" Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzül ve bolluk ( imkan) bulur. Kim Allah ve Resulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatı Malum olduğu üzere Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." ( Nisa suresi, ayet 100 )
Malum olduğu üzere, Medine'ye hicretten önce Müslümanlar büyük acılar, işkenceler ve sıkıntılar çekmiş, bir kısmı bu sebeple Habeşistan'a göç etmişlerdi.
Miladi 622 yılında Resulullah (sav) ve ashabı Medine'ye göç ettiler. Allah ve Resulü uğruna her şeylerini Mekke'de bırakarak ,i Medine'de yepyeni bir toplum ve devlet oluşturdular.
Bu andan itibaren küfrün ve şirkin hakim bulunduğu yerlerden Medine'ye hicret farz oldu; gerçekten çaresiz, güçsüz ve bilgisiz olanlar dışında kalan her Müslüman hicret ile mükellef kılındı.
Göç imkanları olduğu halde imanlarını kurtarmaya ve İslam devletini takviye etmeye koşmayıp, evini barkını, yurdunu, eşini, dostunu, mal ve mülkünü tercih edenlerin ve çaresizlik bahanesiyle durumu idare edenlerin feci akıbetini ayet tasvir etmektedir.
Bunlardan sonra sırayla, gerçekten aciz olanlar, hicrete teşebbüs edip de Medine'ye varamadan yolda ölenler ve hicret yurduna ulaşanlar gelmektedir. Hadisi şerife göre, Mekke fethinden sonra hicret mükellefiyeti ortadan kalkmıştır. Ancak ayet,şartlar avdet ederse hicret mükellefiyetinin de avdet edeceğine işaret edilmektedir.
Günümüz dünyasında görmekte ve yaşamaktayız ki, Suriye Müslümanlarının, Irak çilekeşlerinin, Afgan biçarelerinin ve benzeri İslam kitlelerinin yaşamış oldukları eziyet, ızdırap ve rüsvaydık,hicretin yeniden yaşandığını, var olduğunu gözler önüne sermektedir. Şu ayeti kerimeye dikkat çekmek istiyorum:
" İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve ( muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere geince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiç bir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın ( o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir." ( Enfal suresi, ayet 72 )
Yani, yeni yıl olan hicretimiz; Hz. Ömer (ra) devrinde toplanan İslam şurası, hicret yılını başlangıç olarak kabul etti. Yıl olarak ise, kameri ay yılı dediğimiz 354 gün esasına dayanan, her sene 11 gün önce gelen yıl esası benimsendi,
İbadetlerimiz de bu kameri yıl ve bununla ilgili ayetler esastır. Kuran'ı Kerim vehadislerde hep bu ayetlerden bahsedilmektedir.
Netice olarak;
Üzülerek ifade etmeliyim ki, ümmet ve milletimiz bu konuda sınıfta kalmıştır. Hicri Yılbaşı nedir, bu aylarda neler yaşanmıştır, hangi insanımız malumat sahibi, bu konuda sempozyum, konferans, bilgilendirme niteliğinde neler yapılmaktadır?
Noel günleri yaklaşırken, 7'den 70'e ayağa kalkmakta, hazırlıklar yapılmakta, iş yerleri, dükkanlar çamlarla süslenmekte, Hindiler; günler öncesinden kesilerek buz dolaplarına yerleştirilmektedir. Oysa,
Hicri yılbaşımız, camii hoca efendilerinin bir satır ilanı sona ermekte, Müslümanlar da bunu esneyerek, istemeyerek " Bu da nedir ki?" diyerek dinlememektedir.
Her şeye rağmn, tüm bilgisizliğimize, okumamışlığımıza binaen bendeniz, ümmetime bu azizi milletin, yeni hicri yılını kutlar, hayırlara vesile olmasını niyaz ederim. Yeni Hicri yılımız mübarek olsun. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir