Kültür ile Kuran; gelenek ile Kurani emirler, Resulullah (sav)'in mütevatir hadisleri ile sonradan icat olmuş birikimler, ne yazık ki, çağımızda hala ayırt edilmiş, kültürel birikimlerin, gelenekselliğin yerine Kurani çalışmalar yapılmamaktadır.
Bilhassa, millet hayatımızda, bu tür kültürel, şiirsel yaşantılar, ameller, inanç yerini almış birikimler; Kurani çalışmaların, algıların, anlayışların yerini alarak, aziz kitabımızın yukarılarda asılı kalmasına sebep olmuş, bu sebeple de kitabımızın süslü, püslü kılıflardan, torbalardan çıkarılmasına engel olmaktadır.
Söz gelimi, Müslüman bireyin bir yakını dünyadan ahrete göç ediyor. Ölü sahibi kişi, ölmüşüne nasıl faydalı olmak gerekir ise onu yapmaktadır. Kuran okunacaksa Kuran, hatim yapılacaksa hatim , mevlid okunacaksa mevlid, 21 Yasin, 40 Yasin veya 3, 7, 40 ncı gün ve 52 nci gün merasimleri tertip edilmektedir.
Halbuki, konuyu Resulullah (sav) ve sahabe hayatına intikal ettirecek olursak, yukarıda sayılan tüm uygulamaların olmadığı, tatbik edilmediği, ölü ruhları için sayılı hiç bir törenin yapılmadığı anlaşılacaktır.
Diğer taraftan, böylesi sayılı, adetli merasimler, Yurt dışı milletimiz arasında daha çok yaygın olup, bunlar icra edilmediği vakit, ölenin ruhunun azap göreceği, geride kalan yakınlarının evlatlık vazifelerini ihmal etmiş olacakları zannedilmektedir.
Örneğin, camii kürsülerinde bu tür şeylerin hurafe olduğundan bahseden hoca efendiler, cemaatten ölenlerin merasimlerini, 52 nci gününde kuzu kuzu mevlid okuma merasimlerini yapmaktadırlar. Çünkü, hoca efendi, meseleye tepki gösterecek olsa, o andan itibaren ölü sahipleri görevlinin düşmanı olmaktadırlar.
Konuya, mevlidin tarihi, yazıldığı, okunmaya başladığı açısından bakacak olursak, Süleyman Çelebi merhumun 1408 tarihli "Vesiletün Necat"
isimli şiirsel eserinden önce, ölü ruhlarına ne gibi bir merasim tertip ediliyor, neler okunmakta idi, sorusunu kendi kendimize sormamız gerekmektedir.
Köy odalarında, Battal Gazi destanı, Muhammediyye, Ahmediyye, Kan kalesi, Kesik Baş vb. kitaplar okunur, radyonun, televizyonun bulunmadığı zamanlarda, bu tür eserler okunarak insanımıza heyecan verirdir.
Ya şimdi?
Çeşitli Kuran tefsirlerinin, akait kitaplarının, Kuran meallerinin, siyerin, tarih kitaplarının bulunduğu bir ortamda, Allah aşkına mevlid okumak, mevlid dinlemek taassup, eskiyi körü körüne yaşatmak değil midir?
Müslümanlar olarak, ümmet ve millet olarak böylesi bir zavallılıktan, biçarelikten bir an önce kurtulmalıyız. Bundan kurtulmanın yolu da, mihrap adamlarının böylesi mücadeleye yardımcı olmalarıdır. Aksine, mihrap adamları, mevlid geleneğini okumak, yaşatmak için ayak diretir ise, büyük bir vebalin altında kalmış olacaklardır.
Netice olarak;
Müslüman millet olarak, ölü ruhuna fayda verecek amelleri iyi bilmeliyiz. Bir kere, ölenin arkasında bırakmış olduğu kul hakkı var mıdır bunu araştırarak tediye etmeliyiz.
Sonra da, hac borcu, fıtra, zekat ve benzeri dini mükellefiyetten kaynaklanan borçları var ise onları ödemeli, ölen için, fakir, fukaraya yardımda bulunmalı, öğrenci okutmalı, din okullarına ve tüm maarife yardımcı olmalıyız.
Yani, cari sadaka denilen, sevabı kalıcı olan yardımları ihmal etmemeli, her Müslüman; bir fakir öğrencinin tahsil yapmasına vesile olur ise, sanırım, böyle bir eylem, yüz bin kere mevlid tilavetinden ecirli olacaktır..
Ama, mevlid kitabı kütüphanenin bir köşesinde teberrük olarak yerini korumalıdır. Rabbim, bizleri bu anlayış üzere hayreylesin. Selam ve dua ile..