GÖZYAŞLARIM
Yıkadım yüzümü belki de onlarca kez
Görmeyeyim diye gözyaşlarımı
Aktılar yine de duramadılar, sabırsızlanmışlar belli
Gözlerimden yanaklarıma, yanaklarımdan dudaklarıma süzüldüler
Gözlerim olmuş onlara hapishane, ben ise yargıç olmuşum
Ben verince hükmü, kaçıştılar tıpkı çil yavrusu gibi
Canımı yaktılar belki onlarca kez
Ayrıca onlarca kez içimdeki yangına su oldular, serpiştiler
Yüreğim kanardı; onlardandır sanırdım
Meğer yarama tuz basmışlar, çabuk iyileşsin, iyileşeyim diye.
Nedendir akarlar arayıp durdum senelerce
Bulamadım bir yanıt kendimce
Sevdim, aktılar; özledim, aktılar
Başardım, aktılar; kaybettim, aktılar
Her şeyde varlar, nedir bunlar ne işe yararlar?
BİR İDAMLIK ALİ VARDI, ASILDI
~Necip Fazıl’a Nazire
Bir idamlık Ali vardı, asıldı…
Hırsızlıktan yatıyordu dediler,
Adamı ne yaptıysa sevmediler,
Gözlerinin önündeydi görmediler
Ölümüne yalandan gözyaşı döktüler.
İki çocuğu vardı, oğlu memur kızı evli,
Bakmadı babalarına hiçbiri,
Evlerinde bir-iki kilim serili,
Duvara dokunsan yıkılacak gibiydi.
Şu hayatta bir eşi dinlerdi derdini,
Onun için çalmış her şeyi,
Gösterebileceği tek seçenekti belki de sevgisini,
Sonu olacağını nereden bilebilirdi?
ZAMANSIZLIK HAYATI YAŞANMAYA DEĞER Mİ?
Zamansızlık yorar insanı. Herkesin ağzında o klişe söz: “Zaman hızlı geçiyor.” Peki ya zaman mı hızlı geçiyor yoksa biz mi hızlı geçiyoruz zamandan? Hızlı geçiyoruz evet, çünkü oturup soluklanmaya, dinlenmeye vaktimiz yok. Her gün ertesi günü bekliyoruz fakat bugünün tadını hiçbir zaman çıkarmıyoruz. Örneğin bir anne çocuğunu özlüyor, onun okuldan gelmesini bekliyor. Yalnızlığının farkına varıp da keyfini sürmüyor. Daha sonrasında ise biraz kafa dinlemek istiyor. O zaman da çocuğuyla vakit geçirmeyi keyifli hâle getiremiyor. Yani dengeyi koruyup anın tadını çıkarmak yerine ertesi vakti zevkliyor. İllaki görmüşsünüzdür. Kışın yazı özleyip yazın kışı isteyenleri. Her şeyden çok çabuk mu sıkılıyoruz acaba? Yok yok, bence vakti sırlayamıyoruz. “Vakti sırlamak da ne” dediğinizi duyar gibiyim. Vakti sırlamak bir nevi sınırlandırmak. Her şeyin zamanını bilmek, ayarını korumak, birbirinden ayırabilmek. O anın tadını çıkarmak. Bence vakti sırlayabildiğimiz vakit, vakitten hızlı geçmiş olmayacağız. Peki ya zaman... Sizce de çok hızlı geçmiyor mu? Geçiyor geçmesine bir de bir önceki yılı aratıyor insana. Engel de olamıyoruz. O halde bize düşen görev ne kadar hızlı geçerse geçsin faydalı kullanabilmek. Öyle değil mi? Boş şeylerle uğraşmayıp dolu dolu geçirelim zamanımızı. Bakın bakalım o zaman hayat yaşamaya değer oluyor mu?..
BİRİMİZ BİNİNİZE YETERİZ
Kurtlar ulusun tanrı dağında
Bayrak inmesin, ezan susmasın
Ya şehit oluruz ya gazi
Vazgeçmem ben Vatan sevdamdan!
Sen hangi hainsin Türkü görünce korkmandan
tanırım Kolay mı yetişir yiğidi, asenası?
Bilir misin bu vatan sevdasını?
Önceki kuyruk acılarınızdan
Bin hain gelse
Ne bir Atam ne bir padişahım eder
Sanma ki sayınız çok üstünsünüz
Birimiz bininize yeter
Bu Türklük kolay mı sanırsın?
Gün olur yüce dağlar engin denizler aşarsın
Sanma Türkü esarette tutarsın
Ne zincirle ne ölmekle biteriz
Birimiz binininize yeteriz
SENSİZLİĞİN MISRASI
Gidişinden bu yana çok zaman geçti.
Seni daha az düşünüyorum.
Sana dair her şey siliniyor zihnimden.
Mesela sevdiğin kitap neydi,
Hangi şarkıyı dinlerdin,
Bana nasıl seslenirdin
Unuttuklarım arasındalar.
Kolay olmuyor.
Ama sen yokkende her şeyin bir güzelliği olduğunu yeni fark ediyorum.
Kelimelerim değişti;
Aşk kelimesini daha az kullanıyorum.
Mevsimlerden ençok ilkbaharı seviyorum.
Seni ise bir yaşanmışlık olarak hatırlıyorum.
Kendimi sana rağmen kendime tercih ediyorum.
AŞK’IN SELAMI
Aşkın son selamıdır bu şiir
Buzlara sarıp gönderdim sana
Bu şiirde çözemezse seni, çözülmezse sende
Asılı kalsın hayatım gönlünün sokaklarında
İster vur tekmeyi sallansın ister tut elinden çıkar güneşlere
Ne de olsa hükümlere yorgunum, bilinmezlere eş
Ama Aşk’ı kurtar bu muammadan
Kurtar ki sıfatları düşmesin semalardan
TAHSİLLİ MEVLÜT AKDENİZ SULARINDA
Meşhur hafiye Ahmet Celal Beşiktaş'taki ofisinde faili meçhul dosyalarını incelerken kapı çalındı. İçeriye polis akademisini birincilikle bitiren ve yaklaşık bir aydır Ahmet Celal’in yanında staj yapan Pelin Eryaman girdi. Akademideki başarılarından dolayı Ahmet Celal onu özellikle istemişti.
Pelin içeri girer girmez Ahmet Celal'e devirdi gözlerini.
‐ Hayrola kızım, neden bakıyorsun bana öyle?
‐ Üstadım dün gece uykunuzu iyi alamamış gibisiniz.
‐ Evet. Nedense bir süredir uyumakta güçlük çekiyorum.
Pelin nükteli bir ses tonuyla:
‐ Acaba birini öldürdünüz ve çektiğiniz vicdan azabı sizi uyutmuyor mu efendim?
Meşhur hafiye bu laf karşısında sadece tebessüm etmişti.
‐ Üstadım bu yıl çok yoruldunuz. Güzel bir tatil sizin de hakkınız.
‐ Kızım ben 20 yıllık meslek hayatım boyunca sadece iki kez izin kullandım: Birisi güzel kızım Umay doğduğunda diğeri ise onu ve birtanecik karımı trafik kazası sonucu toprağa verdiğimde. Hem ben çalışmadan duramam ki.
‐ Başın sağ olsun, bilmiyordum.
‐Mühim değil kızım.
‐Üstadım bir polis nefes aldığı her an vazife başındadır. Önümüzdeki günlerde bir turizm şirketi Akdeniz açıklarına doğru 3 gün sürecek bir gemi seyahati düzenliyor. Türkiye'nin en zengin iş insanları da o gemide olacak. Günümüz İstanbul'unda bu durum teyakkuz halinde olmamızı gerektirir. Hem kafanızı dinlemiş olursunuz hem de olası bir suça karşı sizi canlı canlı izlemek benim için eşsiz bir tecrübe olur.
Ahmet Celal birkaç saniye duraksadıktan sonra:
‐ Aslında haklı olabilirsin, aklıma yattı bu fikir. Şimdi eve uğramam lazım. Ben gelene kadar ikimizin adına rezervasyon yaptır.
‐Tamamdır üstat hemen ilgileniyorum.
Ahmet Celal dışarı çıkıp arabasına binmişti bile. Kontağı çalıştırmadan evvel telefonunun not defterine yazdığı hatıralarına şunu eklemişti:
“Bir polis nefes aldığı her an vazife başındadır. Bugün günlerden 24 Haziran 2020. Sanırım ben artık yaşlanıyorum ama gözüm asla arkada değil çünkü bu harika sözü söyleyen genç polisler yetişiyor. Onun ilerleyen yıllarda çok iyi bir polis olacağına eminim. Allah polisimizi korusun.”
