HZ. Peygamber (sas) eline bir çubuk alır ve onunla birbirine paralel irili ufaklı 5-10 tane çizgi çizer. Daha sonrada o çizgileri oradan kesecek şekilde ortadan bir çizgi daha çizer. Sonra şöyle buyurur: “Bu birbirine paralel olan çizgiler, insanoğlunun emelleridir, hayalleridir. Dünyada iken yapmayı düşündüğü şeylerdir. O çizgileri enlemesine kesen şu çizgi ise ölümdür. Ölüm insan emellerinden daha yakındır.”
Ölümün bize her şeyden daha yakın olduğunu 6 Şubatta yaşamış olduğumuz iki depremle çok derinden hissederek yaşadık. Biri gece diğeri de gündüz gelen iki deprem adeta bize ölümün ne kadar yakın olduğunu gösterdi. “Nice memleketler var ki biz onları helâk ettik. Azabımız onlara geceleyin yahut gündüz istirahat ederlerken geldi.” (A’râf: 4) ayeti kerimesinde buyrulduğu gibi hem gece hem de gündüz şiddetli iki depremle imtihan edildik. Akşam yatarken yarınlar için kurduğumuz hayallerimiz depremle birlikte ya yıkılan enkazların altında kaldı ya da tamamen farklı şekillere büründü. Depremle kâğıt gibi yerle bir olan binlerce binalar, adeta kıyametten sonra yerle bir olacak hallerine şimdiden dönüşmüşlerdi. Bir anda boşalan cadde ve sokaklar birkaç kedi ve köpek, arada uçuşan kuşlar ve az da olsa üç beş kimselere kalmıştı.
Bugüne kadar eşi benzeri görülmemiş veya çok nadir görülebilecek bir yıkım gerçekleşmişti. Birgün öncesinden paha biçilemeyen binalar ya enkaza dönüşmüş ya da içerisine girilemeyecek birer harabe olmuşlardı. Birgün önceden 5-10 bin TL istediğimiz o lüks dairelerimiz girilmez olmuştu. Bırakın onları para karşılığında satmayı, birisine “şu daireye gir orada kal. Sana 5-10 bin TL vereceğim” desen dahi kimselerin giremeye cesaret edemeyeceği mekanlar haline gelmişlerdi. Sürekli zamlar yaparak fiyatını yükselttiğimiz, binmeye kıyamadığımız o araçlarımız molozların altında birer hurdaya dönüşmüşlerdi.
Belki de hiçbirimiz böyle bir şey beklemiyorduk. Dünyaya dair bitmeyecek hayallerimiz vardı. Ölüm geliyor, bazılarımızı aramızdan alarak onların hayallerine set çekse de bunlar bizi pek etkilemiyordu. Belki cenazesine katılıyor, namazını kılıyor, defnediyor ve bir de taziyede bulunduktan sonra her şeyimize eski kaldığımız yerden devam ediyorduk. Ama böylesi bir set çekme belki de uzun seneler sonra ilk kez gerçekleşiyordu. Deprem o kadar şiddetliydi ki çöken binaların içerisinde kalanlar hariç diğerlerimiz canlarımızı zor dışarı atmıştık. Pijamalar ile çıktığımız sokakta bizleri şiddetli bir yağmur ve soğuk bekliyordu. Arabalarımız moloz altında veya arasında kaldığından çoğumuz binecek bir araba dahi bulamıyorduk. Beş dakikasına kadar bizler için birer sığınma merkezi olan evlerimiz birçoğumuza mezar olmuş, geride kalanlar için de her an mezar olabilme riski taşıdığı için ürkütücü hale gelmişti. Böyle bir ortam içerisinde ise insanlar sağdan sola, soldan sağa sürekli koşuşturarak adeta sığınabileceği güvenli bir yer arasalar da bu ilk anda mümkün gözükmüyordu.
Adeta deprem bize; sahip olduğumuzu zannettiğimiz evimiz, arabamız, altınımız ve paramız gibi şeylerin hiçbirine sahip olmadığımızı söylüyordu. Çünkü hepimiz onları geride bırakarak kaçmıştık. Zorda veya darda kaldığımızda kanatlarının altına sığındığımız anne ve babamız gibi büyüklerin de bir noktadan sonra sığınak olamayacaklarını, her zaman sığına bileceğimiz tek zâtın Allah (cc) olduğu mesajını veriyordu. Yarınlarımıza yatırım olması için biriktirdiğimiz mal ve mülklerimizin gerçekte bize ait olmadığını, istediğimiz zaman istediğimiz şekilde onları kullanamayacağımızı bize telkin ediyordu. Ölümün bize her zaman ve her şeyden dahs yakın olduğunu hatırlatarak ona hazırlıklı olmamız gerektiğini, en güncel meselemizin o olduğunu hatırlatıyordu.