" Yiyin, için ama israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez." ( A'raf sûresi, âyet 31 )
" İsraf ederek saçıp-savurma çünkü saçıp-savuranlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür." ( İsrâ sûresi, âyet 26-27 )
Ne acı ki, israf diye adlandırılan kavram, her alanda, her yerde kendini göstermekte, insanlığın belini doğrultmasına fırsat vermemektedir.
Ekmek israfı had safhalara ulaşmış, kimi insanların muhtaç oldukları gıda israfı, insanlığı daha çok yokluğa, sefalete, fakirliğe, sailliğe sürüklemektedir.
Çöp poşetlerine doldurularak konteynırlara atılan ekmekler, boşa akıtılan sular, heba edilen yüzlerce çeşit milli servetimiz, millet olarak gittikçe bizleri yokluğa, sefalete sürüklemekte, önlenmesi için de her hangi bir tedbir alınmamaktadır.
Yaşamın önemli, değerli olduğunu bilmeyen kimi Müslümanlar, ömürlerini çoğu kez, kahvelerde, çay ocaklarında, malayani mahallerinde, camii önlerinde zamanlarını israf etmektedirler.
Öylesi Müslümanlarla karşılaşmakta, selamlaşmaktayım ki, iskambil kağıtlarını bırakıp namaz kılmak için camiye gitmekte, camide daha tesbih bile çekmeden hemen iskambilin başına dönmekte ve akşamın geç vakitlerine kadar sigara dumanları arasında gününü ikmal etmektedir.
Evdeki çocuk okula gitmiş, gitmemiş babanın umurunda bile değildir. Bu ne vurdum duymazlık, gayri ciddilik veya boş boğazlıktır? Böylesi bir babadan memlekete, millete ve aile bireylerine bir fayda gele bilir mi?
" Şümayt bin Aclan aynı hususa vurgu yaparak şunu demiştir: " Mümin nefsine şöyle demelidir; Ömür üç gündür: Dün içindekilerle beraber geçip gitti. Yarın ise sadece bir emeldir. Belki de ona yetişemeyeceksin. Eğer yarına çıkacaksan, yarın zaten kendi rızkıyla birlikte gelecektir.
Ancak yarının önünde ( değerlendirilmesi gereken) bir gündüz, bir de gece bulunmaktadır ve pek çok nefis bu ikisinde ölüp gitmiştir. Belki sen de aynı akıbete uğrayacaksın. Yaşanılan günü düşünmek yeter." ( Beyhaki)
Ne yazık ki, şu Müslümanlar, neyi israf etmiyorlar ki? Ömrünü her alanda israf ettiği gibi, tertemiz sağlığını, sıhhatını sigara illeti ile, kumar illeti ile, küfür, dövüş , kin, intikam duygusu ile kısa zamanda tükettiği gibi, ailesine, evine ve çocuklarına karşıda sorumsuzluğu böylece sürüp gitmektedir. Şu alıntı yazıya dikkat çekmek istiyorum:
" Zaman zaman şu soruları zihnimizde dolaştırmamız gerekiyor: Bir zamanlar sarıldığım annem nerede, elini başıma koymasını şu anda bile hissettiğim babam nerede?
Beraber oturup muhabbet ettiğim kıymetli arkadaşlarım nerede? Hepsi birer birer geçip gittiler. Peki, geriye kimse kalacak mı? Hayır. Herkes kendisine takdir edilen ömrü yaşadıktan sonra yola koyulacak.
Dolayısıyla hayvan olsun ağaç olsun, her ne olursa olsun, tüm canlılar, ne kadar yaşarlarsa yaşasınlar, nihayetinde ömürleri sonlanacak
Bu kadar fani içerisinde insana ayrıcalık tanınacak değil elbette. O da diğerleri gibi ömrünü tamamlayarak ahret yoluna revan olacak. Eskiden böyle olduğu gibi bugün de böyle, yarın da aynısı olacak." E. Yıldırım, Diyanet Aylık Dergi, Mayıs 2018, sayfa 8 )
Ne yazık ki, hangi tarafa nazar etmiş isek, orada bir savurganlığı, israfı görmek ve yaşamak mümkündür. Tabii ki, bundan da utanıyoruz.
Vakit ve zaman israfı:
İnsanımız; saatlerce boş lafazanlıkla meşgul olur iken, günlük bir saatini Kuran'ın okunmasına, anlaşılmasına ve emirlerinin yaşanmasına ayırmamaktadır.
Saatlerce, internet, telefon, facelerde boğuşur iken, hiç de dünya ve ahirete faydası dokunmayan işlerle iştigal eder iken, fikir alanında, düşünce ve tefekkür namına bir kitap, bir ilmi eserin kenarından bile geçilmemektedir. Oysa;
Resulullah (sav): " Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe kulun ayakların ( Rabbinin huzurundan) ayrılamaz.: Ömrünü nerede harcadığından, ne amelde bulunduğundan, malını nereden kazandığından ve nereye harcadığından, vücudunu nerede çürüttüğünden." buyurmuştur.
Netice olarak;
Hasılı, israf hastalığının içerisinde boğuşup durmaktayız. Bir çelişki ki, bunu anlamakta da zorlanıyoruz. Yani, zaman israfını, hayatın israfını, yemek israfını, ailelere karşı işlenen israfı, çocukları ihmali, zamanın kıymetini bilemeyişimiz, adeta günlük rutin işler olarak algılanmaktadır.
Hal bu ki, her geçen an, zaman, gün, hafta, yıl ve ömür bir daha geri gelmeyecek, bunun göstergesi ve şahidi de ağaran saçlar, bükülen beller, titreyen eller, dökülen dişlerdir.
Buna rağmen, hala bu gerçekleri anlamak istemiyor isek, ne diyelim, var git, işin Allah'a kalmıştır, demekten başka söz, kelam bulmak mümkün değildir.
Tüm bu güçlüklere rağmen, israfa rağmen, ömrün heba edilmesine rağmen, hala düşünmeyecek miyiz, hala hayatın geçici, fani olduğunu algılamayacak mıyız?
Rabbimiz; ömrünün, yaşamının, her türlü halin kıymetini bilenlerden eylesin!..
Selam ve dua ile..