Ahmet Celal evdeki işlerini halledip ofise dönmüştü. Kapıyı açar açmaz Pelin heyecanlı bir şekilde rezervasyon işini hallettiğini ama hava durumu nedeniyle turun bir hafta ertelendiğini söyledi.
Durumu anlayışla karşılayan meşhur hafiye tur gününe kadar ofisinde özveriyle çalışmalarını sürdürdü.
Günlerden sonra nihayet beklenen gün gelmişti. Pelin ve Ahmet Celal gemiye binip odalarına yerleştiler. Ahmet Celal yatağına uzandı ve uzun zamandır tatmadığı rahatlama duygusunu tekrardan hissetmeye başladı. Koca bir yıl sanki film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Tam gözkapaklarının ağırlaştığı sırada bir anda gelen çığlık sesiyle irkildi. Hemen koşarak güverteye çıktı. Gemide büyük bir kargaşa ve izdiham hakimdi. Meşhur hafiye bu duruma son vermek için havaya iki el ateş etti.
‐ Herkes beni dinlesin! Ben Ahmet Celal an itibariyle bu gemi benim kontrolüm altındadır. Şimdi az evvel çığlık atan kadın ortaya çıksın ve derdini anlatsın.
Kalabalığın içinden insanları yara yara ilerleyen beyaz tenli, dalgalı saçlı, uzun boylu bir kadın belirdi.
‐Adım Defne benim. Defne Akgüzel... Gemide tur atıp manzarayı seyrederken bir anda kafamda bir ağrı hissettim. İki kişi üzerime çullandılar. Kafama aldığım darbeden dolayı gözüm karardı, yüzlerini tam göremedim. Ahmet bey paha biçilemez elmas kolyem çalındı. Şu karşıdaki kadın saldırganlardan birini fark edip silahıyla indirdi onu ama diğeri kaçtı. Hâlâ bu geminin içinde olmalı lütfen ne yapın edin bulun o melunu.
Meşhur hafiye kadının işaret ettiği tarafa bakınca Pelin'i gördü.
‐Şimdi herkes odasına gidip kapısını kilitlesin. Gün batmadan bir saat evvel herkes güvertede olsun.
İnsanlar korku içinde odalarına giderken Ahmet Celal, Pelin'e nasıl olduğunu sordu.
‐Üstadım kalabalığın içinde bir sürtüşme gördüm. Oraya doğru yaklaştığımda heriflerden biri olay yerindeydi sadece. Diğeri topuklamış olmalı. Onu ellerini kaldırması için ikaz ettiğimde elini cebine götürdü ve bana silah çekti, ben ondan önce davrandım ve vurdum adi herifi. Üstünü aradığımda kimliği yoktu. Sadece içi boş bir cüzdan vardı. Üstadım eğer turu sonlandırırsak karaya vardığımızda güvenlik zaafiyeti oluşur. İşin içinde kaç kişi var, amaçları ne bilmiyoruz daha. Bence gemide evvela biz tahkikat yürütelim. Sonrasına daha sonra karar veririz.
‐ Haklısın kızım. Sen şimdi odana git. Zor bir durum atlattın, biraz dinlen. Akşam görüşürüz.
‐Tamamdır üstadım. Lütfen kendinize dikkat ediniz.
‐Eyvallah kızım, eyvallah!
Gün batımına bir saat kala herkes güvertedeydi. Ahmet Celal herkesle tek tek ilgileniyor, çeşitli akıl oyunlarıyla suçluyu ortaya çıkarmaya çalışıyordu ama bu durum pek işe yaramışa benzemiyordu. Elde edebildiği tek bilgi Defne Akgüzel'in çalınan kolyesinin neye benzediğiydi.
Ahmet Celal gün sonunda herkesi odasına yollamış, kapılarını sıkı sıkı kilitlemelerini tembih etmişti. Ertesi gün de hemen hemen aynı şeyler yaşanmıştı. Ahmet Celal tam dört gün boyunca her gün tahkikat yapmış, insanlarla sohbet etmiş, her detayı hesaplamıştı ama yine de bir şey çıkmıyordu. Hatta hemen hemen her gün irili ufaklı hırsızlık olayları oluyordu. Dördüncü günün sonunda Pelin'i yanına çağırarak ona:
‐Kızım kaç gündür uyumuyorum, biraz dinleneyim. Bu sürede gemiyi sen idare et ve unutma her şeye hazırlıklı ol.
