Sefer de içimde, tahammül de.
Mustafa Kutlu
Araştırmacıların ilk kez ortaya koyduğuna göre, beyindeki olumlu duyguların varlığı, sabır kapasitesini de artıyor.
Kanada’da bulunan McGill Üniversitesi Psikoloji bölümünde görev yapan Yogita Chudasama, insanın karar mekanizması üzerinde çalışırken, haz veren olayları ertelemek söz konusu olduğunda beyindeki hafıza (hippocamus) ve memnuniyet salgılayan bölümün birlikte harekete geçtiğini fark etti. Bu iki merkez, birbiriyle irtibatını kestiğinde “haz öteleme” ile ilgili kararlar bozuluyor ve kişiler önlerinde hazır olanı tercih edebiliyorlar.
Prof. Chudasama, araştırma verilerinin dikkat ve yeme bozukluğu, panik atak, içki ve madde bağımlılığı ile aşırı kredi kartı kullanımı gibi insanların günlük hayatlarında kontrollü davranmalarını gerektiren kararlar için etkili olabileceğini ve rahatsızlıkların tedavisinde yardımcı olacağını vurguladı.
Yine, “Current Biology” dergisinde yayınlanan ve Madelana Fonseca başkanlığında gerçekleştirilen ikinci bir araştırmaya göre olumlu duygular üreten salgılarla, beklemeyi tercih edebilmek arasında pozitif bir irtibat var. Yani seratonin maddesi salgıladığı zaman kişiler daha uzun süre sabırla bekleyebiliyor.
Moral bozukluğunun, insan hayatında davranışların dengesini bozan bazı riskli alışkanlıklara sebep olabildiği her zaman dile getirilir.
Ünlü bir arap atasözü sabrı şöyle tanımlar: “El-İntizaru eşeddü min en’nar (beklemek ateşten daha zordur).” Yani, sabredebilene aşkolsun…
Lakin modern zamanlarda sabır kavramı, artık neredeyse hiçbir şeye tekabül etmiyor. Çünkü insanoğlunun kendisiyle ve hayatla ilgili “zannı” oldukça değişime uğramış görünüyor. “Zan” demek daha doğru çünkü aslında bu bir kandırmaca ve algı yanılması.
Varolabilmek için, kutsal kitapların asırlardır bize öğütleyegeldiği sabır, sadakat, affetmek, diğergam ve kanaat sahibi olabilmek gibi ruhumuzu olgunlaştıran hikmetler, eski inançlar kabilinden rafa kaldırılıp, sadece kamyonların arkasındaki yazılarda kalmış gibi. Tam tersine gülen bir yüzle bize sürekli fısıldananlar, önce nefisleri azdırıp sonra da pansuman tedbirler almaya benziyor: Daha fazlasını istemek, mutluluğu yakalamak, zamanla yarışmak, hastalıkla savaşmak ve özgürlüğünü keşfetmek gibi özendirilen beyhude çabalar…
Tıpkı ayetin*, “yoksa okuyup ders almakta olduğunuz başka bir kitabınız mı var” diye zihnimizi sarstığı gibi hesap sormalı değil miyiz? Kim bana bu dünyanın ebedi refah ve haz yeri olacağını vadetti, neden öyle zannediyoruz ve bekliyoruz?
Teknolojinin günlük hayatta sağladığı kolaylıklar, bir tıkla değişen ve parmağımızın ucunda dönen dünyalar zihnimizi büyülese de hayatın gerçekleri değişmiyor. Ölüm ölmüyor, hastalıklar artıyor, ayrılıklar ve çaresizlikler insanoğlunu daha şiddetli yıkıyor. Çünkü sahibine sığınamadığı için ruhen zayıf, arzularının kölesi ve şu hayat serüveninde büyümek istemeyen, korunmasız bir çocuk gibi yaşıyor.
İhtiyacımız olan olumlu duyguları bize verebilecek olan ancak iman cevheri ve ideal sahibi olabilmektir. Mustafa İslamoğlu’nun ifade ettiği gibi, “dünyevileşme hastalığının temelinde Allah’a güvensizlik yatar. Oysa ki inanmanın ahlaki karşılığı güvenmektir.” Bu da elbette acziyetini idrak etmekle mümkün.
Sözü Rilke’nin usta dizelerine bırakalım: “Yaz yine gelir ama yalnız sabredenlere gelir, önlerinde sonsuzluk varmış gibi tasalanmayan, sessiz ve yürekleri geniş olanlara gelir. Hergün daha iyi anlıyorum ve gönül borcu duyduğum acılar içinde öğreniyorum ki, sabır her şeydir.”
* Kalem Suresi 37. Ayet
4 Ağustos 2015, Yogita Chudasama, Mc Gill Üniversitesi, European Jurnal of Neuroscience, www.sciencedaily.com
Yazarın Özgeçmişi:
1995 yilinda Ankara İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. İslam Felsefesi bölümünde yüksek lisans ve çeşitli imam-hatip liselerinde öğretmenlik yaptı. 2009 yılında Chicago'da bulunan Lake Forest Üniversitesi Eğitim bölümünde lisans eğitimi ve Mount Holyoke Üniversitesinde iki yıl arapça eğitimi aldı. Evli ve 5 çocuk annesidir.