Konuşacak kimsenin olmaması mı daha büyük yalnızlık, gelip gittiğin yerlerde selam verip alamamak mı?
Yaşlanıp emsali kalmamak mı? (Uzaktan ölümle merhabalaşmak mı da diyebiliriz)
Senin onları, onların seni tanımadığı bir şehre gidip yerleşmek, yalnızlığın hangi boyutundadır?
Yaşın ilerlemesiyle onlarca yıllık hayat arkadaşını kaybetmek, yüreğe kaç hançerin saplanması kadar yalnızlıktır?
İyi kötü tüm yaptıkları bir yan edilerek etkisiz elaman muamelesine tabi tutulmak…
Bayramlarda bile kapının zilinin çalınmaması, iyi kötü günlerde ‘merhaba’ ya da ‘nasılsınız?’ diyen bir Allah kulunun olmaması…
Sokaklarda gezinirken çocukların seni görünce ürkmesi, büyüklerin rahatsız olacak kadar uzak durmaya çalışması yalnızlıktır elbette.
Yıllarca el bebe gül bebe büyüttüğün, sevgini, şefkatini, zamanını, uykunu, varını, duanı, niyazını, ümidini, geleceğini, ömrünü hatta daha fazlasını verdiğin; hastalığında ondan çok yandığın, bir derdi olunca geçinceye kadar iki kat kıvrandığın; okutup büyüttüğün, evlendirip iş sahibi yaptığın, üstelik ev aldığın, tarla bağışladığın çocuklarının, yaşlanınca terk etmesi kaç hançer, kaç bin hançer yalnızlığındadır?
Geçenlerde böyle yaşlı bir amca ile konuştuk durakta.. Çok zenginken her şeyini çocuklarına bıraktıktan sonra terk edilmiş ve huzurevine sığınmış bir amca.. Dilinden çocuklarına beddua eksilmiyordu. Yıllardır ne aramışlar ne sormuşlar. Hastalığında haber salmış gelmemişler, aç kalmış, açıkta kalmış biri de dönüp bakmamış. O kadar yalnız kalmış.
Dilinden beddua eksilmiyordu.
Eşinin ölümüne yanıyordu, kimsenin kalmadığına hayıflanıyordu; ama ille o çocuklarının “Ben bakmam, sen bak…”, “Ben baktım, biraz da sen bak…” diye atışmaları sırasında yüreğinin nasıl yandığını bir anlatıyordu ki yürek dayanmaz…
Aslında o zaman anlamış, yapayalnız kalacağını/kaldığını; yine de “Şu beni çok severdi, şu oğluma neler neler feda ettim; hele şu kızım için ömrümü tükettim, biri atsa biri atmaz dışarı” ümidini taşıyormuş. Kısa bir süre… İşte bu ümidin bitmesi, bittiğini görmesi, hele bitiren çocuklarının yüzünü görmesi yalnızlıkların en büyüğü imiş, en acısı, en dayanılmazı…
“Evlat..” dedi, “evlat, Allah kimseyi evlatlarıyla imtihan etmesin ve onları atasına asi olacak kadar vicdansız, Allah korkusundan uzak yapmasın…”
Onun otobüsü gelince, ben kalkmasına, otobüse binmesine yardım ediyordum; o bana yüreğinde saplı kalan acıyı hissettirmeye çalışıyordu: “Hadi Allah’a emanet olasın.. Oğul, sen sen ol ölmeden çocuklarına yakanı kaptırma…”