1973 yılının sıcak bir Ağustos ayıydı. Türkiye – Rusya(SSCB) ortaklığı ile yapılan İskendurun Demirçelik Fabrikası’nın altyapı inşaatında kalıpçı ve marangoz olarak çalışıyorduk. Konsorsiyumun bünyesinde birçok inşaat firması çalışıyordu.

Bizim çalıştığımız şirket ENKA’ydı. Büyük bir şirketti. Şirketin bünyesinde kalıpçılar, soğuk demirciler, elektrikçiler, beton ekibi, şoförler, teknik elemanlar, aşçılar, mühendisler yaklaşık 200 kişi çalışıyordu. Bütün ekipler işe yeni başladığından kimse kimseyi ne iş yapıyor nerede görev alıyor bilmiyordu. Zaman geçtikçe herkes birbirini tanıyacaktı. Dostluklar, arkadaşlıklar başlayacaktı.

Afşin’den gelip şirkette çalışan 15 kişilik bir kalıpçı ekibi vardı. Kalıpçı ekibi içinde yaşça en küçüğümüz Nafiz Sarı idi. Aynı zamanda Pehani Ağabeyimin Kayınbiraderiydi. Nafiz, uzun boylu, esmer tenli, zayıf bünyeli, elmacık kemikleri çıkık, küçük gözlü bir delikanlıydı. Benden yaşça küçük olduğu için hep bana “Harun Abi” derdi. Beni çok sever ve bana saygı gösterirdi. Ben ne söylesem inanırdı. Bende kendisini severdim. Çok saf ve temiz bir çocuktu. Gündüzleri yakıcı güneşin altında kalıp çakardık. Sabah ve akşam yemeklerimizi şirketin barakalarında kendimiz yapardık geceleri sivrisineklerle mücadele eder, cibinliksiz yatamazdık.

Bir sabah beton kalıbı çakmaya başlamıştık. İşçilerin, kimi türkü söylüyor kimileri de birbirleri ile şakalaşarak çalışıyorlardı. Ben tablaya beşe on ağaçlarını yerleştiriyordum. Nafizde bana aşağıdan tahta uzatıyor ne istersem veriyordu. Bugün biraz halsiz ve yorgun görünüyordu.

  • “Nafiz! Rahatsız mısın?” dedim.
  • “Harun abi sabah kahvaltısı yapmadım. Karnım çok aç! Yiyecek bir şey var mı? “ diye sordu.

Nafiz’e gülümseyerek baktım. O anda Köroğlu ile ilgili okuduğum bir hikâye aklıma geldi.

Köroğlu, zalim Bolu Beyi’ne karşı mücadele veren, mazlumların yanında olan, fakir fukarayı koruyan, onlara yardım eden bir halk kahramanıdır. Dağlarda tek başına dolaşır iken yaylada bir çobanla karşılaşır.

  • “Ben Köroğlu’yum. Bana bir koç keste pişirip yiyelim ”der.

Çoban Köroğlu’na şöyle bir bakar, hayalindeki Köroğlu ile karşısındaki insanı bağdaştıramaz. Çünkü kendi hayalinde Köroğlu çok güçlü, kuvvetli, babayiğit bir insandır. Karşısındaki kişi ise sıradan bir insandır. İnanmaz.

  • “Bana bak! Köroğlu’yum diye yalan söyleme! Köroğlu kim sen kimsin? Elimdeki sopa ile seni dövmeden git buradan!” der.

Köroğlu bakar ki çoban çok ciddi ve öfkeli, bir şey söylemeden oradan ayrılır ve otağına döner. Adamlarından iki kişiyi çağırır ve;

  • Filan yaylada bir çoban var, gidin o çobana benim selamımı söyleyin. Benim adıma bir koç isteyin.

Köroğlu’nun iki adamı o çobanın yanına giderler.

  • “Köroğlu beyimizin sana selamı var, senden bir koç istiyor” derler.

Çoban adamlara bakar ve der ki;

  • Köroğlu beyimize canımız kurbandır. Bir koç değil bin koç feda olsun, buyurun istediğiniz koçu seçip alınız.

Bu hikâyeden hareketle Nafiz’e dedim ki;

  • Nafiz, aşçıbaşı benim çok yakın arkadaşımdır. Git, aşçı başına Harun ağabeyimin selamı var açım de senin karnını doyursun.

O kadar etkili ve düzgün konuştum ki yanımdaki ustalarda inandı. Nafiz ise hiç tereddüt etmeden yemekhanenin yolunu tuttu. Kızgın güneşin altında ter içinde çalışıyorduk. Alnımızdan akan fazla terler göz çukurumuza doluyordu. Herkesin koltuk altları terden tuzlanmıştı. Açık alanda olmamıza rağmen herkes pis pis kokuyordu.

Aradan 45 dakikaya yakın zaman geçmişti, Nafiz uzaktan göründü neşeli bir şekilde yanıma geldi.

  • Harun abi sağalasın! Aşçıbaşına selamını söyledim. Bana çok güzel bir kahvaltı hazırladı, yumurtalı, zeytinli, ballı, hıyarlı, domatesli, sıcak ekmekliydi. Sana da çok selamı var.

“Aleykümselam” dedim, hiç bozuntuya vermedim. Yanımdaki ustalardan birisi;

  • Harun gerçekten aşçıbaşı arkadaşın mı? Tanıyor musun?

Arkadaşıma, aşçıbaşını tanımadığımı Nafiz’e şaka yaptığımı söyledim. Aramızda kalmasını rica ettim. Ancak sırrımız saklı kalmadı. Nafiz’e şaka yaptığımı söylemişler.

Ertesi gün çalışmaya başladık. Nafiz, gülerek yanıma geldi;

  • Harun abi aşçıbaşı arkadaşın değilmiş. Bana şaka yapmışsın.
  • Nafiz dedim. Sen, selamı söyledin, karnını doyurdun mu? Doyurdun. Öteyi karıştırma.

Bizim konuşmamızı dinleyen kalıp ustaları gülmeye başladı. Nafiz de elleri dizinde katıla katıla gülüyordu.

KUL HAKKI YEMEDEN ALLAH RIZASI İÇİN SELAM İLE İŞ BİTİRENLERE NE MUTLU!