Her zaman, ‘ kitapları kapağıyla yargılamayın’ diye okuyucular uyarılır ama bunu yine de hepimiz yaparız. İnsanlar sözkonusu olduğunda da dış görünüşün, bir insanın iç dünyasına dair mesajlar taşıdığını düşünürüz ve farkına bile varmadan belli yargılar sahibi oluveririz.
Araştırmalara göre insanlar, ‘güzel olan iyidir’ yargısından etkilenerek, genellikle dış görünüşü ile çekici ve güzel görünen insanların daha başarılı, gelişmelere açık ve başkalarıyla iyi ilişkiler kuran kişiler olduğunu düşünmeye yatkınlar. Fakat bu gerçekten doğru bir yaklaşım mıdır? Gerçekten de insanlar dışardan göründükleri gibi mi?
Araştırmacılar bu soruların cevabını bulmak için, ilgi alanlarının ve hayatlarında önem verdikleri değerlerin insanların dış görünüşlerine nasıl bir etkisi olduğunu araştırdılar.
Open Üniversitesi’nden Segal-Caspi ve arkadaşlarının hipotezi şuydu: ‘Güzel görünen bir kadın, iç dünyasıyla da güzel huylu ve karakteri sağlam bir insan zannediliyor.’
Bu konuyu irdelemek için 118 üniversite öğrencisinin yardımına başvuruldu. Öğrenciler, ilgi alanları ve önemsedikleri değerleri anlamaya yönelik bir anket doldurdular. Bunları yaparlarken odaya girişleri, gazete okuyuşları, bakışları, yürüyüşleri ve odadan çıkışları kameraya kaydedildi. Sonraki aşamada katılımcılara rastgele kayıtlardan bazıları izletildi ve anketteki bilgiler ile görüntüleri eşleştirerek kime ait olabileceğini birlikte değerlendirmeleri istendi. Tıpkı baştaki hipotezde olduğu gibi güzel görünen kişilerin, anketteki cevaplardan en güzel karakter özelliklerine sahip, dürüst ve düşünceli bir portre çizen kişi olabileceği düşünülüyordu. Hiç kimse negatif özellikleri güzellere yakıştıramamıştı.
Katılımcıların anketteki kendi gerçek ifadelerine bakıldığında ise tam tersi bir durum sözkonusu idi. Güzel olarak belirlenen kişilerin ilgi alanları ve öncelikleri tamamen toplumda önem verilen şekilci beklentilere ve kendini beğenmeye odaklanmıştı. Dolayısıyla değer verdikleri şeyler de hep bu çerçevede idi.
Segal-Caspi ve arkadaşları ulaştıkları sonuçları şöyle özetlediler:’ Bazı insanlar güzel olan iyidir diye düşünebilirler ama araştırmaya göre güzelliği ile öne çıkan insanlar; olumlu özelliklerle dolu kendine özgü bir karakter sahibi olmaktan çok belli standartlara uymaya ve kendini önceleyerek yaşamaya önem veriyorlar.’
Araştırma verilerini değerlendirdiğimizde kişisel ve toplumsal olarak bir çok önyargıya sahip olduğumuzu farkederiz. ‘Zengin bir adamın esprisi herzaman komiktir’ sözünde olduğu gibi, kimi zaman da güzelliğin, beraberinde asil bir karakteri de taşıması gerektiğini öngörürüz. İnsanları tanıdıkça tecrübelerimiz bize yardımcı olmaya başlar. Alımlı tavus kuşunun çirkin sesi bu konuda bize bir uyarı olabilir mi? Şekilcilik yüzünden algılarımızın böyle yanılması, aslında kimi zaaflarımızın da belirtisidir. Çünkü farkında olmadan yerleşen ve bizi yönlendiren zaaflar, düşünce yapımızı sinsi bir şekilde etkisi altına alır ve değer yargılarımızı oluşturur. İşte ‘gaflet’ dediğimiz hal, kendi kuytularından bihaber olmaktır.
İnanan bir insana düşen, yaratılanı yaratandan ötürü hoşgörmektir. Nerede olumlu bir özellik varsa, onu kendinden kaynaklı olarak düşünmemelidir. Hatta büyüklerimizin söylediğine göre nazar değmesi, görülen güzelliği yaratıcının verdiğini unutarak üzerinde gördüğümüze atfettiğimizde gerçekleşirmiş. Yani, ‘ne güzel yaratmış Rabbim’ yerine ‘ne kadar güzel’ dediğimiz zaman gözlerimizden taşan beğeniyi karşımızdaki kaldıramazmış.
Oysa herşey ‘O’ yaratıcı öyle uygun gördüğü içindir. Her insan, içine konduğu sahnede ve eline verilen renklerle en güzel tabloyu yaparak yaratıcıya sunmak için yaşar.
15 Ekim 2012, PsychologicalScience, LihiSegal-CaspiandSoniaRoccas, Open University, Kudüs, www.sciencedaily.com