" Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden biraz az , yarısı ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını bilir. Gece ve gündüzü Allah ölçer: sizin bu vakitleri takdir edemeyeceğinizi bildiğinden tövbenizi kabul etmiştir. Artık, Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; Allah, içinizden, hasta olanları, Allah'ın lütfünden rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olan kimseleri ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz bilir. Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun, kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder." ( Müzemmil 73/20)
Bu ayeti kerime girişinden sonra, şunu demek istiyorum. Talihsizliğe bakınız ki, grupçuluk, mezhepçilik, hizipçilik, ayrımcılık bu milletin belini öylesine bükmüş ki, kalkamaz, dirilemez, başını yukarı kaldıramaz hale getirmiştir..
Dünyanın bütün fıkıh kitaplarını, ilmihal eserlerini, tefsirlerini, akait, hukuk bölümlerini, siyer kitaplarını birbir okuyun, hatta, mezhepleri kol açan ediniz, Hanefiliği, Şafiliği, Hanbeliliği ve Maliki mezhebini tamamen tetkik ediniz, böyle bir uygulamanın, tatbikatın olmadığını göreceksiniz. Çünkü;
" Allah Teala kullarını imkanları ölçüsünde sorumlu tutarak bu şartlar altında emrin yerine getirilmesini istiyor. Ayetin baş tarafındaki:
" Güneşin eğilmesinden geceye kadar namaz kıl" bölümünde yer alan namazlar, gündüz ve gece namazları olduğuna göre; bu namazlardan her birinin vakti diğer başlamasına kadar devam etmektedir.
Ayrıca gündüz namazları sayılan öğle ile ikindi birleştirilerek bir vakitte kılınabilirliği söz konusudur. Peygamberimiz bu uygulamayı hem normal durumda hem de yolculukta uygulayıp göstermiştir.
Peygamberimiz hiç bir zaman keyfi bir uygulama yapmayacağına göre; böyle bir uygulamanın kalkış noktası bu ayetteki " güneşin eğilmesinden gecenin zifiri karanlığına kadar namaz kıl" ifadesi olabilir diyoruz.
Bu dört vakitte cem yapıldığı zaman arada ne kırk dakika ne de yetmiş dakikadan söz ediliyor. İster öğlenin vaktinde ikindiyi, istersek ikindinin vaktinde öğleyi kılabiliyoruz.
Aynı durum akşamla yatsı arasında da geçerlidir. İstersek yatsıyı akşamın vaktinde kılabildiğimiz gibi, yatsının vaktinde de akşam ve yatsı namazını birlikte kılabilmekteyiz.
Bu durumda gece namazları bir vakitte; gündüz namazları da bir vakitte kılınmaktadır. Sadece Fecr namazı tek olarak ve fecrin doğuşundan zevalden önceye kadar olan zaman diliminde tek olarak kılınmaktadır.
Bu vakitlerin dördünde, bir vaktin sınırı diğer vaktin başlamasına kadar devam ederken; yatsının vaktini bundan ayıran nedir diye sormamız gerekmez mi? Onun vakti de diğerlerinde olduğu gibi bir önceki vaktin bitimiyle başlar, bir sonraki vaktin girmesini müteakip mescitlerde eda edilir.
Buna imkan bulamayan kimseler diğer vaktin sınırına kadar olan zaman içerisinde eda edebilirler. " ( İktibas Dergisi, Temmuz 2010, sayf. 68-69)
Tüm bunlar, yani, aynı gün yatsı namazını eda etmemek nereden kaynaklanmaktadır biliyor musunuz? İlmi, Kur'anî, İslamî, ameli, fıkhı olmayan ve indi düşüncelerden, benliklerden kaynaklanmaktadır. Sen, ben, " Diyanet olmaz" " Devlet olmaz" düşüncesinden sadır olmaktadır.
Ya kim veya kimler olacak? Kendi düşünceleri, tatbikatları her şeyin üstünde olmalıdır. İşte, bütün mesele budur.
Batı ülkeleri Dar'ul harp midir?
" Namaz gibi her gün ikame edilen bir uygulama, toplumun hafızasından silinmesi mümkün değildir. Peygamberimiz hayatta iken yaklaşık on yıl devlet olarak yaşamış olan İslam, toplumunun sosyal hafızasına kazınmıştır.
Fiili sünnetlerin nesilden nesile taşınmasında bir kopukluk olmamıştır. Ancak zaman zaman dünyayı YENİDEN KEŞFEDEN kimseler de çıkmıyor değil.
Bir dönem cemaatlerden biri Almanya, Hollanda ve Belçika gibi batı ülkelerinde yatsı namazının vakti girmiyor gerekçesi ile yatsı namazını eda etmemişlerdi. Batı ülkeleri " Dâr'ul harptir" diyerek Müslümanların faiz almalarına fetva vermişlerdi." ( a. g. d. sayfa 69 )
Netice olarak;
Batı ülkeleri " Dârul harp" değildir. böylesi bir kelimenin peşine takılanlar demek ki, esirdir, köledir. hürriyetleri ellerinden alınmış kimselerdir.
Batı ülkelerinde, beş vakit camiler açık, her birey özgür, istediği an istediği yere gitmekte, cuma namazları kılınmakta, değen, dokunan, " bunu niçin böyle yaptın?" diyen olmadığına göre, böyle bir düşünceyi ortama sürmek, demek ki, faizden, rüşvetten, her türlü ğayri meşru kazançtan istifade etmek için söylenmektedir.
"Vakti girmiyor" diye, yatsı namazını ikinci güne taşımakta öyledir. Be kardeşim!. Türkiye Cumhuriyeti devletinin eli uzundur, kolu uzundur. Geliniz, siz alimlerinizi çağırın, Diyanet'te kendi ilim adamlarını davet etsin, Hollanda, Almanya ve Belçika'da, yatsı namazı kılmamak nedir tartışılsın ve açıklığa kavuşturulsun!.. Var mıdır böyle bir yürek ve yiğitlik?
Ee, " bizler Diyaneti tanımıyoruz, fetvalarına inanmıyoruz", demek abesle iştiğal sözlerdir. Buyrun öyleyse, siz alimlerinizi getirin, Diyanet'e meydan okusunlar, bakalım, Diyanet böylesi bir meydan okumaya ne diyecek? Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir