" Sadakalar ( zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, ( zekât toplayan) memurlara, gönülleri ( İslâm'a) ısındırılacak olanlara, ( özgürlüklerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere , yolcuya mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.
" Kulların sabaha eriştiği her gün ( yeryüzüne) iki melek iner. Bunlardan biri, ' Allah'ım, malını hayır yolunda harcayan kişiye ( harcadığının) yenisini verir." der. Diğeri de, ' Allah'ım, malını ( hayır yolunda harcamayıp) elinde tutan kişinin malını telef et.' der" ( Buhârî, Zekât, 27 )
Mübarek oruç ayının ortalarında idame-i hayat ediyoruz. Fidyelerin, fitrelerin, teberruların, kefaretlerin, zekatların ve tüm infakların havalarda uçuştuğunu görmekteyiz.. Rabbim!.. Gönülden, Allah rızası için yardımda bulunan Müslümanların hayırlarını makbul eylesin!..
Bilhassa, ülke olarak, millet olarak nice nice askerlerimizin şehit olduğunu, geriye bizlere emanet bırakılan evlatlarının bulunduğunu müşahede etmekteyiz.
Kiminin, kerpiç evlerde, avlusuz, penceresiz, naylon poşetle örtülen hanelerde yaşadıklarını görmekteyiz. Böylesi, Allah emanetlerinin durumu gözler önünde iken, bu çocukların babaları, hak için, bayrak için, vatan ve devlet için terü taze canlarını vermişler iken, bizler, nasıl olur da, dolu dolu, mükellef iftar sofralarında kendimizden geçeriz?
Mükellef iftar sofralarının başında değil de, orta halli sofraların başında şöyle dua etmeliyiz!.. " Allah'ım! Lütfun, rahmetin, bereketin ve rızkından bana aç, bolca ihsan eyle." ( Hâkim, Da'vet, no: 1868)
Bolca ihsan eylesin ki, bu rızıkları, bu verilen inamları olmayanla paylaşalım, yetimlerin göz yaşlarını silelim, dulun, yetimin, öksüzün imdadına koşarak, dul kimselerin ellerinden tutarak mutlu olalım!..
Ülke olarak, millet olarak, her tarafımızda Suriyeli ensar kardeşler, vatanlarından vatan cüda olmuşlar, çöplükten ekmek kırıntıları toplar iken, bizler nasıl gerine gerine, aksıra, tıksıra, geğirerek karnımızı doyurabiliriz?
Sözün burasında şunu vurgulamadan geçemeyeceğim: Böylesi zaman dilimlerinde nice cingözler, vurguncular, ev ev, hane hane gezerek, zekat ve benzeri mali ibadetlerin kendilerine verilmesini arzu ederler.
Kimileri şeyh adına, kimileri tekke adına, kimileri gavs ve kutup adına yollara düşmüşlerdir. Aman ha!.. Siz, siz olun da helal malınızı, sadakanızı, böylesi komprador olmuş, tarikatçı, Süleymancı, Menzilci, Cübbelici ve benzeri fırıldaklara kaptırmayın!.. Sonra, bu vebalin altından kalkamazsınız.
Çünkü, bu aziz millet evlatları, mali yardımlarının nereye verileceğini iyi bilirler. Türkiye Diyanet Vakfı, bu mevzuda en güzel,sağlam, itimat edilen bir kurumdur.
Şehit çocuklarına yardım etmeleri ile, binlerce öğrenciye burs temin etmeleri ile, fakir-fukara insanlara, yakacak, giyecek, maddi yardımları ile göz doldurmaktadır. Çünkü, bir kere Diyanet Vakfında çalışmakta olan insanların, tamamı memur, bu tür yardımlara ihtiyaçları bulunmamaktadır.
Hülasa; ellerin ceplere gitme zamanını, gönüllerin okşanılmasını, sokak sokak, mahalle mahalle fakir aramanın, kimsesiz sormanın günlerini ve gecelerini yaşamaktayız.
Vermiş olduğumuz zekat ibadetleri, fakir insanları iş, meslek sahibi yapmalıdır. Öylesi, yırtık, pırtık, veya market döküntülerini, kapı arkalarında bekleşen kokuşmaya yüz tutmuş şeyleri zekat diye kimseye yutturmayalım.
Zekat vermekten asıl gaye, bu yıl vermiş olduğumuz zekat, ikinci yıl o kimseyi zekat almaktan kurtarmalı, iş, meslek, araç ve gereç sahibi yapmalıdır.
Mali ibadetleri yerine getirir iken, ifa ederken, gösteriye, caka satmaya alet olmayalım. " Birileri benim zekat verdiğimi görsünler" hesabından ziyade, mümkünse, sağ elin vermiş olduğunu, sol elin bilmemesini düşünmeliyiz..
Netice olarak;
Maalesef, sürekli dillendirilen " sadaka taşları" şimdilerde kalmadı, yerinde yeller esmektedir. Şimdilerde, gösteriş, desinler,çalım satmak gibi riya dolu düşünceler mali ibadetlerin üzerine gölge düşürmektedir..
" Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" sözü, kulağımızda küpe olmalı, bir gün gelmeli ki, bizlerde zayıf, yoksul düştüğümüz zaman, bir dönem zekat vermiş olduğumuz insanın lütfü ile karşılaşmamız belki de mümkün olacaktır. Ve hem de bunu hatırımızdan çıkarmayalım.
Bir kere, şöyle sağımıza, solumuza bakalım. Elli yıl önce " Ben zenginim" diyen insanların yerlerinde bu gün yeller esmekte, onlar toz duman olmuşlar, onların yerlerine sonradan gelen, söz konusu zenginlerin in'amı ile geçinen insanlar gelmişlerdir.
Hasılı, kendimize gelelim. Değişen, değişken bir ortamda, bir dünyada yaşamaktayız. " Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler" dediği gibi, İbrahim Hakkı merhumun!..
Malımız, emlakimiz, servetimiz, altınlarımız, birikintilerimiz birer yılan olup boynumuza dolanmadan önce, o yılanı hemen öldürelim. Nasıl öldürelim? Yetimi, öksüzü, dulu, miskini, yoksulu, fukarayı, garibi, öz vatanından hicret etmişleri gözeterek, öldürmeliyiz!.. Selam ve dua ile.
Şerafettin Özdemir