‐Tamamdır üstadım siz merak etmeyin.
Ahmet Celal yatağa uzansa da içi rahat etmedi. Bir türlü uyuyamıyordu. Kalkıp biraz dolaşmaya karar verdi.
Pelin'in odasının yanından geçerken yerde bir kolye gördü. Eğilip kolyeyi aldığında adeta başından kaynar sular döküldü. Bu kolye Defne hanımın tarifine birebir uyuyordu fakat kolyenin üzerinde Nezihe Göksu yazıyordu. Sinirle odasına giderken başına aldığı sert bir darbeyle yere yığıldı. Kendine geldiğinde gemi çoktan karaya yanaştırılmıştı. Polisler başına toplanıp durumu sorduğunda koşa koşa Pelin'in odasına gitti. Oda bomboştu sadece üzerinde not yazılı bir kağıt vardı. Kağıtta sadece bir adres ve “Yine ben kazandım kıymetli dostum.” Yazılı bir not vardı. Polisleri hemen kağıtta yazan adrese yönlendirdi. Olay yerine basın mensupları da gelmişti ve onlara durumu şöyle açıkladı:
Bu iş Tahsilli Mevlüt'ün işidir. Stajyer Pelin Eryaman'ın kılığına girip hepimizi aldattı. Anlamıyorum nasıl kılık değiştirme konusunda bu kadar maharetli olabiliyor.
Mevlüt'ün kılık değiştirdiğini şu şekilde anladım. Sahte Pelin yani Mevlüt ofisimde bana zengin iş insanlarının katılacağı bir tekne turundan bahsetti. Bu tekne turunda zengin iş insanlarının olduğunu nereden biliyordu? Basından biliyordur diyecek olursanız yanılırsınız çünkü o gün hatıralarıma onunla ilgili bir not eklemiştim. Telefonumdan kontrol ettim tarihi ve bu tarih 24 Haziran 2024’ü gösteriyordu. Gemide iş insanlarının olacağı bilgisi ise 29 Haziran tarihinde medyaya düşmüştü. Pelin ile ilgili biraz daha araştırma yaptığımda ise onun sahil güvenlikte üst düzey bir görevi reddettiğini gördüm. Bunun nedenini üst makamlara sorduğumda ise Pelin Eryaman'ı denizin acayip derecede tuttuğunu öğrendim. Böyle bir insan bana neden tekne turu yapmayı teklif etsin ki? Gemide Defne Akgüzel adında bir kadın vardı. Bu kadın kuşkusuz ki onun suç ortağıydı. Kolyesi çalınan kişi Nezihe Göksu’ydu ama dikkatleri başka yöne çevirmek için bir yalan uydurdular. Sanki kolyenin sahibi Defne Akgüzel hırsızlardan birini yakalayan ise Pelin Eryaman’dı. Kolyenin gerçek sahibini ortadan kaldırdılar ve kolyeyi Defne Akgüzel’e ait gösterdiler. Böylelikle biri kolyesi çalınmış bir masum diğeri ise kahraman olmuştu. Bu durumu da şöyle anladım. Pelin beni yatağımda zannederken kolyeyi yanlışlıkla yere düşürmüştü. Şans eseri oradan geçerken daha önce bana tarif edilen cinsten bir kolye gördüm ve üstünde kolyenin gerçek sahibinin adı yazıyordu. Kolyeyi düşürdüğünü fark eden Mevlüt ise hemen odasına koştu ve o anı görünce hemen etkisiz hale getirdi beni. Arkadaşlar durum bundan ibaret detaylı açıklama karakolda yapılır sizlere. Kendinize dikkat edin ve esen kalın.
Ahmet Celal sinirden ağlıyordu kendisine yaklaşan polise gerçek Pelin'i bulunca bana gönderin gerisine karışmayın diyerek çıkıştı. Yolda yürürken daha önceki Güzeltunç Malikanesi olayındaki numaranın aynısını yediği için çok sinirlendi ve kendi kendine:
“Ulan Mevlüt seni yakaladığım zaman karı kılığına sokup meydanlarda...”