdiği Beyraha bahçesini infak etmişti. (Buharî, Zekat: 44) Yine Hz. Ömer, Hz. Peygambere gelerek: “Bana Hayber’de bir arazi isabet etti. Bundan daha güzel bir araziye asla (şu ana kadar) sahip olmadım. Bu hususta bana ne emredersin” dedi. Hz. Peygamber: “Dilersen aslını vakfeder, yerini tasadduk edersin” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer, bu araziyi, aslı satılmamak, satın alınmamak, hibe edilmemek, miras bırakılmamak üzere, yolculara, misafirlere, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, (hürriyetini satın almaya çalışan) kölelere, akrabalara, fakirlere tasadduk etmişti. (Buharî, Vasâyâ:28)
Kur’an-ı Kerim, Allah ile insanlar arasında bir iletişim aracıydı. Allah (cc), insanlar arasından seçmiş olduğu son peygamberi Hz. Muhammed (sas) ile mesajlarını kullarına iletiyordu. “Allah ile konuşmak isteyen namaz kılsın, Allah’ın kendisi ile konuşmasını isteyen ise Kur’an okusun” hadis-i şerifinde de ifade edildiği gibi insanların rableriyle iletişime geçme haliydi. Sahabe, inen vahiyler sayesinde sürekli Allah ile iletişim halinde olduklarını hissediyor ve bu duygularla yaşıyorlardı. Bazen kimse yokken yaptıkları veya kalplerinden geçirmiş oldukları düşüncelerden dahi haberdar ediliyorlardı. Sadece sahabîler değil, münafıklar da kapalı kapılar ardından gerçekleştirdikleri plan ve konuşmalarının kendi aralarında sır olarak kalabileceğinden emin olamıyorlardı. Onlar gizli bir iş yapmaya kalkışıyor fakat Allah onların bu gizli planlarını vahiy yoluyla Hz. Peygamber’e bildiriyordu. Bundan dolayı inanan ve inanmayan herkes, bizzat Allah’ın kontrolü altında olduklarını hissediyor ve o duygu ve düşünce ile yaşıyorlardı.
Ramazan ayı, Kur’an ayı olması yönüyle bizle için de Kur’an’a yönelme anlamında bir fırsat olmalı. Bu yönelme nasıl olabilir? Kur’an’a nasıl yönelebiliriz? Veya Kur’an’dan nasıl istifade edebiliriz? Sadece onun lafzını okuyarak bu mümkün müdür?
Bizim yapmamız gereken de Kur’an’ı Hz. Peygamber üzerinden anlamaya çalışmak ve okumaktır. Kur’an Hz. Peygambere nazil olmuş ve “Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın” (Nahl:44) ayet-i kerimesinde de ifade edildiği gibi Kur’an’ı açıklama görevi Hz. Peygambere verilmişti. Hz. Peygamber, bu açıklamayı kendi düşüncesine göre değil Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yapmıştı. Bu durum ayet-i kerime’ de şu şekilde ifade edilmiştir: “Doğrusu o vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak bize düşer. O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bize aittir.”(Kıyâme:17-19) Bu ayet-i kerimelerde; Kur’an’ın Hz. Peygamberin kalbine yerleştirilmesi, onun okutulması ve açıklanmasının bizzat Allah tarafından Hz. Peygambere öğretildiği ifade edilmektedir.
Kur’an’ı Hz. Peygamberin hayatı ve hadis-i şerifleri ile okumak gerekir. Sadece Arapçasını değil, meâli ile okunmalıdır. Meâli de sade değil bir tefsir ile okumak doğru olanıdır. Aksi halde her zaman eksik ve yanlış anlayışlara maruz kalabiliriz. Bu anlamda okuyucularımıza; Muhamed Ali es-Sâbûnî’ye ait olan ve Türkçeye de tercüme edilmiş olan “Saffetü’t-Tefâsîr” adlı tefsir ile “Riyâzu’s-Sâlihîn” adlı hadis-i şerif kitabını şerhi ile birlikte okumalarını tavsiye edebiliriz.