" Adem oğulları, her mescit yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri sevmez." ( A'raf sûresi, âyet 31 )
" İsraf etmeyin, zira Allah israf edenleri sevmez." ( Enam sûresi, âyet 141)
" Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp savurma." ( İsra sûresi, âyet 26 )
Çağımızda, ne yazık ki, tüketim çılgınlığının, israfın, savurganlığın, har vurup harman savurmanın içerisinde yaşamaktayız.
Düğünlerden, nişan törenlerinden, sünnet merasimlerinden tutun da, iftar davetlerine varıncaya kadar, ölülerimize okutmuş olduğumuz "ölü mevlid"lerine varıncaya kadar verilen yemeklerde, israf olduğunu, savurganlık yapıldığını, alt tabakadaki fakirleri görmezden geldiğimizi sezinliyorum.
Düğünlerde, asker uğurlamalarında, havaya keyfi olarak atılan fişekleri, mermileri bir hesap edecek olsaydık, bir çok fakirin, şehit yakının kursağına bir lokma ekmek düşmüş olurdu. Onun içindir ki;
" İslam'ın ekonomi anlayışıyla diğer ekonomi anlayışları arasında hiç bir benzerlik yoktur. İslam'ın ekonomi anlayışı kendine özgüdür. İslam insana sadece yiyen, üreten, tüketen bir varlık olarak bakmaz.
Ne var ki kapitalist ekonomik sistem insanı " tükettiği oranda insan" olarak görmekle, beşeri isteklerin tatminini esas almakta, dini ve ahlaki değerleri önemsememektedir. İslam'ın kazançtan helale, harama, hatta mekruh, mubah inceliklerine dahi özen göstermesine karşın; sömürücü ekonomik anlayış hiç bir kural tanımamaktadır. İslam ekonomisinde ana ihtiyaçlar dikkate alınır, insanın fıtratına zarar verilmez, ekmek ön plana çıkar. Ana ihtiyaçlarını karşılayanlar ihtiyacı olanların yardımına koşarlar. Çünkü iyilik ve yardımlaşmanın karşılığını sevap olarak beklerler. İşte, Müslüman bütün hayatını Kur'an ve sünnete göre sürdürdüğünden onun başkalarının haklarını gasp etmesi, lükse özenmesi, israf etmesi, cimri olması mümkün değildir. Çünkü onun merhamet, adalet ve hakkaniyet anlayışı fıtrata aykırılığı hoş görmez. Meşru dairede kazanma, yeme ve içme teşvik de edilir. Ama Müslüman tükettiği oranda değil, ekonomik çabalarını insani erdemlerine birer basamak yaptığı;
Başkalarının haklarına saygı, hayırlarda yarışma ve yardımlaşma, diğer Müslüman kardeşlerini kendine tercih etme gibi özelliklerde donandığı oranda Allah katında makbul bir kul olacaktır." ( Nida Dergisi, sayı 138, A. M. Ünal, sayfa 26 )
Yani, hangi cihetten nazar edersek edelim, mevcut, yaşamış olduğumuz kapitalist sistemi, israf çılgınlığını, tüketim canavarlığını İslam'la bağdaştırmamız mümkün olmayacaktır.
Bir kere, Resulullah (sav); bir devlet başkanı olmasına rağmen, yine de, israfa yaklaşmıyor, toplum katmanlarının halini yakinen takip ediyor, gerektiğinde, açlıktan karnına açlığını yatıştırmak için taş bağlıyordu.
Hz. Ömer (ra) gibi bir bahadır insan, İslam kahramanı; onca ganimetlere, altınlara, gümüşlere, ziynetlere rağmen, hazinenin lebalep dolu olmasına rağmen, yine de, yamalı elbise giyiyor, ikinci bir lüks elbiseyi tercih etmiyordu.
Hz. Ali (ra)'ın; Hz. Fatima (ranh) ile evliliklerini, düğün merasimlerini bir bir okuyalım. Vallahi!.. Bu günkü düğünleri gördükçe, temaşa ettikçe, insanlığınızdan utanacak, " Yazıklar olsun bize, Vahlar olsun bu topluma!" diyeceksinizdir.
" İslam ekonomisi her türlü sömürüye ve sömürü araçlarının kullanımına karşıdır. İnsanların canları gibi malları da değerlidir, dokunulmazdır. Satılan malın ayıpları, eksiklikleri tek tek söylenmek zorundadır alıcıya.
Müslüman başkalarının haklarına halel getirecek hiç bir eylemde bulunmamalıdır. O inanır ki, din gününde boynuzsuz koyun boynuzludan hesap soracaktır.
Malını satarken fahiş bedelle satmanın caiz olmadığını, sömürü araçlarından biri olan faizin haram olduğunu bilir. Dünyadaki ömür kadar dünyaya; ahretteki ömür kadar da ahrete önem verir.
Dine mesafeli duran ben merkezli modernizeye bakıldığında onların İslam'ın güzel hasletlerine sıcak bakmadıkları görülür. İpini koparmış boğa misali bir o yana bir bu yana saldırıp yeme, içme, eğlenme peşindedirler onlar.
Onlar için kazancın meşru olup olmamasının hiçbir önemi yoktur. Başkalarının ekmeklerini ellerinden almak, onların geleceklerini gasp etmek hiç de rahatsız etmez onları. Onların kutsal değerleri serbest piyasa ekonomisi ve bu ekonominin ayakta kalmasını sağlayıcı bazı araçlardır." ( a. g. dergi, sayfa 26 )
Nice zavallılara şahit olmaktayız ki, solculuk, sosyalizm aracılığı ile eşitliğin, ekonominin nizama gireceğini, düzeleceğini hesap etmektedirler.
Be kardeşim!.. sonu "izm"le biten tüm İslam dışı sistemler, insanlığa kan, göz yaşı, fakirlik getirmiş, birileri balın, böreğin içerisinde yaşarken, ekseriyet mağduriyeti yaşamışlardır
Hatta, ülkemizde bile, son yüz küsur yıldan bu yana, "solculuk"tan, " Liberalizm”den, faiz sisteminden, madde severlikten bahseden insanların, mülkiyet sistemine şiddetle karşı çıkanların tamamının, zengin, lüks içerisinde yaşayan insanlar olduğunu bilmekteyiz.
" İslam ekonomisi dini bütünlüğü içinde sahip olduğu kendisine özgü yönüyle sosyalizme, kapitalizme ya da diğerlerine eşit mesafede uzaktır. Her şeyden önce diğer sistemlerin aksine, İslam, insanın hem dünyasının hem de ahretinin mutluluğunu hedefler.
İnsan bütünüyle Allah'a ait olan mülkün emanetçisidir. Emanetçi ise kendisine bırakılan emanet üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunamaz. Öyle ise insan mülkiyetin kullanımında, alımında, satımında, harcanmasında, miras olarak bırakılmasında hep ilahi ölçüleri nazara almak zorundadır.
Bu ölçülere uyulduğu takdirde huzurlu, mutlu insanlar ve toplumlardan söz edilebilecektir. Açlıktan ölümlerin yaşandığı bir dönemde bazılarının ihtiyaçlarını karşılamış olması Müslümanları ne kadar mutlu edebilir?
Komşusu aç iken kendisi tok yatabilir mi? Ya da akşamları evine dönerken poşetlerini yiyecekle dolduran bir insan, akşama kadar siftah yapmadan iş yerinin kepenklerini kapatan bakkal karşısında ne kadar mutlu olabilir?
Kendi yiyip başkalarını yalnızca baktıranlar, israfı körükleyenler, başkalarının kazançlarını şu ya da bu yolla aşıranlar yeryüzünde fesadın çıkmasına öncülük edenlerdir." ( a. g. dergi, sayfa 27 )
Netice olarak;
Aslında, yeryüzünün en bedbaht, en mutsuz insanları, doymayan, aşıran, birilerinin haklarını kaçıran insanlardır.
Bunların, tüm hünerleri, banka kapılarında, çek-senet dünyasında fink atmak, koşuşturmak faizcilik, rüşvet, riba işleri ile meşgul olmaktır..
Sormadan edemiyorum: Faizin girdiği yerde, rüşvetin döndüğü alanda, huzur, sükun, mutluluk, refah olabilir mi?
Rüşvetin, faizciliğin yaygın olduğu kitlelerde, fuhuş sektörü de yaygın olmaktadır. Çünkü,
Açlık, yokluk, sefalet, sefihlik beraberinde, zinayı, uçkur çözmeyi de getirmektedir. Yani, para gelsin de, nereden gelirse gelsin hesabı toplumu kuşatmıştır.
Kazancın, gelirin, paranın meşruiyeti katiyen araştırmaya, sorulmaya lüzum görülmez. İster, kumardan gelsin, ister ribadan, ister se fuhuştan!..
Rabbim!.. Bu aziz millete, İslami usullere göre çalışmayı, para kazanmayı, helal lokmayı nasibi müyesser eylesin!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Emekli Din Görevlisi