" Sana ( Allah yolunda ) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir. " ( Bakara suresi, ayet 215 )
Aziz Kur'ân; Müslümanları, zekâttan ayrı olarak sadakaya teşvik ve tavsiye etmiştir. Bakara suresi 215'nci ayet, farz olan zekâtın yanında içtenlikle ve gönülden yapılacak hayri harcamaların kimlere verileceğini izah etmektedir.
Bütün müctehid imamlar; yoksul anne babayı beslemenin, evlat üzerine farz olduğunu söylemişler ve bu husustaki harcamaları zekat saymamışlardır.
Dolayısıyla, zekat ayrıdır, böylesi gönülden, samimi, içtenlikle yapılacak iyilikler de ayrıdır. Yüce Kuran her vesile ile Müslümanları iyiliğe, cömertliğe teşvik etmekte ve yapılacak iyiliğin, infakın öncelikle ana babaya, akrabaya, yetimlere, rızkını temin etmekten, kazanmaktan aciz yoksullara, yolda kalmışlara yapılmasını öğütlemektedir.
İçerisinde bulunduğumuz Ramazan ayı, genellikle zekatla, infakla, teberrularla, fidye ile, fitre ile bütünleşmiş bir aydır. Halbuki zekat, ne zaman günü geldiği zaman, yıl tamamlandığı zaman verilmesi, ödenmesi gerekirken, millet olarak, daha fazla dua almak, daha çok ecir kazanmak maksadıyla Ramazan ayında ödenmektedir.
Aziz Kuran'da, hemen hemen namaz emrinden sonra, zekat emri ikinci sırayı almaktadır. Neden ve niçin? Çünkü, Zekat ve her türlü yardımlaşma emirleri İslam'ın omurgası mesabesinde olduğu içindir.
Bu hususta, halife Hz. Ebu Bekir (ra)'ın, tutumu, göstermiş olduğu İslamî ve Kuranî gayret dillere destan olmuştur. Kat'iyyen bu mevzuda dirençsiz kalmamış, sonuna kadar, meseleyi İslam beldesinde tahakkuk ettirinceye kadar, belleklere, zihin ve idraklere yerleştirinceye kadar dik ve diri durmuştur.
Zaten, Müslümanlar, bunu böylece düşünmüş olsalardı, yeryüzünde fakir kalmayacak, tıpkı beşinci halife Ömer bin Abdülaziz'in sokaklarda " zekat alan yok mu, zekat isteyen var mı?" nidalarına, sayhalarına muhatap olacaktık.
Ama, İslam alemi olarak, İslam'ın yardımlaşma emri hususunda sınıfta kalmış, Batı kapılarında sail durumuna düşmemiz bu sebeple meydana gelmiştir.
Yani, her Müslüman ferd, rızıktan infak emrini hesap ederek, göz önüne alarak yaşayacak, kendi maişetini temin ettikten sonra, hemen infak emrine yönelecek, köşe, bucak fakir-fukara arayacaktır.
Netice olarak;
Müslüman, infak emrini yerine getirmez ise, sosyal alanda patlamalar, rahatsızlıklar meydana gelecek, hırsızlık, kapkaç vakaları, soygunlar, alabildiğince çoğalıp gidecektir.
Zaten, bunu fırsat bilen bir kısım sosyalist düşünceli zevat, Ebu Zerr Gifari gibi muhteşem sahabeyi dillerine pelesenk edecekler, hatta onun bile " Sosyalist" olduğunu ifade edeceklerdir.
Halbuki, sosyalistler kim, Ebu Zerr Gifari kimdir sorusunu kendimize sormamız lazımdır. Sosyalistler, tamamen batılın, sapkınlığın içerisinde mazlumun göz yaşlarını akıtır iken, Ebu Zerr Gifari gibi büyük insan, yememeyi yedirmeyi, yaşamamayı yaşatmayı, giymemeyi giydirmeyi düşünen, tatbik eden bir sahabedir.
Hasılı, 21 nci çağın Müslüman zenginleri, hayatlarında, yaşamlarında böylesi sahabeleri örnek alacak, her türlü israftan, çılgınlıktan öte durarak, fakirin, fukaranın, saillerin, zaiflerin imdadına koşmalıdırlar.
Ülke bazında bir örnekle konumuzu bitir isek, Suudi kompradorlarının halleri, aşırılıkları, Müslümanların hac ve umre paralarını Batı'ya nasıl kaçırdıkları, oralarda nasıl çar-çur ettikleri ortadadır. Gazzeli, Filistinli Müslümanların halleri ise apaçık ortadadır.. Selam ve dua ile...